
Laf ile iş, teori ile pratik diyalektik bir bütünlük içindedir.
İnsanoğlu önce tasarlar, ardından hayata uygular.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel nitelik budur.
İslam literatüründe genelde İsrâ Suresi 70. ayetle irtibatlandırılan “eşref’i-mahlûkât/mahlûkâtın en şereflisi” söyleminin özü de budur.
Bir örümcek, değme dokumacıya taş çıkartacak derecede karmaşık ve ince ağlar örer.
Arı denen hayvancık, değme mimara taş çıkartacak derecede estetik petek inşa eder.
Ancak ne arıda ne de örümcekte önceden tasarlama süreci yoktur. Tamamen kuşaktan kuşağa aktarılan genetik hazır bilgilerle, insiyaki olarak petek yapar, ağ örerler. Yaptıkları iş hiçbir gelişme süreci barındırmaz; milyonlarca yıl önce ilk yapılan işle bugün yapılan iş arasında nitelik bakımından hiçbir farklılık yoktur. “Eski hamam eski tas” deyişi tam da bununla ilgili durumu anlatır.
Ama insanın icraatları, insan pratiği her seferinde bir üst gelişme aşamasına sıçrar, sonsuz bir gelişme trendi içerir.
Aslında “az laf çok iş” anlayışında olan, tarih boyunca eylem adamı olarak sahnede kalmış bir milletiz ama nedense son zamanlarda bir türlü pratiğe aktarılamayan bol laf ediyoruz, eylem planları yayınlayıp duruyoruz.
Burdur Gölü, bilim insanlarının, devlet adamlarının ve yerel yöneticilerin “bol laflı feryat”ları arasında öldü gitti.
Yaklaşık 10 yıldır çığlık çığlığa çırpınıyoruz, “Göl ölüyor” diye!
Göl’ün, Çendik Motel’in duvarlarını dalgalarıyla dövdüğü, önünde kayıkların sıralandığı eski fotoğraflarına bakıp bakıp yutkunarak acı içinde o günlerin hayalini kuruyoruz. 70’lerde bile bu durumdaydı Burdur’un hayat kaynağı dediğimiz, ecdadımızın bizlere billur gibi tertemiz, dopdolu bıraktığı, ama bizim -1980’lerin “bizim oğlan” alçaklarının başlattığı Batı uşaklığı neoliberal uygulamalar sonucu edindiğimiz son 10-15 yıldaki tamahkarlığımız yüzünden, bir yandan Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ve DSİ’nin Göl’ü besleyen damarlarına baraj ve gölet kelepçeleri vurması, vatandaşlarımızın ruhsatlı ruhsatsız sondajlarla canını çeker gibi yeraltı sularına musallat olması sonucu emanete hıyanet ederek, diğer yandan belirleyici olmasa da iklim değişikliği yüzünden koruyamadığımız Göl’ümüz…
Başkan Ercengiz’in ilk göreve başladığı tarihte Çendik Motel önündeki iskeleden tekneye biniyorduk. Bugün sular epeyce geriye doğru çekildi, iskelenin altındaki devasa taşlar ortaya çıktı. 7-8 yıl önce dönemin Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Burdur’a ansızın gelerek
alayiş ve sitayiş içinde “Burdur Gölü Eylem Planı” açıkladı ve gitti. Gidiş o gidiş, bir daha sesi soluğu çıkmadı. Ondan sonra hemen hemen her yıl Burdur Gölü ölümden lafla kurtarılıp duruldu. Bir ara partisinin seçim programına katılmak için geldiği Burdur’da Cumhuriyet Meydanı’nda kalabalık bir mitingde vatandaşa, Burdur Gölü’nü kurtarmak için Dinar’daki Menderes kaynağından su aktarma sözü bile vermişti Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bu söz verilirken o zamanki Milletvekili Bayram Özçelik, videoya alınmış “eyvah eyvah, çevreciler ne der?” söylemiyle tiye alınmıştı CHP’lilerce.
7 YIL ÖNCE: “GÖL ÖLDÜ, GEÇMİŞ OLSUN!”
Burdur Gölü’nde yürütülen çalışmaların detayları hakkında Hürriyet’e konuşan Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İskender Gülle, “Burdur Gölü’nün geldiği son noktayı görmek için bilim insanı olmaya gerek kalmadı. Çünkü göldeki çekilme eski haline dönmeyecek şekilde kritik seviyeyi aştı. Artık Burdur Gölü’nü eski haline getiremeyiz” dedi. (Hürriyet, 22 Eylül 2018)
Bu açıkça “Göl öldü, geçmiş olsun!” demekti.
Bu feryadı Burdur Belediye Başkanı 22 Eylül 2018 tarihinde #burdurgölükurumasın heştegi’yle (X) hesabına sabit paylaşım yapmıştı.
Aradan geçen yıllar içinde Burdur Belediyesi defalarca farkındalık yaratmak, “imdat” çığlıkları atmak için etkinlikler düzenledi. Ama bir yandan da hemen hemen her parkında bulunan sondajlardan Göl’ün canını çekti durdu.
Son olarak geçtiğimiz ağustos ayında kuruyan ve kurumaya yüz tutan Burdur, Beyşehir, Eğirdir, Bafa Gölleri gibi 8 gölümüz için Bakanlık bir eylem planı hazırlamaya başladığını açıkladı.
Göreceksiniz, bu da laf-ı güzaf olarak kalacaktır.
Bu gerçeğe rağmen bilim insanları da feryada devam ediyorlar.
Yedi sekiz yıl önce Göl’ün artık öldüğünü, “geri döndürülemez seviyeyi geçtiği”ni ileri süren Prof. Dr. İskender Gülle, geçen gün MAKÜ’deki Burdur Gölü Bilimsel Çalıştayı’ndaki konuşmasında, Göl’ün eski durumuna getirilememekle birlikte, gene de Göl’ün geleceğinin bizim ve doğanın ellerinde olduğunu belirterek, “Burdur Gölü, 50 yıl öncesine göre hacminin ve alanının neredeyse yarısını kaybetti. Geride kalanlar bile artık risk altında. Ancak hâlâ bir gölümüz var; bu bizim için hem umut hem de sorumluluk. Artık üzülmek değil, harekete geçmek zamanı.” değerlendirmesinde bulundu.
“Gölün geleceği hem bizim hem doğanın elinde” ifadelerine yer verdi. Yani gene de umut var.
“Geri döndürülemez ama süreç yavaşlatılabilir” denmektedir.
Ancak ne yazı ki laf çok, icraat yok!
