29 Ekim 1923: 1920’de doğan çocuğun adının konması

Alman İktisatçı Fritz Neumark, “Türkler pek farkında değil ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır. Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz.” Gerçekten de tarih boyunca insanlık tarihine yön vermiş imparatorluklar ve dünya dengelerini belirlemiş büyük devletler kurmuş ender kavimlerden olan milletimizi tarihin geçmiş film şeridinde izlemeye alırsak, geçmişin karanlıklarına gidildikçe milletlerin birer birer ortadan kalktığını, onun varlığının ise ancak atlı çoban kültürünün başlangıçlarında barbar halklara karıştığını görürüz.

Günümüzden 6.000 yıl önce atlı çoban kültürünün ilk yaratıcıları olarak vahşi at sürülerini ehlileştirmeye başlayanlar kök atalarımız, Prototürkler (Öntürkler) İskit-Sakalardır. Bilindiği gibi nehir boylarında ve göl kenarlarında medeniyeti şekillendiren halkların en büyük eksiği devlet kuruculuğundaki yeteneksizlikleriydi. Devlet kuruculuğunun dinamizmini ise atlı çoban kültürü veriyordu. O da kök atalarımızdaydı. Medeniyet yaratıcıları devlete kavuşmak için atlı çobanların üzerlerine çökmesini beklemek zorunda kaldılar. Ünlü Macar tarihçi v e Türkolog’u Raşonyi’nin dediği gibi tarihi ve toplumsal olarak atlı çoban kültürü onlardan ileriydi. Tarihin zaman tünelinde gezintiye çıkın, göreceksiniz ki, 250 yıl geriye giderseniz Amerikalı diye bir şey bulamazsınız; 700 yıl geride Rus da kalmaz; 1200 yıl gerilerde İngiliz’in de esamisi okunmaz; 1700 yıl gerilerde Fransıza rastlayamazsınız; 2000 yıl gerilerde ise Alman da kaybolur. Ama 6.000 yıl geride bile İskit-Saka diye Öntürklerle buluşabilirsiniz.

İşte gene tarihi bir yıldönümünde, makus bir tarih kırılması olan 1699 Karlofça’sından itibaren “Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkıldığı” bir tarih dönemecinde, ilk büyük savaşı müteakiben Mazlum Milletleri derinden etkilemiş ve onlara meşale olmuş bir devrimle tarih sahnesine çağdaş bir görünüşle çıkmasının, feodal bir monarşiden kendi benliğine uygun “kimsesizlerin kimsesi”ni inşa etmesinin 102’inci yıldönümünü bilincimize çıkarıyoruz.       

EMPERYALİSTLERİN İSTANBUL’DA MECLİSİ

KAPATARAK MUSTAFA KEMAL’E VBERDİKLERİ TARİHİ FIRSAT

İngiliz emperyalizmi 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal ettiğinde son Osmanlı Meclisini, Mebusan Meclisi’ni dağıtarak Mustafa Kemal’e tarihi bir fırsat vermişti. 33 günlük moladan sonra 23 Nisan 1920 tarihinde emperyalistlerin takibinden kurtulabilen Mebusan Meclisi milletvekilleri, Mustafa Kemal’in Ankara’da topladığı Büyük Millet Meclisi’ne (BMM’ne) katılmak üzere, oğul çıkararak Kurtuluş Savaşı’nı yönetecek kadroları yaratmak için bal arılarının bal peteğine doğru uçuşu gibi Ankara yollarına düşmüştü. Bu büyük ve tarihi bir devrimdi. İlan edilmemiş, adı konmamış Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasıydı. Cumhuriyet’in temeli ve esası olan milli hakimiyete dayalı BMM açılmıştı.

Ancak nesnel şartlar nedeniyle devletin adını koyamadık.

Meclis çatısı altında ve Anadolu halkı arasında hala padişaha, saltanata ve monarşiye bağlı önemli bir kitle vardı. İç cepheyi sağlam tutmak, safları sıklaştırarak milli birlik ve beraberliği düşmanın karşısına granitten bir kaya gibi dikmek amacıyla Cumhuriyetin adı bile ağızlara alınmamıştı. Önce evimize sahip olmak gerekiyordu. Cumhuriyetin telaffuzu evin içinin dizaynıyla ilgiliydi. Ve önceliği yoktu.

İşte 3,5 yıl sonra gündeme ve öncelikli mesele haline gelen devletin adının konması meselesi 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanıyla taçlandı.        

MİLLİ EGEMENLİĞE DAYANAN MİLLİ

MECLİSİN KURULUŞU BİR DEVRİMDİ, CUMHURİYETİN TA KENDİSİYDİ

Ankara’da 23 Nisan 1920 tarihinde açılan ve kayıtsız şartsız milli egemenliğe dayanan Büyük Millet Meclisi, bir devrimdi; Cumhuriyet’in inşa edilmesiydi, Cumhuriyet’in fiilen kurulmasıydı.

