CHP Önderliğindeki Sokak Hareketi

Her tencere tava sesi duyduğunda sokağa fırlayanlar, kendi niyetleri ne olursa olsun, tencere sesine değil, ABD emperyalizminin çağrısına koşuyorlar. Çünkü çağrıda bulunan önderliğin amacı ile eylemlere katılan yüz binlerin niyetleri örtüşmüyor

ÖNDERLİK EDEN GÜÇ BELİRLEYİCİDİR

HİTLER’i ve Mussolini’yi iktidara götüren kitle hareketinde de, buna karşılık Cromwell, Washington, Robespierre, Lincoln, Lenin, Mustafa Kemal, Gandi ya da Mao’yu iktidara taşıyan halk hareketinde de, katılanlar açısından bakarsak, halk kitleleri vardı. Ancak halk hareketinin karakterini, katılan kitleler değil, önderlik eden güç belirler.

ÖZGÜR ÖZEL’İN KOYDUĞU HEDEF

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 24 Mart 2025 akşamı kitle hareketinin önüne koyduğu hedefi CNN International’dan açıkladı: “NATO ile güçlü bir ittifakı ve Batı ile entegrasyonu savunuyoruz, destekliyoruz. Ancak son yaşananlar Türkiye’yi hukukun dışına itiyor ve bu sürece zarar veriyor. Türkiye, Batı kurumlarından giderek uzaklaştırılıyor.”

 ÇAĞRILARIN ALTINDAKİ GERÇEK

CHP Genel Merkezi’nin müdahale çağrılarıyla
ispatladığı Atlantik bağımlılığı, yönettiği kitle hareketinin konumunu da belirlemiştir. O
nedenle bu hareketin Atlantik güdümlü karakterini saptamak, nesnel temellere dayanıyor. “Mustafa Kemal’in askeriyiz!” diye bağıranlar, ABD emperyalizminin
planlarında askerlik yapıyorlar
Almanya’nın Nazi lideri Hitler’in 8 Eylül 1937 günü Nürnberg mitinginde hitap ettiği kitleler.

CHP Önderliğindeki Sokak Hareketi – Tencere sesine değil ABD çağrısına koşuyorsunuz

Her tencere tava sesi duyduğunda sokağa fırlayanlar, kendi niyetleri ne olursa olsun, tencere sesine değil, ABD emperyalizminin çağrısına koşuyorlar.

Öncelikle belirtelim, “Sokak Hareketi” isimlendirmesi bize ait değil. Bu isimlendirmenin patenti, Sahte Sola aittir. Yakın tarihimizde, halktan kopuk, haklı zeminde olmayan, başarı gözetmeyen, başıbozuk hareketler, bu isimle sahne aldılar. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de, 21 Mart 2025 gününden bu yana, kitleleri “Sokağa” çağırıyor.

CHP Genel Başkanı’nın heyecanlı çağrılarıyla başlayan Sokak Hareketinin karakterini belirlemek, o eylemlere katılan geniş kitlelerin aydınlatılması bakımından önem taşıyor. Çünkü çağrıda bulunan önderliğin amacı ile eylemlere katılan yüz binlerin niyetleri örtüşmüyor.

Faşist Mussolini’yi iktidara taşıyan kitleler

TARİHSEL SÜREÇ VE SAFLAŞMA

Kuşkusuz bir kitle hareketinin toplumsal süreçteki konumunu, eylemlere katılanların niyetleri değil, fakat hareketin önderliği belirler. Her kitle hareketi tarihsel süreçte mevzilenir. Hele böyle geniş kitleleri yönlendiren hareketler, tarihsel sürecin dışında değil, içindedirler.

Bugün Türkiyemizin yaşadığı tarihsel süreci 2007 Ergenekon tutuklamalarıyla ya da 2014 Baharında Vatan Partisi önderliğinde Silivri Duvarlarını yıkmamızla başlatabiliriz. Yıktığımız duvar, ABD emperyalizminin duvarıydı. Duvardan kurtardıklarımız da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vatansever komutan ve subayları ile Vatan Partisi önderleri ve millici aydınlarımızdı. O zamandan bugüne devam eden tarihsel süreç, Atlantik emperyalizminden kurtularak Yükselen Asya Uygarlığı’nın öncü konumlarına yerleşme yönündedir. CHP Genel Başkanı da, süreci, “Batı ile bütünleşme” ile “Batıdan uzaklaşma” arasındaki mücadelenin belirlediğini saptıyor.(1) Bu süreç, bütün tarihsel örneklerdeki gibi inişli çıkışlıdır, zikzaklar içerir. Süreci ilerleten güçler ile sürece direnen güçler arasındaki mücadele, yalpalamalara ve hatta kimi zaman kamp değiştirmelere dahi neden olur.

Süreçteki saflaşma ya da cepheleşmeyi belirleyen, kuşkusuz sınıfsal çıkarlardır. Millî çıkarlar da sınıfsaldır. Bugün emperyalizm ile Türk milleti arasındaki çelişme sınıfsal temele dayanır. Karşı tarafta ABD ve İsrail merkezli emperyalist sermaye sınıfı bulunuyor. Türkiye tarafı ise, işçi sınıfı, yoksulundan zenginine kadar çiftçiler, öncelikle esnaf ve zenaatkârları da kapsamak üzere bütün küçük sermaye ve mülk sahipleri, millî sanayici ve tüccarlardan oluşuyor. Devlet memurları, millî sınıfların sivil ve asker aydınları yanında Millî Devlet, millet ve vatan safında mevzilenen herkes, bu cephenin unsurlarıdır.

ABD emperyalizmi, İsrail Siyonizmi ve onlarla işbirliği halindeki sınıfsal unsurlar ise, Atlantik cephesindedir. ABD’den Avrupa’ya uzanan bu cephenin bugün Küreseller ve Nasyonalistler diye ikiye bölündüğünü elbette görüyoruz. Ancak temel programları, son tahlilde emperyalist-kapitalist sistemin programıdır. Bu sisteme yaşadığımız dönemde Atlantik Sistemi diyoruz.

Sonuç olarak, bugün Türkiye’de temel saflaşma, ABD emperyalizminin küresel efendileri ile Türkiye’nin Millî Devleti ve Türküyle Kürdüyle Türk Milleti arasındadır. Vatan Partisi Programında saptandığı üzere “Türk de biziz Kürt de biziz, hepimiz Türk Milletiyiz.”

Hitler’in 15 Mart 1938 günü Avusturya’yı ilhak (Anschluss) söylevini,
Viyana Heldenplatz’da alkışlayan Avusturyalı kitlenin fotoğrafı.

ÖNCÜNÜN BELİRLEYİCİ ROLÜ

Tarih boyunca bütün kitle hareketlerinin katılanları, halk kitleleridir.

Hitler’i ve Mussolini’yi iktidara götüren kitle hareketinde de, buna karşılık Cromwell, Washington, Robespierre, Lincoln, Lenin, Mustafa Kemal, Gandi ya da Mao’yu iktidara taşıyan halk hareketinde de, katılanlar açısından bakarsak, halk kitleleri vardı. Ancak halk hareketlerinin karakterini katılan kitleler değil, önderlik eden güç belirler. Kitle hareketine damgasını vuran, her zaman öncüsüdür. Öncü değişirse, kitle hareketinin karakteri de ona göre değişir. Bu açıdan her kitle hareketinde öncü ile kitle arasındaki ilişkinin belirlenmesi, kitleye yön veren öncünün içinde bulunduğu mevzinin saptanması, o kitle hareketinin karakterini anlamanın biricik yöntemidir.

İnsanlık tarihine baktığımız zaman, gerici ve karşıdevrimci karakterde kitle hareketleri de görürüz.

KARŞIDEVRİMCİ KİTLE HAREKETLERİNE İNSANLIK TARİHİNDEN ÖRNEKLER

Büyük Fransız Devrimine karşı Vendee köylülerinin isyanı, yıllar sürdü. Victor Hugo’nun 1793 adlı romanı o gerici kitle hareketini anlatır. (2)

1861-1865 arasındaki ABD İç Savaşı’nda köleliği savunan Güney’in Büyük Toprak Sahipleri, milyonlarla kitleyi savaş cephelerine sürdüler. Güneyli köleler, köleliği korumak için yapılan savaşta efendilerinin hizmetindeydiler.

1905 Rus Devrimi’nde Çarlık Gizli Polisi’nin ajanı olan Papaz Gapon, büyük işçi kitlesini kışkırtarak Çarın silahlı birliklerine kırdırmış ve 100’ün üzerinde emekçinin ölümüne neden olmuştu.

1917 Ekim Devrimi’ne karşı dört yıl savaşan Denikin, Kolçak, Vrangel gibi Çarlık generalleri, emperyalistlerle işbirliği yaparak milyonlarla yoksul insanı seferber etmişlerdi.

1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da Devrimci bir Meclis ve Hükümet kurmasına karşı emperyalistlerin ve Padişah hükümetinin yönlendirdiği 23 iç isyanda harekete geçirilen kitleler, Anadolu’nun yoksullarıydı.

Siyasete sosyalist kimliğiyle giren Mussolini, İtalya’da 1920’li ve 1930’lu yıllarda Faşist Parti’nin önderliğindeki kitle yürüyüşleri ve hareketleriyle iktidarı ele geçirdi.

Hitler, 1930’lu yıllarda Almanya’daki iktidar mücadelesinde milyonlarca insanı seferber etti ve üst üste yapılan seçimlerde on milyonların oyunu alarak hükümet oldu. Hitler’in yönettiği NAZİ Partisinin isminde hem sosyalizm hem de işçi vardı: Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei). Nazi Partisi, insanlık tarihinin en geniş katılımlı mitinglerini örgütledi. Alman kentlerinde mitinglere coşkuyla katılan on milyonlar, Hitler’i iktidara taşıdı.

Nazilerin 15 Mart 1938 günü Avusturya’yı ilhak (Anschluss) mitingine Viyana’da yüzbinlerce Avusturyalı katıldı.

1978 yılında Polonya’daki karşıdevrimci hareketin önderi Lech Walesa bir işçi lideriydi. Kurduğu Dayanışma (Solidarności) adlı örgüt, milyonlarla liman ve maden işçisini harekete geçirdi. Karşıdevrimin başarılı olmasından sonra Walesa’nın CIA Ajanı olduğu ortaya çıktı.

1989 yılı Haziran ayında Çin Halk Cumhuriyeti başkenti Pekin’in Tien An Meydanı’daki karşıdevrimci gösterilere yüzbinlerce insan katıldı. CIA Ajanlarının yönlendirdiği kitle, bir aydan uzun süre meydana yerleşti. Başarılı olsalardı, Çin’in sosyalist sistemine son verecek ve ABD güdümlü bir hükümet kuracaklardı.

1990 yılında Romanya’da Sosyalist Çavuşesku iktidarını deviren karşıdevrimci hareket milyonlarca insanı ayağa kaldırmıştı.

Yugoslavya, Ukrayna ve Gürcistan’daki “Turuncu Devrimlerde” ve Mısır’daki emperyalizm güdümlü darbe girişimlerinde, milyonlarca insanın harekete geçirildiğine daha yeni tanık olduk. Yine yakın zamanda Kazakistan ve Özbekistan gibi Asya ülkelerinde geniş kitleler, ABD ajanları tarafından meydanlara çağırıldı ve kanlı olaylar yaşandı.

CHP’nin Atlantikçi yönetiminin önderliğindeki kitle hareketinde, Türk Bayrakları taşınması ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi sloganların atılması, kimseyi aldatmasın. Atlantikçi önderlik altında “Mustafa Kemal’in askeriyiz” diye bağıranlar, ABD emperyalizminin planlarında askerlik yapıyorlar. Ellerindeki bayrakların ay yıldızının altına bakarlarsa, ABD’nin yıldızlarıyla, İsrail’in altı köşeli yıldızını göreceklerdir.

Tarih boyunca bütün gerici hareketler, Faşistler, Naziler ve Turuncu Kalkışmalar, kitleleri o milletin tarihindeki kahramanların adlarını kullanarak seferber etmişlerdir. Harekete damgasını vuran “Emperyalizmle bütünleşme” programı, Türk bayrağının da, Türkiye’nin bağımsızlığının da, Mustafa Kemal Atatürk’ün de karşısındadır.

1905 Devrimi’nde Çarlık Gizli Polisi’nin ajanı olan Papaz Gapon’un işçi hareketini kışkırtmasını temsil eden resim.

CHP ÖNDERLİĞİNİN BELİRLEDİĞİ ATLANTİK SİSTEMİ İLE ‘BÜTÜNLEŞME’

Saraçhane’de veya büyük kentlerimizin meydanlarında toplanan kitleler, Türkiye halkının çeşitli sınıf ve katmanlarından geliyor. Ancak hareketin karakterini, öncünün kendisinin ilan ettiği konuma bakarak saptıyoruz.

Kitleleri meydanlara çağıran, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’dir. CHP Genel Başkanı ve diğer Merkez yöneticileri, hangi cephede yer aldıklarını ve kitleleri hangi mevziye çağırdıklarını defalarca ve açıkça ilan etmişlerdir.

CHP Genel Başkanı, 24 Mart 2025 akşamı kitle hareketinin önüne koyduğu hedefi CNN International’den açıkladı:

“NATO ile güçlü bir ittifakı ve Batı ile entegrasyonu savunuyoruz, destekliyoruz. Ancak son yaşananlar Türkiye’yi hukukun dışına itiyor ve bu sürece zarar veriyor. Türkiye Batı kurumlarından giderek uzaklaştırılıyor.”

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu, 29 Mart 2025 günü New York Times’ta yayımlanan yazısında, Atlantik emperyalistlerine “Bize sahip çıkın” çağrısında bulundu.

CHP yöneticilerinin ABD ve Avrupa emperyalistlerini desteğe ve imdada çağıran yazıları birbiri ardı sıra devam etti. Bu müdahale çağrılarının gerekçesi de açıklandı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 29 Mart 2025 günü “demokrasi ve insan haklarının ülkelerin iç meselesi olmadığını” belirtti. Zaten ABD emperyalizmi de, bugüne kadar çeşitli ülkelere silahlı müdahalelerinde “demokrasi ve insan hakları” gerekçesini kullandı. ABD’ye ve CIA’ya göre, “Demokrasi ve insan hakları”, ülkelerin iç meselesi değil, “uluslararası toplumun ortak meselesi”dir.

ABD emperyalizminin Yunanistan’ın Ege kıyılarındaki üsleri, Doğu Akdeniz’deki donanmaları ve Güney sınırlarımızın ötesindeki askerî güçleri, “uluslararası” müdahale kuvvetlerinin hazırlandığını da gösteriyor.

CHP Genel Merkezi’nin müdahale çağrılarıyla ispatladığı Atlantik bağımlılığı, yönettiği kitle hareketinin konumunu da belirlemiştir. O nedenle bu hareketin Atlantik güdümlü karakterini saptamak, nesnel temellere dayanıyor.

Her tencere tava sesi duyduğunda sokağa fırlayanlar, kendi niyetleri ne olursa olsun, tencere sesine değil, ABD emperyalizminin çağrısına koşuyorlar.

DİPNOT:
1)
Özgür Özel’in 24 Mart 2025 günü ABD’nin CNN International televizyonunda yaptığı açıklama.
2) Bkz. Victor Hugo, 1793 Devrimi, çev. Alev Er, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ocak 1984.

Tayyip Erdoğan düşmanlığı, Bilinçsiz kalabalıkların gözünü kör ediyor. Ne yolsuzluğu görüyorlar, ne bölücülükle aynı safa düştüklerini, ne de Atlantik planlarında figüran konumuna sürüklediklerini…2020 Ocak ayındaki ABD Derin Devleti Raporu’nda Türkiye’nin başına Ekrem İmamoğlu’nu getirme hedefi vardı. Son zamanda ibre Özgür Özel’e döndü. CIA Şeflerinden Michael Rubin, yayınladığı mesajda, “Türkiye’yi Özgürleştirmekten” söz ederken “Ö” harfini büyük yazıyorSAHTE Sol, “Nerede hareket orada bereket!” anlayışıyla sahneye fırladı. Başıbozuk örgütler, “eylemcilik” adı altında PKK kuyrukçuluğundan Atlantik güdümlü hareketin piyonluğuna sürüklendiler. ABD Derin Devleti’nin kitle hareketlerini yönlendirmede kullandığı “Yaratıcı Yıkıcılık”, Sahte Sol örgütlerin dilinden düşmüyor.SOKAK hareketine kitlelerin iyi niyeti ve temennileri değil, önderlik damga vuruyor. CHP Yönetimi’nin peşinde emperyalizm karşıtlığı ya da Solculuk olmaz. Orada ancak Batı’ya bağlılık programında piyon konumları bulunuyor. Bunu ayırt etmek de Öncü Parti’nin işidir.

ABD’nin stratejisinde Tayyip Erdoğan hâlâ yıkılacak iktidar sahibidir; Özgür Özel ise iktidar koltuğuna oturtulacak yeni gözdedir. Bu gerçekler karşısında, ‘ikisi de Amerikancı’ türünden kaba saba gerekçelerle Tayyip Erdoğan ile Özgür Özel’in aynı torbaya konmasının hayatta bir karşılığı bulunmuyor. Fark, herhangi bir fark değil, fakat cephe farkıdır.

Bilinçsiz kalabalıkların içinde farklı niyetler taşıyan kuvvetler bulunuyor. Ancak hepsini birleştiren konum, bilinçlerin Tayyip Erdoğan düşmanlığına kilitlendiği konumdur. Bu nedenle kitle hareketinin başladığı gün Sosyal Medyadan yayınladığımız mesajla şu saptamada bulunduk:

“Tayyip Erdoğan düşmanlığı bilinçsiz kalabalıkların gözünü kör ediyor. Ne yolsuzluğu görüyorlar, ne bölücülükle aynı safa düştüklerini, ne de Atlantik planlarında figüran konumuna sürüklediklerini…”(1)

Bu mesajımız, üç milyonun üstünde görüntüleme aldı.

Bilinçsiz kalabalıkların Tayyip Erdoğan düşmanlığına saplanmış olmaları, kimi aydınlar tarafından olumlu bir tavır olarak görülüyor. Çünkü kendileri de Tayyip Erdoğan Düşmanlığının esiridirler. Zihinlerindeki kelepçe, gözlerini de kör etmiştir.

TAYYİP ERDOĞAN DÜŞMANLIĞINI BELİRLEYEN GÜÇ

Almanya’nın iki milyon satan Stern dergisi, Tayyip Erdoğan’ı “Brandstifter” (kundakçı) diye suçladı.

Tayyip Erdoğan düşmanlığının çeşitli nedenleri var, bu gerçeği herkes görüyor. Ancak bugün bu mevzilenme, acaba Türkiye’yi kurtuluşa, bağımsızlığa, bütünlüğe, Üretim Odaklı Ekonomiye götüren mevzilenme midir?

