“Avrupa ABD’nin siyasi kölesi oluyor”

İtalya’nın ünlü tarihçisi Prof. Dr. Cardini Aydınlık’a konuştu: Avrupa ABD’nin siyasi kölesi oluyor

Avrupa Birliği (AB’nin) son derece maliyetli, hantal ve zararlı bir organizasyon olduğunu belirten Prof. Dr. Franco Cardini, “Avrupa ekonomik açıdan bir dev, sosyal açıdan bir cüce, askeri açıdan ise zavallı bir solucandır.” dedi.

İtalya’nın ünlü tarihçisi Prof. Dr. Cardini Aydınlık’a konuştu: “Avrupa ABD’nin siyasi kölesi oluyor”
RÖPORTAJ: TOLGA DİŞÇİ ÇEVİRİ: YİĞİT SANER

İtalya’nın yaşayan en önemli Orta Çağ tarihçilerinden olan ve Floransa Üniversitesinde dersler vermeye devam eden Prof. Dr. Franco Cardini, Avrupa Birliği (AB’nin’ içine girdiği süreci, çözüm önerilerini ve mücadele yöntemlerini Aydınlık’a anlattı.
Avrupa Birliği’ni finans, sanayi ve teknoloji lobilerinin etkisi altındaki bir “hükûmetler birliği” olarak tanımlayan Prof. Dr. Cardini, AB’nin artık “yürüyen bir ölü” olduğunu ifade etti. Avrupa’yı askeri açıdan “zavallı bir solucan”a benzeten Cardini, mevcut hükûmetlerin yönetiminde kurulacak bir Avrupa Ordusu’nun ABD’nin hizmetinde olacağına dikkat çekti. Batı devletlerinin İsrail’in katliamlarına karşı takındığı ikiyüzlü tutumu da hatırlatan Cardini, İsrail’e yönelik bu tavrın ABD’nin korumasıyla ilişkili olduğunu ve Avrupalıların kafasında bir “Siyonizm miti” inşa edildiğini belirtti.
İşte ünlü tarihçinin dikkat çeken değerlendirmeleri…
İtalya’nın ünlü tarihçisi Prof. Dr. Cardini

‘ABD KRİZDEN ÇIKAMADI’

– “Bir devlet çöküşün eşiğine geldiğinde, önünde iki yol vardır: Ya iflasını ilan eder ya da savaş ilan eder.” dediniz. Bu sözünüzle Avrupa Birliği’nin mevcut durumuna mı atıfta bulunuyorsunuz? AB’nin bir çöküş sürecine girdiğini düşünüyor musunuz?

Aslına bakılırsa bu sözümle Donald Trump’ı ve onun dış politikayı keyfi ve tutarsız bir şekilde yönetme biçimini kastediyorum. Özellikle keyfi olarak uyguladığı gümrük vergilerine ve NATO ülkelerine, anlaşmanın alt statüdeki üyelerine, silahlarının yüzde 60’ını ABD’den satın alma zorunluluğunu dayatmasına atıfta bulunuyorum. Trump’ın Amerika’sı krizden kesinlikle çıkmış değil, aksine birçok çevre yeni bir “iç savaş” riskinin gerçek olduğunu iddia ediyor.

Avrupa’nın zorlukları ise belki aynı boyutta ama nitelik olarak farklı. Avrupa Birliği, Fransa’nın, Almanya’nın ya da ikisinin birden liderlik iddiaları dışında kuruluşundan beri süregelen temel bir yanlış anlaşılmanın kurbanı. AB’ye aşamalı olarak katılan halkların çoğu, Avrupa halklarının yavaş yavaş birliğe, özellikle de siyasi bir birliğe doğru ilerlediğini umuyor ve düşünüyordu. Bu, Orta Çağ’da kültürel olarak bir gerçeklik olan eski bir umuttu (o zamanlar Latincenin ayin ve kültür dili olduğu, tüm bu halkları birleştiren bir ‘Latin Hristiyanlığı’ndan bahsediliyordu).

Bu birliğe, en azından 15. yüzyıldan itibaren Yunan ve Slav halklarından oluşan ‘Yunan Hristiyanlığı’ da katılmıştı. Son olarak, 17. ve 18. yüzyıllarda, özellikle de Çar I. Petro ve II. Katerina döneminde, Rus ve Ermeni halkları da Avrupa’ya bağlanmıştı. Mustafa Kemal’in devrimiyle ise Türkiye’nin bizzat kendisi Avrupa’ya dönüştü.

‘AB, LOBİLERİN ETKİSİ ALTINDA’

Ancak 50’li yıllarda ABD, temsilcisi Bay Jean Monnet ve Avrupa Birliği projesine katılan hükûmetler, Avrupalıları objektif olarak (Robert Schuman gibi bazılarının niyetinin bu olmadığından eminim) aldattılar. Hedef federalist karakterli, siyasi bir üst devlet yapısı olan bir Avrupa Birliği değildi; daha ziyade ekonomi, finans, sosyal, teknolojik, sanatsal ve kültürel gibi bazı önemli alanlarla sınırlı bir birlikti. Ancak devletlerin ve halkların siyasi birliği hedeflenmiyordu.

Avrupa Birliği, kıtanın finans, sanayi ve teknoloji lobilerinin (örneğin 1971’den beri her yıl güzel İsviçre kasabası Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu için bir araya gelenler; Dünya Seyahat Merkezi, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşlar da onların uzantılarıdır) güçlü etkisi altında olan bir hükûmetler birliğidir.

AVRUPA’NIN RUHU, ÖZGÜN BİR ‘AVRUPA VATANSEVERLİĞİ’ OLMALI

Avrupa Federasyonu (ya da belki de daha uygun olan adıyla Avrupa Konfederasyonu, yani tüm Avrupa devletlerinin ve halklarının siyasi birliği) hala gerçekleşmemiş ve belki de gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir. Eğer kurulursa halkların umutlarında büyük bir barış ve sosyal ilerleme gücü oluşturacak, bir yanda ABD ve sözde “Anglosfer Bloku” (İngiltere, Kanada, Avustralya), AB bu blokun bir uyruğudur, ile diğer yanda BRICS ülkeleri arasında bir denge gücü olacaktır. Bugün hem ABD hem de mevcut Avrupa liderliğindeki siyasi çevrelerin kesinlikle istemediği bir denge gücü.

AVRUPA ORDUSU, ABD’NİN HİZMETİNDE OLACAK

Artık bu hale indirgenmiş olan ve merkezleri Brüksel ve Strazburg’da bulunan AB, son derece maliyetli, hantal ve zararlı bir organizasyondur. Avrupa ekonomik, finansal ve üretim açısından bir dev, sosyal açıdan bir cüce, askeri açıdan ise zavallı bir solucandır. Eğer bu koşullar altında bir Avrupa Ordusu kurulursa bu ordu, Amerikan süper gücünün ve turbo-kapitalist lobilerin hizmetinde olacaktır.

Avrupa’nın ruhu, kıtadaki “egemenlikçi” mikro-milliyetçiliklerden üstün bir “Avrupa vatanseverliği” olmalıdır ve bunun motoru, ulusal kültüre ve halkın değerlerine açık, gerçek bir Avrupa Ekolü olmalıdır (Avrupa siyasi ve kültürel olarak bir takımadadır ve böyle kalmalıdır). Ancak henüz bunun gölgesi bile yok.

‘AB ARTIK YÜRÜYEN BİR ÖLÜDÜR’

– AB’nin bu sürece girdiğine dair en somut işaretler nelerdir? Ekonomi, uluslararası ilişkiler ve iç siyaset dahil olmak üzere benzerlikler gösteren herhangi bir tarihsel örnek var mı?

Avrupa Birliği, fiili bir gerçeklik olarak artık yürüyen bir ölüdür: İçinde zaten bölünmüş olduğu ve dış güçler tarafından yönetildiği için yalnızca kendisine ve onu yönetebilecekleri yanılsamasına kapılanlara zarar verebilir.

Yeni, gerçekten Avrupacı ve dış güçlerden bağımsız bir projeye ihtiyaç var: Siyasi Güçler Meclisi düzeyinde partilerin ve Senato düzeyinde ise (ABD’de olduğu gibi) her bir halkın (tek tek hükûmetlerin değil) çıkarlarının ve arzularının ifadesi olacak çift meclisli bir sisteme ihtiyaç var. Çağımızın ikinci yüzyılı Avrupa için uluslar çağıydı, üçüncüsü ise tek Avrupa vatanının ve onu oluşturan halkların çağı olmalıdır.

MERZ’İN HEDEFİ: SİLAHLANMIŞ AB’Yİ, ABD’NİN ‘SİYASİ KÖLESİ’ YAPMAK

– Merz’in projesini yeni bir Barbarossa Harekâtı’na benzetiyorsunuz. Sizce Merz, Macron ve Brüksel’deki liderliğin, Rusya’ya saldırarak AB’yi doğrudan bir savaşa dâhil etme gibi bir planı var mı?

Merz kesinlikle bir “Barbarossa Harekâtı” istemiyor veya planlamıyor. Bu, onun militarist tavırlarına yönelik abartılı bir ifadeden ibaretti. Asıl mesele başka: Almanya, bugüne kadar kısmen hala devam eden bir “uzun Nazilerden arınma” süreci içindeydi (Netanyahu ve onu destekleyen dindar ve/veya milliyetçi fanatik kliği hedef alan herkesi sindirmek için Shoah trajedisinin ne kadar utanç verici ve araçsal bir şekilde kullanıldığını düşünmek yeterlidir).

Ancak bugün Bay Merz, bu histerik biçimli antinazi Almanya’sını (bu tutumu, nazizmi Alman ve Avrupa tarihindeki yıkıcı bir aşama olarak kabul etmek istemediği sürece devam edecektir), Macron’un Fransa’sıyla ittifak kurarak, Amerikan politikalarına zincirlenmiş bir Avrupa’nın askeri gücünün yönetimi konusunda Avrupa’nın geri kalanına kendisini dayatmak isteyen yeni bir ulusal-egemenlikçi gururla birleştirmeyi hayal ediyor. Merz, yeniden silahlanmış ve militarize olmuş bir Almanya’nın, ABD’ye siyasi kölelik konusunda Avrupa’nın geri kalanına liderlik etmesini düşlüyor.

BRÜKSEL, WASHINGTON’UN YERİNE ADAY OLMAK İSTİYOR

Ve belki de daha da kötüsü var. Tıpkı Bayan Ursula von der Leyen’in sıkça ima ettiği gibi; ‘yeni, silahlı, askeri ve hatta militarist Avrupa, Washington’dan ilham alan ve şimdiye kadar izlenen Batıcılık politikasını tamamen miras almalı’. Bu, NATO’nun saldırganlığını sürdürmeyi amaçlayan bir politika. Öyle ki son 30 yılda nükleer ateş hattını eski “Demir Perde”den Moldova, Finlandiya ve Baltık ülkelerinin sınırlarına kadar taşıdı.

Bugün Avrupa hükûmetlerinde ve kamuoyunun bir bölümünde, ABD’den bile daha aşırılıkçı fikirler mevcut: Washington ve Moskova bir denge hattı bulsa bile, ABD olmadan kendi başına bir anti-Putin ve uzun vadede anti-Çin çizgisinde ilerleyecek “yeni bir NATO” hayal ediliyor. Eğer Trump, NATO şemsiyesini Avrupa’dan çeker ya da tamamen kapatırsa o zaman daha da kötü: Avrupa, NATO’nun saldırgan tarihi çizgisini onsuz da sürdürmeye devam edecek. Bu delilik.

SİYONİZM, MİTOLOJİK BİR SİSTEME DÖNÜŞTÜ

– Günümüzde hükümetlerin İsrail konusundaki bu ikiyüzlülüğünü neye bağlıyorsunuz? Gazze’deki katliamlara göz yummalarının arkasındaki mantık nedir?

Maalesef, Batı ve özellikle Avrupa, hatta İtalya, on yıllardır süregelen ve kronikleşmiş bir Shoah suçluluk duygusunun çocuklarıdır. Bu, sınırsız bir utançtır ancak Nazilerin işlediği suçların aptalca ve şeytanlaştırıcı bir şekilde tekrar edilmesi değil, ciddi ve sistematik bir ırkçılık karşıtı politika gerekmektedir. Mevcut yaklaşım, toplumdaki Yahudi karşıtlığını yok etmez (aksine artırır), Naz suçları konusunu gerçekçi ve rasyonel bir şekilde derinlemesine ele almaz, artık en kötü siyonist aşırıcılığın bir silahı haline gelmiştir.

Güçlü bir şekilde şunu tekrarlamak gerekir: Günümüz Siyonizmi, birçok açıdan ve çok fazla çevrede (İsrailli ve İsrailli olmayan, Yahudi ve Yahudi olmayan) korkunç bir mitolojik sisteme dönüşmüştür.