Ancak adı konmamıştı. Toplum hazır olmadan, nesnel ve öznel şartları oluşmadan hiçbir toplumsal ve siyasi atılım gerçekleştirilemez. Bu nedenle Cumhuriyet, üç aşkın süre Mustafa Kemal’in vicdanında milli bir sır olarak kaldı. Kurulan Milli Hükümet, Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kurulan ordu,

Osmanlı ordusu değil, ‘Büyük Millet Meclisi Orduları’ydı.

29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetimizin adını koyduk, ilan ettik.

Cumhuriyetimizi İstiklal Savaşı ile kurduk.

İstiklal Savaşı ile hem zalim emperyalistleri yendik hem de saltanatı yıktık.

Mustafa Kemal’in önderliğinde İstiklal Savaşı ile yurdumuzun bütünlüğünü sağladık.

Cumhuriyet Bayramı’nın şenliklerle kutlanması, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşunun hatıralarını, değerlerini ve kültürünü yaşatma iradesi ve kararlılığı demektir.

Cumhuriyeti’mizin kuruluşunun ve ilan edilişinin 102’inci yıldönümünde, gene yurdumuz, Cumhuriyetimiz, hürriyetimiz ülkemizi dört bir yandan askeri üs ve tesislerle kuşatan ABD-İsrail tehdidi altındadır. Cumhuriyet’in kuruluş ve ilan edilişinin 102’inci yılında gene Cumhuriyet mevzilerindeyiz.

Bugün Cumhuriyeti savunmak, Vatan Savaşı veren Mehmetçik ve polisimizle aynı saflarda olmak demektir.

Bugün Cumhuriyetimizi savunmak demek, kahraman Filistin halkı ve onun korkusuz, ölümü göze almış yiğit savaşçıları HAMAS ile aynı mevzilerde, Suriye’nin kuzeydoğusundaki terör yuvası YPG-SDG’ye karşı saflarda, Doğu Akdeniz’de ABD-İsrail cephaneliği haline getirilmiş olan Güney Kıbrıs’a karşı KKTC saflarında yer almak demektir. Çünkü, Gazze düşerse KKTC düşer, KKTC düşerse Gazze düşer. KKTC ve Gazze Türkiye’nin ön cephesidir.

Bugün Cumhuriyet saflarında olmanın, Cumhuriyeti savunmanın yolu, ülkemizin üzerine çullanan ABD ve İsrail Siyonizm’ine karşı Batı Asya ülkeleri ittifakı zemininde “TRÇ (Türkiye-Rusya-Çin) ittifakı”nı gerçekleştirmekten geçer. Bugün Cumhuriyeti savunmanın yolu, ümüğümüzü sıkarak soluğumuzun kesilmeye çalışılmasına, ikmal yollarımızın kesilmeye çalışılmasına karşı KKTC’yi Türkiye Cumhuriyeti’nin 82’inci kenti yapmaktan geçer.  

Yunus Nadi’nin dediği gibi, “Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı demek, Türk devrim ve kurtuluşunun hatıralarını kutlama şenlikleri demektir. Yakın maziye ait bu hatıraları daima ve bütün tazeliğiyle muhafaza ederek canlı yaşatmak ise Türk istikbâl ve istiklâlinin her tehlikeden korunmasını teminat altında bulundurmak demektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi az kalsın Türkiye’yi de beraber sürükleyip yok oluşa götürecekti. Türklük ancak milli istiklâl fikrine dayanarak kendini kurtardı ve bu istiklâl, Cumhuriyet oldu. Daha doğrusu sonradan resmen de ilan edilen bu istiklâl esasen cumhuriyetti. Bu noktaları vatandaşların ve bilhassa gençliğin göz önünde bulundurması lazımdır.” (Yunus Nadi, Cumhuriyet, 29 Ekim 1931)

Cumhurbaşkanlığı seviyesinde İsrail Siyonizmi’nin nihai hedefinin Türkiye olduğu ifade edilmiştir. Ancak bu tehdidin önüne almak düşmanın yanında durmakla mümkün değildir.

Önümüzdeki Cumhuriyet görevleri ve sorumlulukları, istiklalimizi ve toprak bütünlüğümüzü, milli güvenliğimizi iç ve dış hatlarda güvence altına almaktır. Bu görevlerin özü, Cumhuriyetimizin ekonomik temelini üretim odaklı bir ekonomi hedefine oturtmaktır.

Cumhuriyetimizin ilan edilişinin 102’inci yıldönümü kutlu olsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir