Tarımsal eğitim 175 yılda Türkiye’ye ne öğretti?

İstanbul Yeşilköy’de 1846 yılında açılan Ayamama Ziraat Mektebi’nin 1800’lerin sonlarındaki görünümü. (Yıldız Albümleri, İ.Ü. arş.)

Tarım devriminin doğumuna tanıklık eden bu topraklarda tarımsal eğitimle ilgili hikâye, bundan tam 175 yıl önce İstanbul Yeşilköy’deki bu binada başladı. Osmanlı yönetiminin yaptığı ticaret anlaşmalarıyla Avrupa mallarının pazarı haline gelerek ezilen Anadolu’daki yerli üretimi canlandırmak için atılan adımlar tarımsal eğitimin de temelini oluşturdu. Ayamama Ziraat Mektebinin açıldığı gün olan 10 Ocak, tarımsal öğretimin başlangıcının kutlanması kadar, tarımın sorunlarının da konuşulduğu bir anma haftasını başlatıyor. Tarım Haftası’nda eğitimden üretime bu toprakların hafızasına kulak verdik…

Anadolu coğrafyası incirden üzüme, zeytinden kiraza, buğdaydan baklagillere birçok tarımsal ürünün gen merkezi olarak biliniyor. Avcı toplayıcılıktan üretime geçişin temellerinin atıldığı tarım devriminin öyküsü Mezopotamya ve bu topraklarda başladı…

Çayönü, Çatalhöyük, Gözlükule gibi neolitik yerleşimlerin temelinde su kaynakları, verimli topraklar ve tohum vardı…

Hititler Toroslar’dan Orta Anadolu coğrafyasına dağı taşı buğday başaklarıyla ve üzüm salkımlarıyla süslenmiş tanrısal rölyeflerle donattılar…

Antik çağ Anadolu’su Yunan ve Roma kentlerini de besleyen bir coğrafyaydı. Zeytinyağı bugünün petrolü gibiydi. Anadolu’nun Ege ve Akdeniz kıyılarındaki antik dönem liman kentlerinin denizlerinde bugün bile zeytinyağı taşınan amforalar çıkmaktadır.

ANADOLU’DA TARIM AMAÇLI YUNAN KOLONİLERİ DÖNEMİ

İnsanları beslemenin en önemli sorunlardan biri olduğu antik Yunanistan’da kısıtlı tarım arazileri yüzünden fazla nüfus Anadolu’da kurulan kolonilere aktarılıyordu. Aşkım Özdizbay, “Eski Yunan’da Tarım” adlı kitabında,  bu süreci şöyle özetliyor: “Sonuçta Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında birçok yer, M.S. 750-550 yılları arasında Yunan kolonistler tarafından iskân edildi. Yerleşilecek bölgelerin tarıma elverişliliği, kolonistlerin kararlarında etkin rol oynadı. Anadolu kıyılarındaki şehirlerde ise bu tür bir problem söz konusu değildi. Toprakların verimliliği, iklimin yumuşaklığı ve arkalarındaki geniş hinterland, beslenme konusunda fazla sıkıntı çekmelerini engellemişti. Buna karşılık, M.Ö. 6. yy’da Lidya devletinin genişlemesi ve Batı Anadolu’daki Yunan kentlerinin topraklarını tehdit etmesi, bu şehirleri koloni kurmaya sevk etmişti.

BOĞAZ KUŞATILINCA ATİNA AÇLIK TEHLİKESİ YÜZÜNDEN TESLİM OLDU

Atina, tahılını Pontos yöresinden, özellikle Bosphoros Krallığından ve Küçük Asya’nın Maiandros Ovasından sağlıyordu… Bu yüzden Atina Hellospntos’u (Çanakkale boğazı) e Pontos Euksenios’u (Karadeniz) kendisine tahıl sağlaması için devamlı kontrol altında tutmaya çalışıyordu… Korint savaşı sırasında (M.Ö. 395-386) sırasında Persler ve Spartalılar’ın Hellespontos’u (Çanakkale Boğazı) ablukaya alması sonucu aç kalma tehlikesiyle karşılaşan Atina teslim olmak mecburiyetinde kalmıştı.” (Aşkım Özdizbay, ‘Eski Yunan’da Tarım’. Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İstanbul-2004. sf. 29-30)

Roma döneminde M.S 129-130 yıllarında Antalya-Demre sahilinde, Andriake limanında inşa edilen dev Granarium, Anadolu’da üretilen tahılın depolandığı ambarlardan biriydi. Aynı dönemde önemli bir liman kenti olan Patara’da da büyük bir granarium inşa edilmişti.

