Veteriner Hekim Üstüner’le söyleşi

Neoliberal uygulamalar, ithalat ve şap kıskacındaki hayvancılık buhranı derinleşiyor

Tarım Orman Bakanlığı’na bakarsınız hayvancılık sektörü başarı hikayeleri yazıyor. Oysa 2010 yılında girilen et ithalatı çukurundan bir türlü çıkamayan hayvancılığımızdaki derin buhran şu anda Güney Afrika’dan gelen şap virüsünün inekleri kırıp geçirmesiyle zirve yapmış durumda. İlk anlarda bilinmeyen bir virüs olduğundan eldeki aşıların işe yaramaması, yeni virüs versiyonunun mahiyeti saptanana kadar bir milyonun üzerinde hayvanın kesime gittiği ve telef olduğu sanılmaktadır. 

Ülkemiz zirai alanın her kolunda kendine yeterli olacak potansiyellere sahiptir. Kaldı ki vaktiyle Türkiye dünyada kendini kendi imkanlarıyla besleyebilen nadir ülkelerden biriydi. 24 Ocak Kararlarıyla girilen derin buhranın sonucu uygulanan tarımın çökertilmesi uygulamaları bugünkü derin zirai buhrana yol açmıştır. Dünya ülkeleriyle sınırsız bir şekilde bütünleşme politikası, devletin küçültülmesi ihanetinin yarattığı özelleştirmeler sonucu tarım üretimimiz dibe vurmuş, tarımımızı düzenleyen bütün kurum ve kuruluşlar ya satılmış ya da dağıtılmış, tarımın ekonomi içindeki oranı küçültülmüştür.

LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

2007-2008 yıllarındaki kuraklık ve hayvancılık desteklerinin tırpanlanması sonucu yaşanan buhran doruğuna çıktı. Şiddetli kuraklık ülkeyi kasıp kavururken yem hammaddelerinin fiyatları yıldırım hızıyla yükselerek yüzde 100’ün üzerinde zamlandı. Bu süreçte çiğ süt fiyatı da yarı yarıya düşürüldü. Sonuç itibariyle Bakanlık verilerine göre 1 milyonun üzerinde inek kesime gitti. Hayvan varlığındaki azalmaya dayanan 2009 yılı itibariyle et fiyatlarındaki artışlar bahane edilerek 2010 yılında n itibaren canlı hayvan ve et ithalatına başlandı. Fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonu kontrol altında tutmak amacıyla alınan bir tedbir olduğu ileri sürülen ancak uzmanlarca hiç de inandırıcı bulunmayan ithalat o gün bugündür bir türlü önlenememektedir. Uzun ithalat sürecinde ortaya çıkan kuvvetli et lobilerinin etki ve nüfuzu bir türlü kırılamamaktadır. Bu nedenle hayvancılık sektörü içine düşürülen ithalat çukuru tuzağından 15 yıldır bir türlü çıkamadığı için ardarda gelen buhranlarla sarsılmaktadır.

Bu 15 yıllık ithalat çukurunda her gelen tarım bakanı ithalatı durduracağını, yerli üretime yöneleceğini belirtmekle beraber her söz lafta kaldı. Bakanların hepsi de lafla peynir gemisi yürüttüler.    

Canlı hayvan ve et ithalatı çukurundan bir türlü çıkamayan Türkiye 2024 yılında dünyanın en büyük ikinci canlı hayvan ithalatçı ülkesi oldu. 2026 yılında da 450 bin baş sığır ve 70 bin ton kırmızı et ithalatı yapılacağı karar bağlandığı belirtiliyor. (*1)

Bu uygulamalar sürdüğü sürece Türkiye’nin sığır varlığının 2026 yılında yüzde 4 oranında düşerek 14,3 milyon başa gerileyeceği belirtiliyor. Şap darbesi ve girdi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle damızlıkların kesime gittiği şartlarda ve bu gerilemenin etkisiyle önümüzde et ve süt kıtlığının yaşanacağı somut bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı ise durmadan yerli üretim vurgusu yaparken açığı ithalatla kapatmaya çalışmaktadır. Bu yaman çelişki ülkemizi ve hayvancılığımız, son tahlilde hayvan üreticisi vatandaşlarımızı zarara ve iflaslara sokmaktadır.

HALKÇI-MİLLİYETÇİ TUTUM

Milli tarım politikasıyla ilgili dikkat çekici bir örneği okuyucularımızın dikkatine sunmak istiyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Türkiye aleyhtarı politikaları nedeniyle görevden uzaklaştırılan, ABD’de hakkında “adamımız görevden alındı” denilen dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu zamanında Rus uçağı düşürülünce Türkiye-Rusya savaşı kapıya dayanmış, Rusya Türkiye’den en önemlisi domates olmak üzere 14 tarım ürünü ithalatını durdurmuştu. Türkiye-Rusya arasını Vatan Partisi’nden giden bir heyet bulup da sükunet sağlanınca yasaklanan tarım ürünlerinden 13’ü serbest bırakılmış, ancak domates ürününde yasak kaldırılmamıştı. Görüşmelerde domates yasağının kaldırılması konusunda yoğun ısrarlara rağmen kabul edilmemişti. Putin, “Türk domatesi daha ucuz ve kaliteli, tüketicimizin bundan yararlanmasını isteriz. Ancak bizim domates üreticilerimiz büyük miktarlarda kredi aldılar ve yatırım yaptılar. Bir üretim süreci söz konusu. Dolayısıyla kısıtlamalar devam edecek” dedi. Ülkesini, milletini seven milliyetçi devlet adamı uygulaması budur.     

BU YIL ŞAP SALGINI HAYVANLARIMIZI KIRDI GEÇİRDİ

Bu yılın başlarında komşularımızda hızla yayılan şap hastalığı doğu sınırlarından ülkemize girdi ve hızla yayıldı. Salgın ülkemizin hayvani üretim kapasitesini tehdit eden ciddi bir buhran haline dönüştü. Daha önce hiç vaka saptanmayan kentlerimiz dahil bütün kentlerimize ve büyük firmalarımıza kadar sirayet etti. Hatta yüzde 80 aşılama yapılmış olan ve sıkı tedbirlerin kaldırıldığı kentlerde hastalık yeniden hortladı. Şimdiye kadar hayvanlara yılda iki kez şap aşısı yapıldığı, kısa vadeli ve dar kapsamlı salgınların derhal üstesinden geldiğimiz halde bu kez bu yıl nisan ayında baş gösteren şap salgınının altında kaldık.

Tarımsal Strateji ve Politika Geliştirme Merkezi (TARPOL’un) 2025 yılı “Şap Hastalığı Ekonomik Etki Raporu”na göre, büyükbaş hayvan varlığımızın sadece yüzde 30’nun etkilenmesi durumunda bile toplam ekonomik kaybımızın 4,1 milyar dolara (bugünkü kurla 175 milyar liraya ulaşan) bir miktara tırmanacaktır. Bu kayıp içinde et üretim kaybı, süt verimindeki düşüş, tedavi ve ilaç giderleriyle buzağı ölümleri toplam olarak 3, 62 milyar dolar (130 milyar lira) tutarında bir zarar oluşturmaktadır. Bu kısım özellikle yetiştiricileri ilgilendirmektedir. Buna göre kendi imkanlarıyla karşılamayacakları bir depremin altında kalmaktadır üretici vatandaşlarımız. (*2)

Önceki dönem Burdur Veteriner Hekimler Odası Başkanı, 22. Dönem Milletvekili, serbest veteriner hekim Kazım Üstüner, bir yandan yanlış ekonomi politikalarının, bir yandan iklim değişikliği etkilerinin bir yandan da şap salgını darbeleri altında derin bir buhran yaşayan ülkemiz hayvancılığı ve hayvan yetiştiricisi vatandaşlarımız hakkında Kıvılcım’a açıklamalarda bulundu.

Ben de teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime, Yenigün gazetesi ve Fatih Özcan olarak hayvancılık sektörüne ve bu mesleğe göstermiş olduğunuz duyarlılıktan dolayı, teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Şap hastalığı hep yaşayageldiğimiz bir hastalıktır. Şift tırnaklı hayvanların salgın, bulaşıcı bir hastalıktır. Bu yıl ağır seyretmesinin sebebine gelince, hiç karşılaşmadığımız ya da 60 yıl önce karşılaştığımız serotipiyle (serovar: Bakteri ve virüslerin alt tür seviyesindeki birbirinden farklı çeşitlemeleri) bu yıl karşı karşıya gelmiş olmaktan dolayı çok ağır seyreden bir şap hastalığı yaşadı sektörümüz. Bu anlamda yaptığımız aşılama çalışmaları yeterli gelmedi. Çünkü karşılaştığımız bir suş (serotip) değildi bu görülen.

Şap hastalığı hakkında biraz bilgi vermek gerekirse: Şap hastalığı çift tırnaklı hayvanların salgın, bulaşıcı bir hastalığı. Yedi serotipi var. Bizim Türkiye’de meslekte 42. yılını yaşayan bir veteriner hekim olarak Türkiye’de A, O ve Asya tipi sık görülen serotipler dendi. Ama bu yıl hiç karşılaşmadığımız ya da 50 yıl önce, 60 yıl önce karşılaştığımız sat bir suşu, yani Güney Afrika’da görülen suş ülkemize bulaştığı için biraz, biraz değil çok ağır seyretti. Tahminlerimize göre bir milyon 200 bin baş civarında süt ineği kesildiği tahmin ediliyor. Bu gelecek açısından, ülke hayvancılığı açısından çok büyük bir kayıp olarak düşünüyorum.   

Tedbirler derken bu yıl yani 2025 yılı Kurban Bayramı öncesi Nisan 2025 öncesi alevlenen bir şap yaşadık. Burada Tarım Orman Bakanlığı’nda çalışan meslektaşlarımız her zaman olduğu gibi özveriyle mücadelesini yaptılar. Ülke hayvancılığını şap aşısı boyutuyla koruyucu hizmetine devam ettiler. Ancak Güney Afrika kökenli suşun bulaşmış olması yapılan aşıların yeterince etki yapmadığı sonucunu çıkardı. Bu Güney Afrika suşu Sat1 suşu teşhis edilince laboratuvarlarımızda bu suşa karşı yeniden bir aşılama çalışması yapıldı. Bu da iyi sonuçlar verdi. Ancak bu arada Kurban Bayramı’ndaki hayvan nakillerinin bir hayli hızlanmış olması ülke çapında bulaşmayı hızlandırdı. Tabii bunun daha da önemlisi Güney Afrika kökenli bir şap virüsünün bizim ülkemize nasıl ulaştığı konusunda ne yazık ki sınırlarımız hayvan hareketleri açısından da çok düzenli olmadığını gösteriyor. Afganistan’dan geldiği tahmin ediliyordu bu virüsün. Dolayısıyla Afganistan’dan, İran’dan, Güneydoğu sınırlarımızdan hayvan hareketleri yeterince kontrol altında olamadığı için sahadaki, çalışmalarımızda başarıya ulaşmak çok mümkün olmadı. Ülke ekonomisi açısından da hayvancılık sektörü açısından da çok büyük kayıplar yaşadığımız bir yıl oldu. Yüzde 80 aşılama derken pazarın açılması için aşılama çalışmalarının yüzde 80’lerde olması gerekiyor. Burdur, Tarım İl Müdürlüğü’nün başarılı çalışmalara imza atan bir ilimiz. Bu boyutuyla da başarılı çalışmalarla neticelendi. Ancak suşun farklı bir suş olmasından dolayı yapılan aşılamalar yeterli gelmedi. Dolayısıyla Nisan 2025’te alevlenen şap yangını bir de Ağustos, Eylül ayında alevlendi. Ne yazık ki Burdur’da bu hastalıkta öne çıkan bir ildir. Vatandaşlarımız, üreticilerimiz zor durumlar, ekonomik kayıplar yaşadı. Ülke çapında pek çok aile işletmesinin kapanmasından üzüntü duyuyorum. 

Yıllardır şap hastalığı ile mücadele ederiz. Ancak 2025 yılında çıkan şap virüsü -laboratuvarlarımızca teşhis edildi- SAT1 suşu olması bizi biraz sarstı. Niçin sarstı? Çünkü buna yönelik aşı stoğumuz buna uygun değildir. Gerek yapılan aşılar bu serotipe yönelik olmadığı için netice alamadık.

Güzel bir soru. Aslında Tarım Orman Bakanlığı’nın personeli aşılama çalışmalarında yetebilecek sayı var teknisyen arkadaşlar bakımından. Ama bu tür saldırı hastalıklarla mücadelede Tarım Bakanlığı’nın proje kapsamında serbest veteriner hekimlerden de yararlanması konusunda Burdur Veteriner Hekimler Odası (BVHO) Başkanı olduğumuz dönemde Tarım Bakanlığı’nda önemli raporlar sunmuştuk.

  • Geçmişte örnekleri de var bunun.