Aslında sorunun yanıtını vermek için, Tayyip Erdoğan düşmanlığını stratejik hedef olarak belirleyen güce bakmak yeterlidir.

Time dergisinde emperyalizmin hedef aldığı “güçlü adamlar”: Putin, Tayyip Erdoğan, Orban ve Rodrigo Duterte.

ABD Derin Devleti, 2020 yılı Ocak ayında yayınladığı “The Nationalist Course in Turkey” (Türkiye’de Milliyetçi Rota) başlıklı 260 sayfalık ünlü raporda Tayyip Erdoğan’ı yıkmayı amaçlayan stratejik planı ilan etmişti.(2) Kaldı ki bu plan, 2013 yılı sonlarından beri uygulanıyor. Fethullahçı Gladyo, bu amaçla seferber edildi, 15-16 Temmuz 2016 Darbe Girişimi bu hedefle tezgâhlandı ve kan döküldü.

Serdar Üsküplü’nün Ocak 2020’de açıklanan RAND Corporation Raporu’nu
inceleyen yazı dizisinin yayımlandığı 24 Haziran 2020 günlü Aydınlık.

Türkiye’nin 2016 yılı 26 Ağustos’unda başlayan Fırat Kalkanı, arkasından Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarında, ABD, Türkiye’yi durduramadı.

8-17 Kasım 2017 tarihinde Norveç’te düzenlenen NATO tatbikatının düşman tablosuna Tayyip Erdoğan’ın ve Atatürk’ün fotoğrafları birlikte konmuştu.(3)

2023 seçimleri öncesinde Tayyip Erdoğan’ın ABD ile uyumlu siyasetlere yönelmesi, Washington yönetiminin tavrını esastan değiştirmedi. En son Trump’ın seçilmesinden sonra ABD emperyalizminin Doğu Akdeniz’e odaklanması, Tayyip Erdoğan yönetimini hedef alan siyasetleri tekrar güncelleştirmiştir.

ABD’NİN KARA LİSTESİ

Tayyip Erdoğan’ın PKK’yı silahsızlandırma, Ahmet Şara’yı Suriye’nin bütünlüğüne yönlendirme, Suriye’nin kuzeyinde “Demir Yumruk” seçeneğini elde tutma ve İsrail’e karşı tavrı, ABD ve Avrupa’nın Küreselci güçleri tarafından iyi karşılanmıyor. ABD ve Avrupa basınının, Tayyip Erdoğan’ı Putin, Şi Jingping, Hamaney, Maduro, Orban ve Lukaşenko ile birlikte “diktatörler” kara listesinde tutması, Atlantik devletlerinin ortak tavrıdır. Batı basını Tayyip Erdoğan’ı sürekli “kundakçı” (Brandstifter) ve Türkiye’yi kan banyosuna çevirecek diktatör olarak suçladı.

The Atlantic dergisinde “Kötü adamlar kazanıyor” başlıklı kapak haberinde,
Venezuela lideri Maduro, Belarus lideri Lukaşenko, Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin
Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Jingping ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

İsrail Hükûmeti ve MOSSAD’ın güvenlik belgeleri, Türkiye’nin “İran’dan daha büyük tehdit” olduğunu belirliyor.(4) İsrail Meclisi Dış İlişkiler ve Savunma Komisyonu yetkilisi, “Erdoğan’ın Türkiyesini” daha bir hafta önce düşman devlet olarak ilan etmiştir. (5)

Tayyip Erdoğan’ın 2023 sonrasında ABD ile uyumlu siyasetlere yönelmesi, ABD’yi Tayyip Erdoğan’ı yıkma hedefinden vazgeçirmedi. CHP Yönetimi’nin önderliğindeki son Sokak Hareketine Okyanus ötesinden gelen destek, 2020 Derin Devlet Raporu’nda belirlenen stratejinin devam ettiğini gösteriyor. Değişen tek şey, 2020 RAND Corporation Raporu’nda Türkiye’nin başına Ekrem İmamoğlu’nu getirme hedefi belirlenirken, son zamanda ibrenin Özgür Özel’e dönmesidir. CIA Şeflerinden Rubin, son günlerde Sosyal Medyadan yayınladığı mesajda, “Türkiye’yi Özgürleştirmekten” söz ederken Ö harfini büyük yazarak Özgür Özel’e işaret ediyor.

ABD’nin stratejisinde Tayyip Erdoğan hâlâ yıkılacak iktidar sahibidir; Özgür Özel ise iktidar koltuğuna oturtulacak yeni gözdedir.

Bu gerçekler karşısında, “ikisi de Amerikancı” türünden kaba saba gerekçelerle Tayyip Erdoğan ile Özgür Özel’in aynı torbaya konmasının hayatta bir karşılığı bulunmuyor. Fark, herhangi bir fark değil, fakat cephe farkıdır.

ÇEŞİTLİ UNSURLARIN KATILIMINDAKİ ETKENLER

Kitlelerin Sokak Hareketine katılımında Tayyip Erdoğan’a kör düşmanlık yanında geçim sıkıntısının ve genel olarak ekonomik sorunların etkili olduğu da görülüyor.

İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi partilerin sokağa yönelttiği unsurlar ise, eski Gladyo döneminin hatıralarıyla hareket ediyorlar. Meral Akşener’in ABD ve İsrail bağlantılı Gladyo görevlerini günümüz koşullarında bu partiler sürdürüyor.

Sahte Sol, “Nerede hareket orada bereket!” anlayışıyla sahneye fırlamış bulunuyor. Hatırlanacağı üzere Bernstein, 20. yüzyıl başında, Bilimsel Sosyalist Hareketin içinde “Hareket her şey, hedef hiçbir şey!” anlayışıyla devrimci program ve stratejinin önemini reddediyordu ve Sosyal Demokrat dönekliğin başını çekenler arasında yer aldı. Türkiye Solu içinde de başıbozuk örgütler, “eylemcilik” adı altında PKK kuyrukçuluğundan Atlantik güdümlü hareketlerin piyonluğuna sürüklenmiş bulunuyorlar. “Sokak” onlar için tılsımlı sözcüktür. Doğrudan doğruya ABD Derin Devleti’nin kitle hareketlerini yönlendirmede kullandığı “Yaratıcı Yıkıcılık”, bir süreden beri Sahte Sol örgütlerin ağzından düşmüyor. Bunlar Küresel Yıkıcılığın aletleri konumuna düşmüşlerdir.