Antalya’nın Demre ilçesinde yer alan antik Andriake limanındaki tahıl deposunun (granarium) 19. yüzyıl başlarındaki görünümü. (İtalyan asıllı ressam Luigi Mayer’in bir çizimi.)

Antalya’nın Demre ilçesinde yer alan antik Andriake limanındaki
tahıl deposunun (granarium) 19. yüzyıl başlarındaki görünümü.
(İtalyan asıllı ressam Luigi Mayer’in bir çizimi.)

HEM BİZANS HEM DE OSMANLI’DA VERGİ YÜKÜNÜ ÇİFTÇİLER TAŞIDI

Anadolu’daki tarımsal üretim kültürü Doğu Roma (Bizans) ve Osmanlı dönemlerinde de hep önemli oldu. Hem Bizans’ın hem de Osmanlı’nın en fazla vergi yükü yüklediği kesim çiftçilik yapan köylülerdi. Bir başka deyişle şatafatlı ve gösterişli sarayların ve kılıç sallayarak yeni topraklar fethetmek için kullanılan orduların varlığı bir anlamda Anadolu topraklarında çift süren öküzlerin boynuzlarına bağlıydı.

DAĞLARDA KEÇİ VE ZEYTİN, OVALARDA KOYUN VE BUĞDAY

Buğday ile koyun Orta Anadolu’nun, keçi ve orman ürünleri ise Torosların dayanağıydı. Safrandan meyan köküne, meşe palamudundan günlük reçinesine birçok ürün ihraç ediliyordu. Bugün adı yalnızca Safranbolu ile anılır olsa da bir zamanlar Anadolu’nun birçok bölgesinde safran yetiştiriciliği yapıldığı antik kaynaklarda belirtiliyor. Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon, ‘Geographika’ adlı eserinde bugün Mersin’in Silifke ilçesinde, Narlıkuyu’nun hemen kuzeyinde yer alan Cennet-Cehennem obruklarından cennet olarak anılanında iyi cins bir safran yetiştiği bilgisini veriyor.

AVRUPA MALLARININ AÇIK PAZARI HALİNE GELEN ANADOLU

Büyük savaşlar ve büyük acılar gören bu toprakların direncinde tohum ve su hep önemli oldu. Binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan ve kol gücüne dayanan üretim kültürü, sanayi devrimiyle birlikte gelişen makineleşmeyle büyük dönüşüm geçirmeye başladı. Avrupa’da gelişen sanayi devrimine seyirci kalan Osmanlı yönetimi, 19. yüzyılda yabancılara verilen imtiyazlar nedeniyle Avrupa mallarının açık pazarı haline gelmişti.

İstanbul Üsküdar’da bir çarşı. (19. yy. sonu, Yld. Alb. İ.Ü. arş.)

EL EMEĞİNİN MAKİNE ÜRÜNLERİNE YENİLDİĞİ YILLAR

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, bu dönemi şöyle anlatıyor: “1838 yılında ve sonraki yıllarda Babıali (Osmanlı yönetimi) ile Avrupa’nın büyük devletleri arasında imzalanan ticaret muahedeleri (antlaşmaları) Avrupa’nın makine mamulleri karşısında Türkiye’nin el ve tezgâh mamullerinin ezilmesine sebep olmuştu. Topraklarının bir kısmı ile Avrupa devleti olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunu ekonomi yönünden yarı sömürge haline getiren başlıca sebep, Osmanlı cemiyetinin sahip olduğu dünya görüşü idi. Cemiyetin bilhassa Müslüman halkı, sözde, dine istinat ettirilen, mesnetsiz ve manasız bir kanaat felsefesine sarılmış bulunuyordu.” (Osmanlı Tarihi, TTK Yayını, 7. cilt, sf:254)

MESLEKİ EĞİTİM ÇABALARI VE İLK ZİRAAT OKULU

Bu dönemde Osmanlı’da eğitimden sağlığa, askeriyeden tarıma, ormancılıktan idareci yetiştirmeye kadar birçok alanda yenilikler getirilerek Avrupa ile Osmanlı coğrafyası arasındaki açılan makasın kapatılması için çabalar harcanıyordu. Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) açılan eğitim mesleki eğitim kurumları arasında askerlik, tıp ve haberleşme alanında eğitim veren okulların yanında ormancılık ve ziraat okulları da vardı.

İstanbul Yeşilköy’de 1846 yılında açılan Ayamama Ziraat Mektebi’nin 1800’lerin sonlarındaki görünümü. (Yıldız Albümleri, İ.Ü. arş.)

İstanbul Yeşilköy’de 1846 yılında açılan Ayamama Ziraat Mektebi’nin
1800’lerin sonlarındaki görünümü. (Yıldız Albümleri, İ.Ü. arş.)

‘TÜRKLER YABANCILARIN SERMAYE BEKÇİLİĞİNİ YAPIYORDU’

Ancak Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle geçimini topraktan sağlayan halkın tarımdaki yeniliklerden yararlanmasına olanak yoktu: “Türkler yabancılara ham madde yetiştiriyor, onların sermayelerinin bekçiliğini yapıyor ve karşılık olarak eline geçen para ile yabancı mamulleri satın alarak geçiniyorlardı.” (Karal, Z. E. age.)

AYAMAMA ZİRAAT MEKTEBİ AÇILIYOR

İstanbul Yeşilköy’de 1846’da açılan (Bazı kaynaklarda 1847 olarak veriliyor) ‘Ayamama Ziraat Mektebi’, Türkiye’de tarımsal eğitimin kurumsal anlamdaki ilk başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ayamama’daki ziraat okulunu Halkalı Ziraat Mektebi Bursa Ziraat Mektebi (1891) ve (1891) izledi.  Bu dönemde ayrıca 1881’de Edirne’de, 1887-88’de ise Selanik’te ‘Hamidiye’ adıyla ziraat mektepleri kuruldu. Bu mektepler aynı zamanda “numune çiftlikler” olarak tarımsal üretimde örnek olma amacındaydı.

Halkalı Ziraat Mektebi, 19. yy. sonları. (Yıldız Albümleri, İ.Ü arş.)

10 OCAK TARİMSAL EĞİTİMİN YILDÖNÜMÜ VE TARIM HAFTASI

Ayamama’daki ziraat okulunun açıldığı tarih olan 10 Ocak, günümüzde Türkiye’de Tarımsal Eğitim ve Öğretimin yıldönümü olarak çeşitli etkinliklerle anılıyor. Aynı zamanda 10 Ocak’la başlayan hafta, ülkenin köklü meslek örgütlerinden biri olan Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) tarafından ‘Tarım Haftası’ olarak kutlanıyor.

Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’nde kimya dersi.

MEMLEKET SANDIĞINDAN TARIM KOOERATİFLERİNE

Cumhuriyet döneminde tarıma verilen önem hem eğitim anlamında hem de üretimde önemli adımlar atıldı. Kamu eliyle örnek çiftlikler kurularak üretimde topluma öncülük yapılırken, tohum ıslahı konusunda da önemli çabalar ortaya konuldu. 1925’te ‘Orman Çiftliği’ adıyla kurulan Atatürk Orman Çiftliği ile 1937’de kurulan ve ileride TİGEM adını alacak olan Zirai Kombinalar, 1938’de kurulan Toprak Mahsulleri Ofisi, 1944’te kurulan Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) ve 1952’de kurulan Et ve Balık Kurumu Cumhuriyet döneminde tarıma verilen önemin somutlaşmış sonuçları arasında yer alır. Kökleri Osmanlı döneminde Mithat Paşa’nın girişimleriyle kurulan ‘Memleket Sandıkları’na dayanan, Cumhuriyet döneminde de 1924, 1929 ve 1935 yıllarında yapılan yasal düzenlemelerle desteklenerek geliştirilen, Tarım Kredi Kooperatifleri de 1972 ve 1977’de merkez birliğinin kurulmasıyla ülke genelinde örgütlenmişti.

TARIM DEVRİMİNİN BAŞLADIĞI COĞRAFYA NASIL İTHALATÇI OLDU

Bundan yaklaşık 12 bin yıl önce bütün dünyanın tarihsel ve kültürel akışını değiştiren tarım devriminin ortaya çıktığı bir coğrafyada yer alan Türkiye birçok tarımsal ürünün gen merkezi olmasına rağmen kendi topraklarında üretebileceği ürünleri ithal eder hale geldi.

175 YILLIK TARIMSAL EĞİTİM ÖYKÜSÜNDE BUGÜN NEREDEYİZ?

Bu yıl Tarımsal Eğitim ve Öğretimin 175. Yıldönümü buruk kutlanıyor. Aslında son birkaç yıldır tarımdaki olumsuz tablo, her şeye rağmen üretmekte direnen üreticinin ve sektörü ayakta tutmak için gecesini gündüzüne katarak çaba harcayan ziraat mühendislerinin enerjisini yok ediyor.

Halkalı Ziraat Mektebinde bir sınıf.

İKTİDAR ‘TARIMDA AVRUPA’DA 1 NUMARAYIZ’ DİYOR

Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli olmak üzere ülkeyi yönetenler tarımsal hasılada Türkiye’nin Avrupa’da bir numara, dünyada ise ilk 10 ülke içinde olduğunu açıklasalar da mutfakta kaynayan tencere ile fırında pişen ekmeğin maliyeti aynı şeyleri söylemiyor. Bir yumurtanın neredeyse bir ekmek fiyatına ulaştığı, en temel gıda ürünlerinden biri olan ay çiçek yağının bile litresinin 20 lirayı aştığı bir dönemde Türkiye’nin Rusya’dan buğday ithal edip Irak’a makarna ve un satması doğru bir tarımsal politika değil.

TARIM HAFTASINDA ZİRAAT MÜHENDİSLERİNE KULAK VERELİM

Bugün Türkiye’de 43 üniversitede ziraat mühendisliği eğitimi veren fakülte bulunuyor. Ancak Ziraat Mühendisleri de tarımdaki sorunlardan yana dertli. Yazının sonunda sözü Ziraat Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Hasan Çobancı’ya bırakalım.

ZİRAAT, MİLLİ EKONOMİNİN TEMELİ YAPILDI, TÜRKİYE KENDİNE KENDİNE YETEN ÜLKE HALİNE GELDİ

Görsel Kaynağı için tıklayınız

Tarımsal Öğretimin 175. Yıldönümü çerçevesinde 11 Ocak’ta Samsun Atatürk Onur Anıtında kentteki ilgili meslek odalarının temsilcilerinin de katılımıyla düzenlenen anma töreninin bir basın açıklaması yapan Çobancı, Atatürk’ün “Milli Ekonominin Temeli Ziraattır” ilkesinin, ülke tarımının sektör haline gelmesini sağladığına işaret ederek Türkiye’nin tarımsal üretimde kendi kendine yeten bir ülke haline geldiğini anımsattı.

1980’DEN SONRA TARIMDA ŞOK ETKİSİ YARATAN SÜREÇ

Açıklamasında, 1980’den sonra uygulanan liberal politikalar ile IMF ve Dünya Bankası gibi emperyal güçlerle yapılan anlaşmaların tarım sektöründe şok etkisi yaptığını ve bugünlerin dışa bağımlı tarım sektörünün alt yapısını hazırladığını dile getiren ZMO Samsun Şube Başkanı Hasan Çobancı üretim seferberliği çağrısında bulunduğu açıklamasında şunları dile getirdi: “Dünyanın her tarafında doğası gereği desteğe ihtiyacı olan çiftçi bu anlaşmalara göre desteklemelerden mahrum bırakılmıştır. Tarımda yeniden yapılandırma projeleri adı altında, üreticiyi destekleyen tüm ‘Tarımsal KİT’ler kapatılmış ve yağmalanmış, üretici desteklemelerden mahrum bırakılmış, tüccar karşısında savunmasız hale düşürülmüştür. Gümrükler sıfırlanmış, A’dan Z’ye tüm tarım ürünleri ithal edilmiş çiftçinin rekabet gücü kırılmıştır.

Samsun’daki anma töreninden bir görünüm. (ZMO)

‘EKİLEMEYEN ARAZİLER BELÇİKA’DAN BÜYÜK’

2006 yılında çıkartılan 5488 Sayılı Tarım Kanunu’nun 21. Maddesindeki ‘tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı’ hükmüne rağmen, hiçbir zaman bu oran gerçekleşmemiştir. Bu durum çiftçinin ektiğinden para kazanamaz hale gelmesine, girdi fiyatlarındaki artışa bile yetişemez duruma gelmesine sebep olmuştur. Kredisini ödeyemeyen çiftçinin tarlasına, traktörüne el konulmuş, üretim yapamaz hale getirilmiştir. Geçinemeyen çiftçi tarlasını ekemez duruma gelmiş ve üretimi terk etmek zorunda kalmıştır. Çiftçiliği bırakanların sayısı son 15 yılda yüzde 23’e ulaşmıştır. Ekilemeyen arazi büyüklüğü de Belçika’nın yüz ölçümünü geçmiştir.

‘PARAMIZ VAR Kİ ALIYORUZ’ ZİHNİYETİ PANDEMİ İLE İFLAS ETTİ

İçinden geçtiğimiz pandemi sürecinde tarım ürünlerinin, gıdanın ve beslenmenin önemi daha iyi anlaşılmıştır. ‘Paramız var ki alıyoruz’ zihniyeti bu dönemde iflas etmiş, her ülke ürettiğini kendi halkı için saklamıştır. Bugün yaşananlar tarım sektörünün asla ihmal edilemeyeceği gerçeğini ortaya koymuştur. Dışa bağımlı bir tarım sektörü bu ülkenin geleceği olamaz. Tarımda derhal bir üretim seferberliği başlatılmalı, gecikmeksizin somut önlemlerle üretim ekonomisine geçilmelidir.”

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.