KLASİK TÜRK MÜZİĞİ SARAY MÜZİĞİ MİDİR?

Atatürk’ü Ankara’da karşılayan Seymenlerin ve Ankaralıların kurduğu Ankara Kulübü Derneği’nin benim de korist olarak bulunduğum Anatolia Musiki Korosu 10. yılını Gençlik Parkında verdiği muhteşem bir konserle kutladı. Bütün salonu dolduran hatta ayakta konseri sonuna kadar izleyen seyirci en son Ankaralıların bir halk türküsü ve oyunu “Hüdayda” ile sanatçı ve seyircilerin katılımıyla coşkulu bir final yaptı. Sosyal medyada konser fotoğraflarımı paylaşırken yapılan bir tartışmanın açıklık kazanması için küçük bir araştırma yaptım. Açıkçası müzik eğitimi almadığım halde sadece izleyici olarak gittiğim koronun solo yapan bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum. Aslında müziğe olan tutkum TRT Çocuk Korosuna girdiğimde başlamıştı. Yıllarca okul hayatı ve yurtdışı ve yurtiçi çalışma hayatım nedeniyle fırsat bulamadığım müziğin tekrar hayatıma girmesiyle “ÖZ” müziğimizin içimize işleyen makam ve nağmeleri yıllarca yurtdışında yabancı müzikle şekillenmiş kimliğimi kendi özüne çekti. Tabii ki bir müzik üstadı değilim. Ama “Türk Sanat Müziği saray müziğidir. Türk müziğinin özü Türk Halk Müziğidir” tartışması beni bu yazıyı yazmaya mecbur kıldı.

Bu konuda yapılan yazı ve yorumları inceledim. Buna göre Klasik Türk Müziği, Klasik Türk Musikisi, Osmanlı’daki adıyla musıki veya günümüzde kullanılan adıyla Türk Sanat Müziği Türk kültürüne has makamlı bir müzik türü. Klasik batı müziği ve Hint müziği ile beraber dünya üzerinde süreklilik ve gelenek oluşturma bakımından mevcut birkaç klasik müzikten birisi olarak kabul edilir. İlk örneklerinin 10. Yüzyılda verildiği Klasik Türk Müziğine Türk Sanat Müziği deniyor. Batılılar tarafından adı üstünde Alaturka Müzik olarak da tanımlanan bu müzik türüyle özdeşleşmiş olan enstrümanlar kabak kemane, def, kanun, bendir ve tambura bu toprakların müzik enstrümanlarıdır. Klasik Türk Müziğinin kökenlerine gelince bu müziğin Fars ya da Bizans müziği etkileri ile şekillendiğine dair çok sayıda görüş belirtilse de Türk musikisinin kökeni 10. yüzyıla ve ANADOLU’ya dayanıyor. Solo ya da koro ile belli bir makamda okunan bu müzik türünün özellikleri şu şekilde sıralanabilir;

Her şarkı belli bir makamda okunur. 2- Şarkılarda hem ilahi hem de beşerî aşk anlatılır.