Var. Sanıyorum burada aşı üretim noktasında suşa yönelik sıfırdan başlama aşı üretim noktasında bir çırpıda ihtiyacı karşılayacak hıza ulaşamadık. Bir bunun etkisi var. Ama sorunun özü anlamında doğru bir olay. Devlet artık uygulayan değil denetleyen boyutunda olması lazım. Bugün ülkemizde sahada 10 bini aşkın klinik ve her yılda artan veteriner hekim ve klinikleri var. Bu tür salgın hastalıklarla mücadelede hayvancılığın gelişmesi konusunda koruyucu veteriner hekimlik hizmetlerinin alınması noktasında serbest veteriner hekim meslektaşlardan da Bakanlığımız yararlanmalıdır diye düşünüyorum. O anlamda sorunuzu çok kıymetli buluyorum.

Burdur hayvancılık bakımından hızla öne çıkan bir ilimiz. Ancak son yıllarda hayvancılıktaki iddiamızı sürdürebildik mi? Biraz geriye düştüğümüzü ifade etmek isterim. Ve yetiştirdiğimiz damızlık düveleri komşu illere ve ülkeye büyük oranda sattık. Özellikle tüberküloz ve brusella konusunda yeterince seleksiyon yapılabiliyor mu emin değilim ama genelde tabii ülke hayvancılığı yol alamadığını, hala et fiyatlarında, et ithalatında görüyoruz. Tabii burada ithalat lobilerinin de olumsuz katkısı var.

  • Yani hükümetin ekonomi politikasından kaynaklanmıyor mu?

Aynen. Ülkemiz Türkiye hayvancılık açısından özellikle küçükbaş hayvancılık açısından büyük avantajlara sahip bir ülke. Ancak ulusal bir tarım hayvancılık politikasını oturtamadık. Tarım hayvancılıkta uygulanacak politikalar uzun vadeli, tutarlı olması gerekirken ne yazık ki eskiden hükümetten hükümete değişirken şimdi bakandan bakana değişen uygulamalarla bir arpa boyu yol alamadık. Değişme var mı; var evet ama yeterli düzeyde olduğu kanısında değilim. Bakandan bakana değişen uygulamalarla bir yere varılmıyor. Uzun vadeli, tutarlı bir tarım hayvancılık politikası uygulamak zorundayız diye düşünüyorum.

Hayvancılık sektörünün ülke ekonomisine katkısı gizli işsizliğin önlenmesi gibi bazı konularda büyük faydası olmakla birlikte halk sağlığı açısından, beslenmemiz açısından hayvansal proteinin çok büyük önemi var. Burada kıymetli meslek büyüğüm Osman Nuri Koçtürk’ü (Tarhana Osman’ı) anmadan geçemeyeceğim. Onun iddiası ve tespitleri şuydu: “Hayvansal protein tüketimini yeterli alan toplumlar daha gelişmiş beyne sahip oluyor, hayvanlar aleminde de etçillerin otçullara üstünlüğü var” diyor. Bugün ne yazık ki halkımız hayvansal proteine ulaşmakta büyük ekonomik sıkıntılar yaşadığı için yeterince et, süt, peynir tüketemiyor. Özellikle 0-6 yaş döneminde insan beyninin yüzde 90’nın geliştiğini varsayacak olursak çocuklarımızın dengesiz beslenmekten kaynaklanan sağlık problemleri yaşıyor. Gene Osman Nuri Koçtürk diyor ki, canlılar alemine bir bakalım, beslenme açısından sömüren ülkelerin etçil, sömürülen ülkelerin otçul olduğunu söylüyor. Hayvanlar aleminde de böyle, insanlar aleminde de böyle! Bugün ABD’de kişi başına düşen et miktarı 104-110 kilogramlar civarındayken biz 14 kilogramı koruyamaz duruma düştük. Bunun ağır faturasını sağlık sorunları ve hastane köşelerinde kuyruklarda ödeyeceğimiz kaygısını taşıyorum. Bir an önce insanımızın sağlıklı ve dengeli yaşayabilmesi için hayvancılık sektörüne gereken önemi verip kendimiz üreterek daha dengeli beslenen millet olmak durumundayız.

Çok teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim, sağolun!

Kaynaklar:
(*1) Ali Ekber Yıldırım, Hayvancılıkta kriz derinleşiyor, Tarım Dünyası-
(*2) TARPOL-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir