Türk Kadın Hareketi
Bu gün tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kutlanmaktadır.
Göğün yarısını kadın omuzlamaktadır.
“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”
“Dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.”
“Tarlalarda erkeklerle birlikte çalışan, kasabalarda pazar yerine giden, yumurta ve tavuğunu satan, ondan sonra kendisine gerekenleri bizzat satın alan, çalışmalarının hepsinde kocalarına yardımcı olan kadınlar! Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi işten anlayanlara ve hesap yapanlara rastladım.”
“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacağı aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.” (ATATÜRK)
***
“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız” /Nazım Hikmet
***
GÖĞÜN YARISINI KADINLAR OMUZLAR
Tarihsel süreç içinde Türk kadın hareketinin izini sürdük. Turgut Özakman’ın Diriliş eseri bu konuda bol belge ve bilgiyle dolu. Bizde kadın hareketi, 150 yıllık milli demokrasi mücadelesi ile vatan savaşının ateşleri içinde doğdu ve gelişti.
‘Göğün yarısını kadınlar omuzlar’ denilmiştir. Toplumun yaklaşık yarısını oluşturan kadınların bu varlığına karşılık toplumsal hayattaki konumları toplumsal potansiyelleriyle mütenasip durumda mıdır?
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü münasebetiyle toplumsal hayatta kadınların durumu, bu kapsamda Türk kadınının yeri, kadınlarımızın toplumsal konumlarının tarihsel süreç içinde geçirdiği gelişmeyi masaya yatıracağız.
DİŞİ BİR GEYİKLE ERKEK BİR KURDUN EŞİTLİĞİ
İnsanlık toplumsal örgütlenme bakımından medeniyete geçtikten, devletler kurduktan sonra, kadınlar tarih öncesi dönemlerdeki üstünlüğünü kaybetti. Kadının erkeğe bağımlı hale gelmesi, toplumsal sınıflaşmaya paralel olarak ilerledi. Kadınlar, o zamandan beri bir kurtuluş mücadelesi içinde görülmektedir. Bu mücadele, bir üstünlük mücadelesi değil, erkekle eşit olma mücadelesidir. Bu mücadele, çeşitli toplumlarda ve ülkelerde her ülkenin kendi özel şartlarına uygun farklı şekiller almıştır. Kadının, ilkel komünal toplumdaki anaerkil üstünlüğünü, kandaş ilişkilerin çözülmesi, köleci ve feodal toplumdaki sınıf ilişkilerinin gelişmesiyle kaybetmesinin ardından, kapitalist toplumda insan haklarının yükselmesine paralel olarak erkekle eşit hale geldiği belirtilir; ancak bir filozof bu eşitliğin “dişi bir geyikle erkek bir kurdun eşitliği”ne benzediğini söylemektedir.
Burada bir parantez açarak toplumsal örgütlenmenin sınıflı toplumlar yönünde ilerlemesi, özel mülkiyetin ileri aşamalarında kadının eski toplumsal konumunu kaybederek köleleşmesi ve bağımlılaşması her toplumun kendi özgül şartlarına uyan bir süreç izlediğini yukarda belirtmiştik. Ayrıca bu konuda somut durum çeşitli sınıfların somut hayatlarında da farklılıklar gösterir. Mesela Osmanlı toplumunda köylü kadınları tarlada çalışmaya uygun bir dış görünüşe sahiptirler. Kent ve kasabalarda kafes arkasına ve kara çarşafa kapatılmışlardır. Mesela Türk toplumunda Kahramanlık Çağında (“askeri demokrasi” döneminde) kadın üstünlüğünü ya da eşitliğini hala sürdürmektedir. Ama Arap toplumunda aynı tarihi ve toplumsal şartlarda kız çocuklarının sırf dişi olması nedeniyle toprağa diri diri gömüldüğü tarihi gerçeklerdendir.
HAKLARI İÇİN ATILDIKLARI MÜCADELEDE DİRİ DİRİ YAKILAN KADINLAR
Kadınlar, hakları uğruna atıldıkları mücadelelerde diri diri yakıldılar.
1791’de Fransa’da hakların doğuştan ve kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu ve erkeklerin yaptığı işlerin hepsini yapabileceklerini söyleyen, 10. maddesinde “Kadının giyotin sehpasına çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır!” şeklinde ifadeler içeren “Kadın ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesini” yayımlayan Olympe De Gouges (Burna dö guz’un) giyotinde boynu vuruldu.
Tarih boyunca her devrim döneminde, her demokratik hamlede, her ilerici atılımda ileri atılanların başında kadınlar gelmektedir. Kendilerine alan açmaktadırlar.
***
KADININ KAFESE HAPSEDİLMESİ
Türk tarihinde kadın çok eski çağlardan beri çoğu toplumsal süreçte öne çıkabilen bir toplumsal güç olmuştur. Prehistorik dönemlerde tarihimizin Orta Asya yataklarında ilkel kabile toplumunda aile anaerkildir, kadın üstündür. Ardından gelen atlı çoban kültürü (“askeri demokrasi” ya da Kahramanlık çağında) kadın üstünlüğünü sürdüremese bile itibarını devam ettirmektedir. Yavaş yavaş ataerkilleşme süreci başlamıştır. Başlarda henüz kadınla erkek arasında eşitlik var. Toplumsal ve siyasal süreçlerde kadın erkeği ile yan yana durabilmekte, toplumsal statüsü erkekten aşağı kalmamaktadır.
Ancak MS 1. bin yıllarının ikinci yarısında kabile aristokrasisinin iyice palazlanması, sınıflaşmanın ilerlemesi, feodal mülkiyetin daha üst şekillerinin gelişmesi sonucu yeni bir ideoloji olarak İslamiyet’e geçilmesiyle birlikte kadın erkek eşitliğinde tam bir bozulma başlar. Sonraki süreci herkes bilmektedir; kadının ikinci sınıf bir insan olarak kafes arkasına hapsedilmesi gelir.
150 YILLIK MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM
MÜCADELEMİZ AYNI ZAMANDA KADININ KURTULUŞU HİKÂYESİDİR
Bin yıllık bu maceradan kadın, Osmanlı’nın çöküş döneminde, Hürriyet Devrimi’yle birlikte sahneye çıkmaya başlar.
150 yıllık milli demokratik devrim sürecimizin bütün hamlelerinde adım adım kadınlar vardır. Kısacası 150 yıllık Türk devrim süreci kadının kurtuluş hikâyesidir.
***
Osmanlı’da Batı’ya benzeme çabaları olarak başlayan Islahat hareketleri 1789-1807 arası dönemde hüküm sürmüş olan 3. Selim’le birlikte başladı. 1824 yılında 2. Mahmut, 5-6 yaşındaki çocukların eğitilmelerini ferman eyledi ama hayata geçirilemedi. Bu iş 1839 yılında Osmanlı Devleti’nin sömürgeleşmesi süreci olan uğursuz Balta Limanı Antlaşması’yla başlayan süreçte cereyan edecekti. Bu dönemde kız çocukları çok ilkel eğitim veren sıbyan okullarına gidiyordu. Yüksek sınıfların kız çocukları ise evde özel eğitim alıyordu.
Kısacası 1869 yılına kadar Osmanlı’da ilköğretim fecaat halindeydi. Bu tarihte ihdas edilen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle ilköğretim ilk kez hukukuna, 1876 Kanuni Esasi’de de Anayasal güvenceye kavuştu.
Kadın eğitiminde kritik sıçrama 1870 yılında Darülmuaallimat’la oldu. İlk ve orta öğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan eğitim kurumu, kız öğretmen okuludur. Bu sayede kız çocukları, daha kolay bir şekilde sıbyan, rüştiye ve kız meslek okullarına gitmeye başladılar. Buradan mezun olanlar, Osmanlı’nın ilk kadın yöneticileri, öğretmenleri, yazarları, şairleri, kâtipleri oldular. Evlerde boşanma, tesettür, poligami, aşk, görücü usulü evlilik, resim, sanat, tiyatro tabu olmaktan çıkmaya, konuşulmaya başladı. Daha sonraları dergi çıkarmalar, dernek kurmalar gelecektir.
Osmanlı’da 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İttihat Terakki döneminde milli duygunun kabarmaya başlaması, milli duygunun milli bilince dönüşmesiyle birlikte toplumda kadın hareketi de uç vermeye başlar. Kadın da evden çıkmış, yavaş yavaş toplumda görünmeye başlamıştır. Kadın toplumsal yaşamda yardım ve eğitim dernekleri kurmaya, özel okullar açmaya, dergiler çıkarmaya, konferanslar düzenlemeye başlamıştır artık.
KADINLARIN EKMEK EYLEMLERİ
İttihat Terakki’nin iktidara gelmesinde kadın hareketinin önemli eylemli katkıları vardır. Borca batan Osmanlı ülkesinde ekmek fiyatlarının yükselmesi evin iç düzeninden esas sorumlu olan kadını da etkiledi. Anadolu’nun birçok yerinde kadınlar ekmek eylemleri yaptılar. Bu eylemler ve halkın kitle mücadelesi 1908 Devrimi’ne yol açtı. 1907 Eylül ayında Erzurum’da “pahalı ekmek” isyanı patlak verdi. 23 Haziran 1908 tarihinde Sivas ilinde, 50 kadar kadın, hükümet konağının, yani Valiliğin önünde toplandı. Direniş hızla yayılarak bir kartopu gibi büyüdü; kadınların sayısı 500’ü buldu. Uşak’ta 1908 Mart ayında yün eğirme fabrikasını bastılar. Bir anda sayıları bin 500’ü bulan kadınlar müthiş öfkeli ve kararlıydılar. (Zafer Kars, 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği, Kaynak Yayınları, 1997, s.24)
“HAYATA HERGÜN BİR YENİLİĞİN EKLENDİĞİ O BÜYÜK DEĞİŞİM DÖNEMİ…”
O dönemin kadın hareketi konusunda Diriliş kitabında Özakman şöyle yazar: “O günlerde şaşırtıcı bir olay oldu: Pelerinli siyah çarşafları, topuklu rugan ayakkabıları, uzun, beyaz eldivenleri, buğu gibi peçeleri ile üç İstanbul hanımı Türk Ocağı’ndaki bir konferansı dinlemeye geldiler. Hayal gibi geçip bir köşeye oturdular. Büyük bir saygı ve dikkatle konuşmacıyı dinlediler. Bunlar (Türk feminist hareketin öncülerinden ve roman yazarı) Nezihe Muhittin Hanım’la kendi gibi yürekli iki hanım arkadaşıydı (…) Birçok erkeğin şaşkınlıktan dili tutuldu. Bugüne kadar böyle bir durumla hiç karşılaşılmamış, kadınların bir erkek toplantısına katıldıkları hiç görülmemişti (…) Hayata her gün bir yeniliğin eklendiği o büyük değişim dönemi yaşanıyordu. (1913 yılında kadınların çabaları, tepkileri, baskıları sonucunda Telefon Şirketi’nde 7 Müslüman Türk hanımına iş verildi. Bir yıl sonra da ilk kez yine bir Müslüman Türk hanımı Posta Telgraf Nezareti’nde pul memuru olarak çalışmaya başladı. (S. Çakır, Osmanlı kadın Hareketi, s. 292)” (s. U28)
İSTANBUL KIZ ÖĞRETMEN OKULU
Osmanlı Hürriyet Devrimi döneminde, gelişen kadın hareketinde önemli bir atılım ya da hamle, kadın uyanışında önemli bir dönüm noktası Balkan Savaşları’nda elden çıkan Edirne’nin geri alınışı sırasında cereyan etti. (22 Temmuz 1913) Bütün imparatorlukta tek olan İstanbul Kız Öğretmen Okulu açıldı. Okula 28 kız öğrencinin alınacağı duyurulduğu halde 300 kız öğrenci başvuru yaptı. Özakman s.30’da S. Çakır’ın Osmanlı’da Kadın Hareketi adlı eserinin 248. sayfasından aktardığına göre, bu günün önemini Kadınlar Dünyası dergisi, bugün okulun “mahşer hali”ni aldığını, annelerin, “yöneticilerin, öğretmenlerin ayaklarına kapanarak çocuklarının okula alınması için yalvardıkları”nı ifade ederek, “anladık ki millet uyanmıştır, okumanın değerini anlıyor, okumak için açılan kapıya hücum ediyor ama devlet uyuyor” diye değerlendirdi. Özakman “bu başvuru patlaması”nın, “uyuyan devleti uyandıracağı”nı, “bazı olumlu adımlar atmasına neden olacağı”nı belirtti.
İLK DEFA KADINLARA KONFERANSLAR
7 Şubat 1914 tarihindeyse Türk Kadın Hareketi tarihinde unutulmaz, Türk eğitim tarihinde önemli bir aydınlanma hamlesi olarak ortaya çıkan bir gelişme yaşandı. İstanbul’da üniversitenin genç öğretim üyelerinden İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun önerisi bazı yaşlı ve sofu öğretim üyelerinin itirazlarına rağmen Dr. Besim Ömer Paşa’ca kabul edildi. Haftada 4 gün sadece kadınlara olmak üzere konferanslar verilmeye başlandı. Her seferinde salon kadınlarca hınca hınç dolduruldu. Gelen kadınları Özakman şöyle tanımlıyor: “Hepsi çarşaflıydı. İstanbul hanımlarına özgü başlık, pelerin ve etekten oluşan son moda, zarif çarşaf çoğunluktaydı. Tabii hepsi peçeliydi (…) Romancılar, şairler, yazarlar, dernekçiler, yaşlılar, gençler, zenginler, orta halliler, hatta zorlukla geçinenler gelmekteydi. Saat ikiye doğru Talat Paşa’nın eşi Hayriye Hanım da geldi.” (Age. S. 34)
KADIN HAREKETİNDE TARİHİ BİR OLAY
Konferans başlayıp konuşmacı Dr. Besim Ömer Paşa kürsüye çıkınca salondaki hanımların doğal bir şeymiş gibi peçelerini çıkarmaları tarihsel bir olaydı. Osmanlı tarihinde bin yıllık kadın köleliğinin yıkılması anlamına geliyordu. Türk kadını en zor işi başarmış ve kaderini derin bir şekilde yırtıp atmıştı. Sonrası gelecekti. Konferansların gördüğü aşırı ilgi üniversite yönetimini bir kız üniversitesi açma fikrine yöneltecekti. Bu da sonbaharda gerçekleştirilecekti (12 Eylül 1914). Bu konuda Özakman R. Çakır’ın age’in 224’ncü sayfasından aktardığı bilgiye göre, kızlara ayrı derslerin verildiği İnas (Kız) Üniversitesinde koridorlarda kızlar erkeklerle karşılaşmasın diye binaları ayrıldı. Bir süre sonra da Kız Üniversitesi Çağaloğlu’na taşındı. Karma eğitimin gelmesini, Cumhuriyet Devrimi’ni bekleyecektik.
Bir toplumun ilkellikten kurtuluşunda ‘birlikte izlenilen sanatların’ çok derin katkısının bulunduğunu bilen Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa, İstanbul’da bir konservatuar açma girişiminde bulundu. 27 Ekim 1914 tarihinde asıl adı Dârü’l-bedâyi-i Osmânî olan, sadece okul ve sahne bölümlerinden oluşan, daha sonraları okul bölümü körelerek tiyatro topluluğuna dönüşen, ilerleyen dönemde İstanbul Şehir Tiyatroları adıyla varlığını sürdüren sanat kurumu Darülbedayi’yi kurdu. Seçmeyle öğrenci alınacağı ilan edildi. 197 başvuru yapıldı. İçlerinde birkaç Türk kızı Müslüman olduklarından sınava alınmadı. Kızlardan biri diretti.
Bundan sonrasını Özakman’dan okuyalım:
AMA BİLİN Kİ BU BÖYLE GİTMEYECEK
“Ama niçin?”
Sınav kurulundan biri gülerek ‘Peçeyle tiyatro olmaz da ondan kızım’ dedi. Genç kız bütün Müslüman hanımlar gibi peçeliydi. (Fransa’dan Konservatuar’ın kurulması için Belediye Başkanı’nca çağrılan) Mösyö Antoine ((Antuan) sahneyi merakla izliyordu. Dimdik duran genç kız hiç sesini çıkarmadı, çok zarif bir el hareketi ile peçesini açıverdi.
Odaya bomba düşmüş gibi oldu.
Çok güzel bir yüz. İki harika göz. Delici, hesap soran, meydan okuyan bakışlar.
‘İşte yüzümü açtım, ne deprem oldu, ne ateş yağdı, ne salgın hastalık çıktı. Yüzümüzü peçeyle örtmemiz için dini bir zorunluk var mı? Hayır. Anadolu’da kadınlar peçeli mi? Peçeyle tarla sürülür, üzüm toplanır, inek sağılır, odun taşınır mı? Bu durum şehir bağnazlarının yarattığı, zorladığı, savunduğu bir görenek. Sizler bunun yanlışlığını, dayanaksızlığını görüyor ama kılınızı bile kıpırdatmıyorsunuz, böyle gelmiş böyle gitsin diyorsunuz. Bizi toplumdan uzak tutuyor, umacı gibi gezdiriyorsunuz. Yazıklar olsun! Ama bilin ki bu böyle gitmeyecek!’
Döndü, çarşafının eteklerini havalandırarak çıkıp gitti.
Kurul üyeleri bakıştılar ve anlaştılar. En iyisi bu olayı olmamış saymaktı. Sıradaki adayı çağırdılar. Sonuçta 8 Ermeni hanım, 63 erkek başarılı oldu. Erkekler arasında Muhsin Ertuğrul birinci gelmişti.” (Özdemir Nutku, Darülbedayi’nin Elli Yılı, s. 23/ Akt. Turgut Özakman, Diriliş Çanakkale 1915, 2. Basım, Mart 2008,Bilgi yayınevi, s. 36-37)
BİN YILIN BİRİKTİRDİĞİ HINÇLA YÜKLÜ İTİRAZ
Kadınlarımız, MÖ 1000-1200 yıllarından (yani anaerkil olan ilkel kabile toplumundan çıkış sürecinin başlangıcından) itibaren MS 1. bin yıllarının sonlarına kadar süren “askeri demokrasi” (Kahramanlık çağından) sonra yüzlerce yıl gittikçe gelişen feodal ilişkilerin ağır baskısı altında yaşadı. Ancak yukarıda sanata yönelen Osmanlı Türk kızımızın, Müslüman ve peçeli olması nedeniyle tiyatro okuluna alınmayan kızımızın itirazı bin yılın biriktirdiği hıncın şimşekleriyle yüklü bir itirazdır. Bin yıllık derin uykudan uyanış başlamıştır. Bin yıllık ağır baskı ve yok sayılmanın uzun yılları içinde uyuşmuş beyinler derin uykudan uyanmaya başlamışlardı. Artık macun tüpten çıkmıştı. Sorgulama başlıyordu. Sorgulama, soru sorma aydınlanmanın beyinde yarattığı ateşleme sonucu ortaya çıkan hak ve çıkarlar kıvılcımıydı. Kadınlarımızın zihinlerinde artık sarı bir soru ve sorgulama akrebi, ayça şeklindeki küt kuyruğunu sallayarak dolaşıp durmaya başlamıştı.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI KADIN HAREKETİNİ İVMELENEDİRDİ
Ekonomisi kötüyken bir de Osmanlı toprakları için savaşa giren ve böylece bir atımlık kalan sıkısını da bitiren Çarlık Rusya’sında emekçiler ve bilumum fakirlerin Çarı devirerek emekçi ihtilali yapmasının önüne geçmek, Çara bir hayat öpücüğü ulaştırmak amacıyla Çanakkale Boğazı’na yüklenen, o tarihe kadar görülmemiş büyüklükteki İtilaf armadası Boğaz’da kızılca kıyameti kopartıyor, deniz adeta tutuşuyordu. Osmanlı Devleti, vatan savaşının en civcivli günlerini yaşıyordu. Çanakkale savaşı ağzından alevler fışkırtan bir ejderhaya dönmüş, durmadan Mehmetçik yutuyordu. İstanbul’a vapurlar dolusu yaralı Mehmetçik akmaya başladı.
Cephe gerisinde de Osmanlı hanımları boş durmuyorlardı.
Dergiler çıkarıyor, dernekler kuruyorlardı.
Şimdi de cephenin ihtiyaçları için çalışmaya başlamışlardı.
KADIN HAREKETİ DEMOKRATİK MÜCADELESİNİ VATAN SAVAŞIYLA BÜTÜNLEŞTİRMİŞTİ
Kadınlar, vatan savunmasına yönelik örgütlerde çalışmaya başladılar.
“Birçok da işlik açmışlardı. Buralarda hem ordunun ihtiyacı olan dikim işleri yapılıyor, hem geliri olmayan kadınlara bir iş sağlanmış oluyordu.” (Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, s.72/ Akt. Akt. Turgut Özakman, Diriliş Çanakkale 1915, 2. Basım, Mart 2008,Bilgi yayınevi, s. 148)
Kadın hareketi doludizgin gelişiyordu. Toplantılar düzenliyorlardı. Gazete ve dergilerde yazılar yazıyorlardı. Kadın haklarını da savunmaktan, peçeyle, çarşafla, tacizle, sarkıntılıkla, kadını küçük gören kara ve bencil zihniyetle mücadeleyi de sürdürüyorlardı. Kadın Hareketi, demokratik mücadelesini vatan savaşıyla bütünleştirmişti.
Şimdi de kadınların çalışmasını, mesleki zorunluluk yüzünden bir erkeğe el sürmesini hoş karşılamayan bağnaz zihniyete rağmen gönüllü hemşirelik kursuna başlamışlardı.
İLERİCİSİ BÖYLE SOFUSU NASILDIR Kİ!?
İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri Mithat Şükrü Bey, epeydir kendini Sultan Ahmet Meydanı’na götürmesini, orada kendisine göstermek ve söylemek istediği bir şey olduğunu söyleyip duran eşi
Hatice Hanım’ın isteğini yerine getirdi. Kapalı arabayla meydana varıp indiler.
“Hatice Hanım, ‘Mithat Şükrü Bey…’ dedi. ‘… Ben Sultanahmet Camisini, dikili taşları, Aya Sofya Camisini iyice görmek istiyorum. Peçenin arkasından her şey soluk, gölge gibi, belirsiz, yarım yamalak görünüyor. Peçemi açıp bakabilir miyim?’
“Mithat Şükrü Bey’in aklı başından gitti. Çevreden birçok sarıklı, fesli erkek geçmekteydi. Tanıyanlar saygıyla selam veriyorlardı. İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri Mithat Şükrü Beyefendi’nin eşi Hatice Hanım’ın yüzünü açıp da bir Frenk kadını gibi çevreye baktığını görünce neler demezler, neler olmazdı! Yerinden zıpladı:
“Aman, hayır, sakın!”
DEVRİM DÖNEMLERİ KADINLARA OLAĞANÜSTÜ ÖZGÜVEN VERDİ
İşte bu ve bunun gibi dönemin “alt ve üst katlardaki kadınlar”ın ortak çalışması, dergilerde, derneklerde kamuoyu yaratma ve siyasi iktidar üzerinde baskı kuvveti olmaya çalışmaları semerelerini de verdi. İttihat Terakki iktidarının kurulmasında, Kurtuluş Savaşı’nın hazırlanmasında, Cumhuriyet Devrimi’nin başarılmasında kadınlarımızın emek ve katkıları küçümsenmeyecek kadar büyüklüktedir. Devrim dönemlerinin kadınlarında müthiş bir özgüven de vardı. 2 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de Kız Muallim Mektebi Edebiyat Öğretmeni Nuriye Hanım, işte aynı özgüvenle Atatürk’e, “Paşa Hazretleri, Türk kadınlığının ruhundaki büyük sızıyı açmak istiyorum. Türk kadınlığı içinde öyle bir sızı, öyle bir yara ve elem saklıyor ki, gizliyor ki, bunu ancak şimdi açabiliyoruz, Muhterem Paşa. Bu kadar büyük inkılaba sebep olan büyük ve muhterem şahsiyetleri yetiştiren analar, doğuran analar veyahut kardeşlerini her zaman sınır boylarına gönderen kadınlar, her zaman için öteden beri sefil bir haldedir. Onların erkekler gibi hür, muhterem ve temiz bir hakkı, onların da erkekler gibi hür ve mukaddes bir hakkı olmayacak mıdır?” şeklinde soru yöneltiyordu. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.15, s.56)
1908 Hürriyet Devrimi’ni alanlarda kutlayan Türk kadını bu bilinç ve birikimle artık Kurtuluş Savaşı’nda mucizeler yaratmaya hazırdı.
TÜPTEN ÇIKMIŞ MACUN
Kurtuluş Savaşı’nın Cumhuriyet Devrimi’yle taçlandırılmasında da kadının muazzam katkısı vardır. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’ne katkılarının karşılığını da almıştır. Birçok Avrupa ülkesinden çok önce seçme ve seçilme, Medeni Kanun gibi haklara kavuşmuştur.
Artık yuvasından çıkmış “macunu” tekrar “tüpe” geri koymak mümkün değildi. Atatürk devrimleriyle, Anadolu Aydınlanması ile elde edilen haklardan sonra hiçbir kuvvet kadını tekrar “kafes”e sokamazdı. Nitekim günümüzde de sokamamaktadır. 20 yıldır yaşanan çabalar, birçok kadınımızın çarşafa, türbana girmesine, örtünmenin artık bizim bir gerçeğimiz haline gelmesine rağmen kadın “kafes”e sokulamamaktadır. İşte, dışarda, sokakta kadın tek başına bir birey olarak toplumda yerini asla terketmemektedir.
İKİ KADIN HAREKETİ; HANGİSİ KADINI TEMSİL EDİYOR?
Ancak son dönemde ABD emperyalizminin ve Batı’nın ülkemize acımasızca ve haydutça abanması sürecinde iki kadın hareketi ortaya çıktı.
Birisi İstanbul Sözleşmesi odaklı…
Her 8 Mart’ta ortaya çıkıyor.
Geceleri sahne alıyor.
Neoliberal feminist, mandacı, fondaş ve mor kadın örgütlerinin her 8 Mart gecesi düzenledikleri gösterilerde erkek düşmanlığı, devlet ve millet düşmanlığı, LGBT propagandası, bedenin ve cinselliğin teşhir edildiği, hakaret ve küfür içerikli dövizler, saldırganlık ve kaos vardı. Giderek adileşen, marjinalleşen, kadın mücadelesinden ve halktan, gerçeklerden kopan bir hareket…
“Aile değiliz, kadınız, feminist isyandayız!”, “Namus mu kirletmeden duramam”, “Dağları delme Ferhat evi süpür”, “Hayvan eti yemeyin erkek eti yiyin”, “Feminist isyan her yerde”, “Namusumuzu kaybettik bulmayacağız”, “Vaj.m şekil, yolumdan çekil”, “Haftada en az 3 orgazm”, “Erkeklik Koronadan daha öldürücü”, Sakine Cansız fotoğrafları, “Gelsin Patriarşi Gelsin faşizm, Ben doğuştan itaatsizim”, “Bu gece (sutyen resmi) evde bıraktım, Memelere ve kadınlara özgürlük”, “Yılın en sürtüğü”, PKK ve Öcalan fotoğrafları gibi pespaye, kadınlıkla ilgisi olmayan pankartlarla, KHK’lıların serbest bırakılması, HDP’li Aysel Tuğluk’a ve PKK’lılara özgürlük, savaşa hayır nidalarıyla bölücü PKK/PYD terörüne geçit vermek gibi haince sloganlarla Batı’dan fonlanan grupların Mor kadın hareketi polis engeline takılınca dağılıp toz oluyor.
KADINI ALÇALTAN BİR FEMİNİZM SALGINI
Kadını alçaltan, kadın haklarıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan “feminist isyan” adı altında erkek düşmanlığı yapıyorlar.
Eylemlerin simgesi mor şemsiye…
Batı’nın kendi çürümüşlüğünü Türkiye’ye dayattığı LGBT+ bayrakları…
Bayrak bunlar olunca Türk bayrağına yer kalmıyor.
Kadın sorunlarına değinen tek bir sözcük yok!
Çare, çözüm önerisi yok!
Varsa yoksa devlet, millet, polis, Mehmetçik, erkek düşmanlığı…
Kadını alçaltan bir feminizm salgını!
Türkiye’de kadın gerçeğinden kopuk, milli olanlarla ipini koparmış, sorumsuz, Batıcı, emperyalist merkezlere göbeğinden bağlı, kadın hareketi tamamen cinsel kimliklere indirgenmiş, bunalımcı bir hareket…
“YÜKSELEN KADIN, YÜKSELEN TÜRKİYE”
Bir de Türk bayraklarıyla çözüm önerisi odaklı eylemler var.
Ankara’da Tandoğan’da “Yükselen Kadın, Yükselen Türkiye” sloganlarıyla yapılan eylemler…
“Kadına Üretim ve Girişim Desteği”, “Eşit Parasız Bilimsel Eğitim”, “Ucuz Güvenli Devlet Eliyle Kreş Hizmeti”, “Gündüz Kuşağı Programları Kadını Uyuşturuyor”, “Çalışma Hayatında Ayrımcılığa Son!”, “Kades Telefonda Can Güvende”, “Üreten Kadın Çağdaş Türkiye”, “Esma Çevik, Songül Yakut, Aybüke Yalçın Burada”, “Fatma Seher, Sabiha Gökçen Gördesli Makbule, Nezahat Onbaşı Dün Siz Bugün Biz!”
Pankart ve sloganlarıyla kadının gerçek sorunlarına odaklanmış, kadını yücelten eylemler…
Slogan ve pankartlara bakılınca hangisinin Türk kadınını temsil ettiği, hangisinin vatan, millet ve kadın düşmanı olduğu somut bir şekilde anlaşılıyor.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun! (2023)