Dönemin en önemli musiki üstatlarından Abdülkadir Meragi’nin bu yıllarda kayıt altına alınmaya başladığı musıki notları, Türk müziğinin bilinen en eski teorik yazışmaları olarak öne çıkıyor. 10. yüzyıldan itibaren Klasik Türk Müziğinin pek çok tekkede, Enderun’da ve külliyede güçlü bir ekol olarak öğretilmesi de bu müzik türünün doğrudan Türk kültürüne ait olduğunu ispatlıyor. Ud, tambur, kanun, keman, klasik kemençe gibi enstrümanların yürek titreten tınılarıyla beslenen musikinin günümüzdeki şeklini aldığı yer ise Osmanlı Sarayı. Özellikle Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 16. yüzyıldan itibaren büyük bir derinlik kazanan Türk musıkisi, o tarihlerde yaşanan sanatsal ve bilimsel gelişmelerden besleniyor ve günümüzde dahi gönülleri titreten makamlar bu yıllarda ortaya çıkıyor. Şiirle iç içe gelişen Türk musıkisi 17. yüzyıl sonlarına dek Doğu müzisyenlerinin katkılarıyla da zenginleşiyor. IV. Muradın Doğu seferleri sonrasında saraya kazandırılan Doğulu müzik insanlarının musikiye yeni makamlar ve nağmeler kazandırması, Türk musıkisinin en unutulmaz eserlerinin bestelenmesi için zemin hazırlıyor. 18. Yüzyıldan itibaren ise musıkide Batı etkisi ortaya çıkıyor. Barok ve Rokoko akımlarının etkisiyle yeni bir soluk kazanan musıki, bu asırda Doğu- Batı sentezinin en özel örneklerine imza atıyor. İsmail Dede Efendi ve Itri gibi dev isimlerin yaşadığı bu çağ, Türk musikisinin zirve yaptığı dönemler arasında kabul ediliyor.

Tanzimattan Bugüne Türk Musıkisi

Tanzimat Fermanı’nın ilanı, Osmanlı Devleti için pek çok konuda olduğu gibi, musıki alanında da bir dönüm noktası olarak etki ediyor. Tanzimat sonrasında “Romantik Dönem”e giren Türk musıkisi, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar duygu dolu eserlerle varlığını sürdürüyor. Cumhuriyetin ilanından sonra ise Türk musikisi modern döneme giriyor ve iki kola yarılıyor. Cumhuriyetten sonra ortaya çıkan “Türk Sanat Müziği” ki sadece saray müziği olmadığı ve Türk geleneklerinden gelen bir müzik türü olarak gelişimini böyle sürdürüyor. TSM klasik Batı akımlarının etkisiyle şekillenen ve klasik müzik makamlarını kullanan bir yan tür olarak kabul ediliyor. Klasik musıki ise günümüzde akademik düzeyde çalışmalar yapan üstatların eserleri sayesinde varlığını sürdürüyor. Acem, Acemkurdi, Arazbar, Buselik, Hicaz, Neva gibi farklı makamları bulunan Türk musıkisi, coşkulu ve derin duygulara hitap eden manevi yönü sayesinde halen Türk halkının gönlünde apayrı bir yer tutuyor ve Türk kültürünün vazgeçilmez unsurları arasında yer alıyor. 

Özetle bağlı bulunduğum ANATOLİA MUSIKİ KOROSU‘nda icra ettiğimiz Türk kültürüne ait Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Hafif Müziği eserleri ve kahramanlık türküleri  ÖZÜMÜZE, kültürümüze beni daha da yakınlaştırdı. İcra ettiğimiz eserin altına “sarayda mı doğdunuz Türk Sanat Müziği bizim kültürümüz değildir, sadece Türk Halk Müziği bizim kültürümüzdür. Türk halkının sorunlarını dile getirmez” denilen, bu denli tarihi ve kültürel aşamalar geçirerek şekillenmiş ve sadece bize ait olan Türkçe müziklerin ister halk müziği ister sanat müziği olsun “saray müziği ithamıyla” karşı karşıya kalması bu camiada emek veren, tüm besteci, söz yazarı, saz sanatçısı, koro şefi ve sanatçılara yapılmış en ağır haksızlıktır.

ALATURKA MÜZİĞİN YASAKLANMASI

Atatürk’ün hakkında uydurulan karalamalardan biri de Türk Sanat Müziğini yasaklamış olduğudur. Hikâye şöyledir:

Atatürk’e derin bir saygısı olan Hafız Yaşar Okur 1886’da doğmuş, 1908’de Güzel Sanatlar Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Columbia, Lirfon, Odeon, Orfeon gibi dönemin ünlü plak şirketlerine 10002’i aşkın şarkı ve gazel kaydı yaparak yurt çapında ün kazanan Yaşar Okur halifeliğin kaldırılmasından sonra yüzbaşı rütbesiyle Cumhurbaşkanlığı İnce Saz Heyeti Şefliğine getirilmiş Atatürk tarafından binbaşılık rütbesine yükseltilmiştir. Atatürk’ün özel yaşamında onun çok yakınında bulunan Hafız Yaşar Okureski anılarında olayı şöyle anlatmış, “Gün gelir bakarsın birtakım kötü niyetliler Atatürk’ ü karalamak için onun geleneksel sanat müziğimizi küçümsediğini, hatta yasakladığını söylemeye kalkışırlar. Bu belgeler yeri geldiğinde elimizde bulunmalı” demişti.

Atatürk’ün İstanbul’u tefrişlerinde bazı seçkin aileler bulunurlardı. Bir aralık Atatürk Nesip Efendiyi çağırdı: “Aç şu radyoyu bakalım” dedi. Tesadüfen programda Atatürk’ün pek sevdiği Nihavend Faslını müteakip iki bayan solo şarkılar okumakta idiler. Bir şarkının miyanında bir karışıklık oldu. Şarkıya başka sesler ve öksürükler karıştı. Atatürk bu hale sinirlenerek “Mikrofon başında bu ne rezalet efendim” diye radyoyu kapattı. Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya ile aralarında görüştüler. “Nedir bu rezalet, Ayıp değil mi? Bütün dünya dinliyor” demiş ve saz heyeti radyoda lağvedilmiştir. Yalnız halk türkülerinin çalınmasına müsaade edilmiştir.

Bu süreçte 1934’lerde müzikte alaturka- alafranga tartışması açıldı.  1926 yılında Darülelhan’daki Türk musikisi bölümünün kapatılması ile başlayan tartışma, Türk Sanat Müziği’nin 2 Kasım 1934’de radyolarda çalınıp söylenmesine getirilen yasakla daha da alevlendi.

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya 2 Kasım 1934’de bir genelge yayımlayarak radyolarda alaturka müziğin çalınmasını yasaklamıştır. Bu yasak 8 ay sonra Atatürk tarafından kaldırılmıştır. Atatürk’ün “alaturka müziğe” karşı olduğu gibi bir durum yaratılmış, bu müziğe hayranlık duyan çevrelerin Atatürk’e soğuk bakmasına uğraşmışlardır. Atatürk Türk müziğinin gelişmesi için Türk çalgı aletlerinin kullanılmasını teşvik etmiş ve yalnızca Türk topraklarında değil, tüm dünyada dinlenebilir Türk müziği yaratılmasını hedeflemiştir. Müziğin kültürel kimliğin korunmasında, tanıtılmasında, diğer kuşaklara aktarılmasındaki önemini de göstermiştir. Atatürk’ün müzik anlayışında Türk müziğinin evrensel müzikte yerini alabilmesi için üzerinde durduğu üç husus vardı. “ÖZDE ULUSALLIK, YÖNTEMDE ÇAĞDAŞLIK VE NİTELİKTE EVRENSELLİK”. Atatürk müziğe, sanatçıya büyük önem ve değer vermiştir. Rumeli Türkülerini dinlemekten çok hoşlanmasına rağmen müzik türlerinden her eseri severek dinlemiştir. Atatürk’e göre musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir, müzik hayatın neşesi, ruhu sevicidir.

Türk kültürüne ve özüne her alanda yapılan saldırılara karşı müziğimizin ve geleneklerimizin yaşatılması için elimizden geleni yapmalıyız. TSM icra edenlere de saray müziği yapıyorlar diyenlere karşı dikkatli olmalıyız.  BİLİYORUZ Kİ HER ALANDA GEÇMİŞİMİZİ BİZE UNUTTURMAYA ÇALIŞIYORLAR ARTIK BU ALANDA DA BÖLÜNMEYELİM LÜTFEN.

TÜRK HALK MÜZİĞİ DE BİZİM, TÜRK SANAT MÜZİĞİ DE BİZİM, TÜRK HAFİF MÜZİĞİ DE BİZİM.

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.