Herzl ve Ben Gurion’un orijinal Siyonizmi, çok farklı bir şeydi; insani ve sosyalist duygularla hareket ediyordu. Ancak Siyonizm, bazı çevrelerde, kökenlerinde zaten var olan ancak diğer güçler tarafından kontrol edilen bir şeye dönüşmüştür. Oysa bugün, yalnızca Yahudi çevreleri ilgilendirmeyen bir tür “metarassizm” (üst-ırkçılık) biçiminde patlak vermiştir. Özellikle ABD’de tamamen irrasyonel ve suç teşkil eden bir “Hristiyan Siyonizmi” mevcuttur. Bu, gençlik gruplarında da görülerek “Diaspora Yahudiliği” içinde bile yayılıyor. Avrupa kentlerinde, sayıları hala sınırlı (ama yaşları çok genç) olsa da ne yazık ki muhalif gördükleri herkese “saldırı birlikleri” (squadristi**) yöntemleriyle saldıran ve diyaloğu ya da tartışmayı kabul etmeyen çeteler var.

* Çev. not: Büyük Oyun (Great Game), XIX. yüzyılda İngiliz ve Rus İmparatorlukları’nın Orta Asya’daki stratejik üstünlük mücadelesini ifade eden jeopolitik bir terimdir.
** Çev. not: “Squadrismo” (Skuadrismo), Mussolini döneminde sol muhalefeti şiddet yoluyla bastıran faşist paramiliter harekettir. Bu harekete bağlı gruplara ve kişilere “squadristi” (skuadristi) denirdi.

ABD’NİN DESTEĞİ SAYESİNDE İSRAİL YAPTIRIMLARDAN KURTULDU

Cardini, bugün dünyada yaşananları büyük bir utanç olarak niteliyor ve şu tespiti yapıyor:

“Gazze’de bugün olanlara yönelik histerik olumsuzluk, kitleleri kuşatan ve yozlaştıran bulaşıcı bir hastalığa dönüştü. Bu hastalığın bulaşma etkeni iki tanedir:

“Duyarsızlık ve dezenformasyon mikropları (her ikisi de okulların ve ailelerin aciz ve yetersiz olduğu, Hristiyan kiliselerinin artık öğretme yetkisine sahip olmadığı, ahlakla başlayan etik-kültürel yapıların olmadığı bir ortamda, pratik olarak cehalete dönen genç ve çok genç bir Avrupa’da yaygın işlevlerdir).“Kültürsüzlük ve anti-kültürle yaşanan ve kurulu iktidarı, yani Batı’yı yöneten güç sisteminin istikrarını sağlayan derin devleti korumayı amaçlayan rasyonel bir fanatizmle beslenen sosyal ve siyasal yaşam virüsleri. Bu sistem, ‘tersine seçim’ (en hazırlıksız, en dürüst olmayan, en cahil ve en yozlaşmış kişileri her düzeydeki kilit kontrol pozisyonlarına yerleştiren) ile garanti altına alınmış bir değişimi sağlar, aynı zamanda fikirlerin de ‘tersine seçilmesini’ garanti

eder; olumlu ve yapıcı bilgileri nötralize eden, yerlerine sürekli bir yalan silsilesi yerleştiren bir filtre görevi görür.

“Sadece bir örnek: Son zamanlarda, bazı yarışmalar için spor takımlarının seçimi yapıldı. Bu ortamda, İsrail takımları sorunu gündeme geldi. Ancak bu takımlar, hükûmetlerinin seçimleri nedeniyle rutin olarak cezalandırılmıyor; çünkü İsrail, özellikle ABD’nin sürekli desteği sayesinde, herhangi bir yaptırım işleminden etkilenmedi (hatta herhangi bir özel ve spontane boykot tedbirinin bile ‘terörist’ olarak tanımlanarak engellenmesine çalışılıyor). Buna karşılık Rus takımları yarışmalardan dışlandı.

“Rus elçiliklerinin protestolarına İtalya’da, görünüşe göre Spor Bakanı olan Bay Abodi yanıt verdi ve Rus şiddetinin (özellikle Ukrayna’ya atıfta bulunarak) Gazze Şeridi’ndeki İsrail şiddeti ile kıyaslanamayacak kadar üstün olduğunu savundu. Bu beyefendi, parçası olduğu hükûmet içinde ne düzeltildi ne de en azından ana akım kamuoyunun bir kısmı tarafından uyarıldı.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.