Vatan Partisi (O zamanki adıyla İşçi Partisi) önderliğinde 8 Nisan 2013 günü Silivri barikatlarını yıkan kitlesel hareket.

SOKAK HAREKETİ İLE GEZİ HAREKETİ ARASINDAKİ CEPHE KARŞITLIĞI

Gezi Hareketi’nin doruğunda, 7 Temmuz 2013 günü Vatan Partisi’nin (O zamanki adıyla İşçi Partisi’nin) diğer vatansever örgütlerle düzenlediği Gazdan Adam Mitingi’ne Kadıköy’den Moda’ya kadar 1,5 milyon insan katılmıştı.

Kimileri, 2013 yılı Haziran ayında başlayan Gezi Hareketi ile bugünkü Atlantik güdümlü Sokak Hareketi arasında benzerlikler kuruyor. Oysa bu hareketlerin içine girdiği mecralar, yerleştikleri mevziler, farklı olmanın da ötesinde karşıttır.

Gezi Hareketi, “Yeşili koruma” mevzisinde başladı. Hareketin içinde Atlantik denetimli unsurlar bulunduğu gibi, emperyalizme karşı kuvvetler de vardı. Vatan Partisi, Gezi Hareketi’nin gelişme sürecinde, önderliği ele geçirdi. 7 Temmuz 2013 günü Gezi Hareketi’nin doruğu olan Kadıköy’deki Gazdan Adam Mitingi’ne elinde Türk bayraklarıyla 1,5 milyon vatansever katıldı. Kadıköy’den Moda’ya uzanan büyük kitle, ABD emperyalizmine karşı bağımsızlığı savunan bir çizgide birleşmişti. Anadolu’daki hareketlerin de desteklediği bu önderlik, aynı zamanda ABD’nin Ergenekon Tertibine karşı da mücadele etti ve daha sonra ABD’nin Silivri Duvarını da yıktı.

ATLANTİKÇİ SOKAK HAREKETİNİ MİLLÎ AMACA YÖNLENDİRME OLANAĞI YOK

Atlantikçilerin yönlendirdiği kitle hareketinin önderliğini ele geçirme olanağı var mıdır sorusunu da değerlendirmek durumundayız. Bütün veriler, böyle bir olanağın bulunmadığını gösteriyor. Çünkü hareket, ABD’nin güdümünde belli bir yatağa girmiştir. Hareketin nedenleri ve hedefleri arasında millî veya emekten yana bir etken bulunmuyor. Tayyip Erdoğan’a düşmanlık temelinde yürütülen hareket, kitleleri ABD’nin gösterdiği hedefe sevk ediyor. Tayyip Erdoğan’ı yıkma amacıyla seferber edilen Sokak Hareketinin ABD ve İsrail karşıtı bir mücadeleye yönlendirilmesi olanağı bulunmuyor.

DİPNOT
1
) X: https://x.com/Dogu_Perincek/status/1903539101992714456
2) ABD Derin Devletinin “The Nationalist Course in Turkey” başlıklı raporu için bkz. Serdar Üsküplü, “RAND Corporation Raporu 1-5”, Aydınlık, 24-28 Haziran 2020. Yine bkz. Doğu Perinçek, ABD Yol Ayrımında, ”Yıkıcılığın Kılavuzu: RAND Corporation Raporu” başlıklı bölüm, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, Eylül 2021, s. 137 vd.
3) Aydınlık, 18 Kasım 2017.
4) Times, 19 Ağustos 2020.
5) Aydınlık, 3 Nisan 2025.

TKP’nin Şefik Hüsnü’den 1970’lere uzanan kökleriyle ve geleneğiyle bağlantıları olmayan, ancak TKP adını kullanma konusunda rekâbet halinde bulunan örgütler de, Atlantik güdümlü Sahte Solun çekim alanı dışına çıkamadılar ve son Sokak Hareketlerinin kuyruğuna takıldılar. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’a Vatan Partisi Genel Sekreteri Özgür Bursalı şu uyarıda ve davette bulundu:

“Sayın Kemal Okuyan,

‘Son gösterilerde çok farklı görüşlerden yüz binlerce insan yer aldı ama kimsede emperyalistlerden medet umma hali yoktu. Tersine büyük çoğunluk yurtsever duygularla hareket ediyordu.’ diyorsunuz.

Parti olarak da katıldığınız hareketin önderi CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise, CNN International’a verdiği beyanatta sizin de belirttiğiniz gibi, Batı sistemine ‘bütünleşmek’ istediklerini ve ‘NATO’ya bağlılıklarını’ ifade ediyor. Yani Hareketin amacını ve hizmet ettiği programı ilân ediyor. Sizler o harekete katılarak, Özgür Özel’in ve CHP yönetiminin planı içinde oluyorsunuz. Yoksa O’nlar sizin planınız içinde olmuyor.

Harekete katılan kalabalıklar da Özgür Özel’in açıkladığı ‘Batı ve NATO ile entegrasyon’ programının peşinden sürüklenmiş oluyor. Bu hareket, sonuç itibarıyla, önderliğinin açıkladığı üzere emperyalist-gerici programa hizmet ediyor.

Bu sırada antiemperyalist unsurlar da bu harekete katılarak ABD’nin kuyruğuna takılmış oluyor. Hareketin nesnel olarak mevzisi budur. Çünkü önderlik CHP yönetimindedir. Önderlik belirleyicidir.

Dolayısıyla süreçlere iyi niyetleriniz ve kitlelerin temennileri değil, önderlik damga vuruyor. CHP yönetiminin peşinde antiemperyalizm ya da komünizm olmaz, orada ancak Batı’ya bağlılık programında piyon konumları bulunur. Bunu ayırt etmek de bir Öncü Parti işidir.

“Bugünkü bütün cepheleşme, en sonunda Batının emperyalist sisteminden kurtulmak ile Batıya bağımlılığı sürdürmek arasındadır. ABD-İsrail merkezli tehditler ile Türkiye arasındadır.

Sizleri bu stratejik kamplaşmada CHP yönetiminin peşinde ‘Batı’yla ve NATO’yla bütünleşme’ programının peşinden gitmek yerine, Vatan Partisi önderliğinde Türkiye cephesine, Atlantik sistemiyle hesaplaşmanın gerçekçi mevzisine davet ediyoruz.


CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ‘Demokrasi ve insan hakları bir Ülkenin iç meselesi değildir.’ diyerek, ABD’nin silahlı müdahalesinin gerekçesini ilan etti. Sokağa koşanları uyarıyoruz: ABD ve İsrail planı, sizleri bugün Türk Polisiyle yarın Türk Silahlı Kuvvetleriyle karşı karşıya getirecek ihanet görevlerini içermektedir. Uyanın!

AK PARTİ TÜRKİYE’Yİ YALNIZLAŞTIRIYOR

A K Parti iktidarının ekonomi siyaseti, geniş kitleler içindeki hoşnutsuzluğu büyütmektedir. Ağırlaşan geçim sıkıntısı, Atlantik güçlerinin kitleleri aldatma faaliyetine hizmet ediyor. AK Parti’nin ABD tehdidi karşısındaki bocalamaları, Rusya ve İran gibi müttefikleri küstürmüş ve Türkiye’yi yalnızlaştırmıştır.

SİLAHLI MÜDAHALE HAZIRLIKLARI

CIA Şefi Rubin, “Kürtler İstanbul’u yakar ve Akkuyu Santrali daha açılmadan yerle bir edilir.” gibi ifadelerle tehdidin boyutlarını ilan ediyordu. ABD’nin Yunanistan’ın Ege kıyılarında kurduğu üsler yanında, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de yaptığı yığınak da, silahlı müdahale araçlarının hazırlandığını gösteriyor.

SOKAK HAREKETİNİN ZAMANLAMASI

TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti’nin Öcalan Çağrısıyla geliştirdiği inisiyatif, ABD ve İsrail planını iyice zora soktu. Zamanlama dikkat çekici: PKK’nın Feshedilmesi ve Silah Bırakması süreci başlayınca, Sokak Hareketi tetiklendi. Bu Hareketin PKK’nın silah bırakmasını baltalama işlevini Öcalan da gördü.

ABD ve CIA sözcüleri, Türkiye’yi Turuncu Kalkışma tezgâhlarıyla tehdit etmekten geri durmuyorlar. ABD’nin Yunanistan’ın Ege kıyılarında kurduğu üsler yanında, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de yaptığı yığınak da, silahlı müdahale araçlarının hazırlandığını gösteriyor. Davetçiler de var. Onlar, umutla uygun fırsatları gözlüyorlar.

Atlantikçi Sokak Hareketinin büyüme yeteneğine sahip olmadığı ve bir Turuncu Kalkışmaya evrilmeyeceği yönündeki görüşler dile getiriliyor.

CHP Önderliğindeki Sokak Hareketi -3- ABD’nin silahlı müdahale yığınağı ve davetçileri – Resim : 1

TURUNCU KALKIŞMA TEHLİKESİ

Bu Sokak Hareketi, Turuncu Kalkışma provasıdır.

Hareketin arkasında ABD ve İsrail’in bulunduğunu görürsek, Turuncu Kalkışma yönünde gelişme olasılığını da ciddiye alırız. Turuncu Kalkışma yönündeki evrilmeyi dikkate almamızı gereken etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

– AK Parti iktidarının ekonomi siyaseti, geniş kitleler içindeki hoşnutsuzluğu büyütmektedir. Ağırlaşan geçim sıkıntısı, Atlantik güçlerinin kitleleri aldatma birikimine hizmet ediyor.
– AK Parti iktidarı, Enerji ve Maden sektöründeki özelleştirmelerle, istihdamı daraltan siyasetlerle ve Toplu Sözleşmedeki yanlışlarıyla en örgütlü güç olan işçi sınıfını kazanma olanaklarını da dinamitlemektedir.
– AK Parti iktidarı, paranın giriş çıkışını denetleyemiyor. Türkiye’deki Sıcak Para, Batı ülkelerine Türkiye ekonomisine karşı operasyonlar tezgâhlama olanağı vermektedir. Yine AK Parti’nin ABD saldırganlığı karşısındaki bocalamaları, Rusya ve İran gibi müttefikleri küstürmüş ve Türkiye’yi yalnızlaştırmıştır.
– AK Parti iktidarı, “Avrupa Güvenlik Mimarisi”nde yer alma talepleriyle Rusya’yı karşısına alıyor. Çünkü Avrupa Güvenlik mimarisi, Rusya düşmanlığı temelinde inşa edilmektedir. Tayyip Erdoğan yönetimi, bu tutumuyla Türkiye’yi yalnızlaştırıyor, dış cepheyi zayıflatıyor ve Batıdan gelecek dış müdahalelere cesaret veriyor.
– AK Parti iktidarı, ABD güdümlü örgütleri Cumhur İttifakı içine alarak, iç cepheyi de zaafa uğratıyor.
– En önemlisi, AK Parti iktidarı Atlantikle işbirliği döneminde geliştirilmiş olan Devlet Zaafını yenme ve Millî Devleti güçlendirme konusunda etkin uygulamalar içinde değildir.
– Trump yönetiminin Doğu Akdeniz’e odaklanması, Türkiye üzerindeki ABD+İsrail tehdidini daha tehlikeli boyutlara taşımıştır.
– Toplam olarak bakarsak, AK Parti iktidarı, ekonomide olsun, güvenlikte olsun, dış siyasette olsun, geniş halk kitlelerini kazanma stratejisi kurmak ve Batıdan gelecek müdahalelere karşı direnme mevzileri inşa etmek konusunda kararsızdır ve etkin değildir.

Bu koşullarda bugün yapılan provaların yarın Turuncu Kalkışmalara dönüştürülmesi tehlikesi vardır. Böyle bir tehlikenin bulunmadığı yolundaki görüşler, tehlikeyi daha ciddî kılmaktadır.

“Eğer konu demokrasi ve insan hakları ihlalleriyse bu, o ülkenin iç meselesi değildir.” 29.03.2025

SOKAK HAREKETİNİN SİLAHLI GÜCÜ EGE’NİN KARŞI KIYILARINDA VE DOĞU AKDENİZ’DE

ABD ve CIA sözcüleri, Türkiye’yi Turuncu Kalkışma tezgâhlarıyla tehdit etmekten geri durmuyorlar. ABD Derin Devletinin 2020 Ocak ayındaki RAND Corporation Raporu, bu tehditleri yazılı hale getirmişti. CIA Şefi Rubin, sosyal medya yazışmalarında, “Kürtler İstanbul’u yakar ve Akkuyu Santralı daha açılmadan yerle bir edilir.” gibi ifadelerle tehdidin boyutlarını ilan ediyor.(1) ABD’nin Yunanistan’ın Ege kıyılarında kurduğu üsler yanında, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de yaptığı yığınak da, silahlı müdahale araçlarının hazırlandığını gösteriyor.

Davetçiler de var. Onlar, umutla uygun fırsatları gözlüyorlar.

2025 yılı 25 Mart günü Saraçhane’de başlayan Atlantik Güdümlü Sokak Hareketinin en önemli zaafı, Türkiye sınırları içinde silahlı güçten yoksun olmasıdır. ABD emperyalizmi ve İsrail güdümlü karakteri, bu hareketi stratejik olarak Türk Ordusu ve Türk Polisiyle karşı karşıya konumlandırmıştır. CHP önderliğinin Batıdan medet uman telaşlı çağrıları, hareketin millî bir mecraya girme olasılığını da imkânsız kılmıştır.

ÖZGÜR ÖZEL DIŞ MÜDAHALENİN GEREKÇESİNİ AÇIKLADI

CHP yöneticilerinin Batılı emperyalistlere müdahale çağrılarına cevap verecek kuvvetler hazır bekliyor. ABD emperyalizminin Yunanistan’ın Ege kıyılarına yerleştirdiği üsler ve Doğu Akdeniz’deki donanmaları, silahlı müdahale görevi yapmak için örgütlenmiştir. Bu kuvvetler, Türkiye’de şiddetlenen iç çatışmalarda, “demokrasi ve insan hakları” görevine hazırlanmıştır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Demokrasi ve insan hakları bir ülkenin iç meselesi değildir.” iddiası, ABD’nin silahlı müdahalesinin gerekçesi olarak dile getirilmektedir.

PKK’NIN SİLAH BIRAKMASI VE FESHEDİLMESİ ABD VE İSRAİL PLANINA DARBE İNDİRİYOR

ABD ve İsrail’in “Demokrasi ve İnsan Hakları” senaryolarında, “Kürt” maskeli bölücülüğe baş rol verilmişti. PKK’nın yurt içinde etkisiz hale getirilmiş olması, bu beklentilere ağır darbe indirdi. Hele en son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Öcalan Çağrısıyla geliştirdiği inisiyatif, ABD ve İsrail planını iyice zora soktu ve Türkiye cephesini güçlendirdi. Öcalan’ın cesur tavrı bu açıdan çok değerlidir. İşte tam bu koşullarda Atlantik güdümlü Sokak Hareketi örgütlendi. Bu girişim, PKK’nın Feshedilmesi ve Silah Bırakması sürecini baltalıyor. Dahası esas işlevinin bu olduğunu saptamak yerinde olur.

CHP önderliğindeki Atlantik Güdümlü Sokak Hareketi, Devlet otoritesini zayıflatmayı hedefleyerek, PKK’nın silah bırakmaya direnen unsurlarına umut ve direnç aşılıyor; ABD ve İsrail güdümünde devletçik kurma hayallerini depreştiriyor.

Nitekim Abdullah Öcalan’ın da bu depreşmenin farkında olduğu anlaşılıyor. PKK lideri, etkilediği örgütlere bu Sokak Hareketinden uzak durmaları talimatını verdi. DEM Parti yöneticileri, başlangıçta CHP yönetimini ziyaret etmişlerdi, daha sonra “CHP’nin kitlesi olmayacaklarını” belirtti. Eğer katılsalardı, süreç PKK’nın silah bırakması yönünde değil, Türkiye’ye karşı silah kullanması yönünde gelişirdi.

Öcalan, çok iyi bilmektedir ki, PKK’yı feshetme ve silah bırakma planını ancak Türk Devletiyle birleşerek ilerletebilir. CHP yönetimiyle ve Sahte Solla ittifak, Öcalan’ın planını çıkmaza sokar.

Bu açıdan DEM Partisi’nin Atlantik Güdümlü Sokak Hareketine katılması ile katılmayı reddetmesi arasındaki seçenekler, aslında İkinci İsrail Devletçiği planında piyon olmak ile Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle bütünleşme arasındadır.

PKK’NIN ÖNÜNDEKİ SEÇENEKLER: TÜRK

DEVLETİ VE MİLLETİYLE BÜTÜNLEŞME YA DA İKİNCİ İSRAİL GÖREVİ

Hatırlanacaktır, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, PKK’ya “Biz size devlet vaat ediyoruz.” diye seslenmişti.(2) Atlantik Güdümlü Sokak Hareketi de, “Turuncu Kalkışma” üzerinden PKK’ya devletçik vaat ediyor. Ancak bu seçenek şu anda arka plana düştü, Türk Devletiyle ve Türk milletiyle bütünleşme seçeneği öne geçti. Abdullah Öcalan, PKK’yı feshetme ve silah bırakma çağrısının amacının “Devletle ve Toplumla bütünleşme” olduğunu ilan ederek, ABD ve İsrail’in devlet vaadini geri çevirmiş oluyor. Bu tercih, stratejiktir ve Türkiye’nin Millici-Devrimci sürecine omuz veren bir eğilimi ifade etmektedir.

DİPNOT
(1) Middle East Forum Observer, 21 Aralık 2024.
(2) Özgür Özel, CHP Grup Toplantısı Konuşması, 22 Ekim 2024.
Sokak Eylemcilerine Tarihî Uyarı
ABD ve İsrail Planlarında Piyon Olmayın!
CHP’nin Atlantikçi yönetiminin çağrılarıyla sokaklara gözü kapalı koşan kitleleri uyarıyoruz: Sizleri sokaklara çağıran, ABD emperyalizmidir ve İsrail Siyonizm’idir. CHP yönetimi, sizleri Batılı emperyalistlerin planına davet ediyor. Sizlerin önüne konan rol, “Mustafa Kemal’in askeri” olmak değil, ABD emperyalizminin ve İsrail’in piyonu olmaktır. Bilinçsiz Tayyip Erdoğan düşmanlığı, sizleri ABD emperyalizminin tezgâhlarında roller almaya sürüklüyor. ABD ve İsrail planı, sizleri bugün Türk polisiyle yarın Türk Silahlı Kuvvetleriyle karşı karşıya getirecek ihanet görevlerini içermektedir. Uyanın!

SİSTEMİN BÖLÜŞÜM İLKESİ KENDİ TOPLUMUNU YARATAN SİSTEM

TÜRKİYE’nin kaynaklarını yasadışı yollardan hortumlamak, Atlantik Güdümlü Mafya Sisteminin bölüşüm ilkesi haline gelmiştir. Sistem, 1980 yılından bu yana kendi toplumunu kurmaktadır. Geniş halk kitleleri, sistem tarafından bahis, sanal bahis, kumar, at yarışı, kripto para, tahsilatçılık gibi havadan para kazanma yollarının içine çekilmiştir. Çalışkan ve namuslu Türk emekçisinin ve üreticisinin değerleri tahrip ediliyor ve kirletiliyor.

YOLSUZLUKLARI koruyan bir Sokak Hareketinin tertiplenmesi de, çürüyen sistemin kendi toplumunu kurmakta olduğunu gösteriyor. Herkes karşıt partilerin yolsuzluğuna karşıdır. Yine herkes, kendi partisinin yolsuzluğunu alkışlamaktadır. Gördükleri her kalabalığın arkasına takılanlar, gerici isyanlarda piyon olmuşlardır. Aldatılan kitleler, sonra pişman olmuşlardır. Ancak ne fayda, utanç karanlıklarında kaybolup gitmişlerdir.

Sistemin çürümesi ve toplumu da çürütmesi, devrimci çözümü dayatıyor. Kirlenen her toplum, en sonunda hamama gider ve yıkanır. Buradaki arınmanın adı, devrimdir. Türkiye, Atlantik Sistemi içinde çözemeyeceği sorunlarla karşı karşıyadır. Atlantik Sistemi, iktidar ve muhalefetiyle çözümsüzdür ve çıkmazdadır. Türkiye, içine girdiği zorlu süreçten ancak Atlantik Sistemi’nden kurtularak, başka deyişle Üretim Devrimi’yle çıkabilir

1980’li yıllarda Turgut Özal’ın “Dünya Ekonomisiyle Bütünleşme” Programıyla ve 12 Eylül 1980 Amerikancı Darbesinin sopasıyla kurulan sistem çürümüştür. Üreticilerin “kambur” ilan edilmesiyle ekonomi mafyalaşmış ve Millî Devletin ekonomik temeli tahrip edilmiştir. Bununla bağlantılı olarak “Devletin Küçültülmesi” yönündeki uygulamalarla Millî Devlet zaafa uğratılmıştır.(1)

Modern Demokraside Parti İdeolojisinin Sosyolojisi Üzerine- Robert Michcls

ÇÜRÜYEN SİSTEMİN TOPLUMA DAYATTIĞI ÇÜRÜME

1980 Karşıdevrimiyle kurulan sistemde, kaynaklar Küresel mekanizmalarla, merkezî iktidar araçlarıyla ve belediyelerin kurduğu şirketlerle hortumlanıyor. Dikkat edilirse, kaynakların bölüşülmesinden değil, “hortumlanmasından” söz ediyoruz. Sistem, işçi ve çiftçiden küçük ve büyük sanayiciye ve tüccara kadar üretimle uğraşan bütün sınıfları aşağılara bastırmış ya da kenarlara sürmüştür.

18. 19. yüzyılın kapitalist sisteminde üretilen değerler, kâr, faiz, rant ve ücret arasında bölüşülürdü. Feodalizmin kalıntısı olan faiz ve rant, aslında Marx’ın da belirttiği gibi, kapitalizmin gelişme sürecinde tasfiye edilmesi gereken bölüşüm kaynaklarıdır. Ne var ki faiz ve rant, kapitalizmin emperyalizm dönemine girmesinden sonra, emperyalist kapitalizmin korumasına kavuşmuştur. Ancak yolsuzluk, başka deyişle kaynakların suç oluşturan eylemlerle hortumlanması, rekabetçi kapitalizm açısından da, gayrimeşrudur ve yasadışıdır.

ABD güdümlü emperyalist sistem, merkezden çevre ülkelere kadar mafya rejimine dönüşmüştür. Türkiye’de Amerikancı 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Kemalist Devrimin kurum ve ilişkilerini tasfiye eden ekonomik-toplumsal-siyasal süreçte bir mafya sistemi kurulmuştur. Sistemin hâkim gücü, sanayici ve tüccarlar değil, Küresel Finans Çetelerinin sıcak para komisyoncuları, özellikle yabancı bankalar, büyük faizciler, dolar ve borsa vurguncuları, hortumcular, tarikat rantçıları ve suç örgütlerinin baronlarıdır. Yolsuzlukla servet sahibi olanlar, artık hâkim zümrenin etkin bir kesimini oluşturuyor. Bunlar toplam 500 Milyar Dolar değerindeki servetlerini İsviçre, Londra ve New York bankalarına yatırmışlardır. Ancak emperyalist banka sistemi iflasın eşiğindedir. Mevduat sahipleri, paralarını Türkiye’nin kamu bankalarına getirmezlerse, üzerine soğuk su içeceklerdir.

SİYASAL PARTİLERİN TEPESİNDEKİ OLİGARŞİLERİN HORTUMCULUKTAKİ ROLÜ

Ekonominin mafyalaşması, siyasetin mafyalaşmasına yol açmıştır. Sistem partilerinin genel merkezleri, yüksek bürokrasiyi, milletvekillerini ve belediye başkanlarını atayan siyasal parti oligarşilerinin ellerine geçmiştir.(2)

Atlantik Sistemi’nin dayatmalarıyla 15 Temmuz 2004 tarihinde kabul edilen Yerel Yönetimler sistemi, Cumhuriyetin Kamu Hizmeti kurum ve ilişkilerini büyük ölçüde tasfiye etmiş ve belediyeleri şirketleştirmiştir.(3) Böylece özellikle Büyük Şehir Belediyeleri, eteklerinde kurulan Anonim Şirketler üzerinden, yaygın olarak özel çıkarları paylaştıran merkezlere ve dahası kaynakları yolsuzluk yoluyla hortumlayan suç örgütlerine dönüşmüştür.

Bugün Türkiye’nin kaynaklarını yasadışı yollardan, uyuşturucu kaçakçılığıyla, gaspla, tahsilat işlemleriyle, ihaleye fesat karıştırarak, rüşvetle, torpille, yetkiyi kötüye kullanarak hortumlamak, Atlantik Güdümlü Mafya Sistemi’nin bölüşüm ilkesi haline gelmiştir.

ÇÜRÜYEN SİSTEM KENDİ TOPLUMUNU KURUYOR

Sistem, 1980 yılından bu yana kendi toplumunu kurmakta, kendi kitlesini de oluşturmaktadır. Sistemin kurucuları ve takipçileri, “Benim memurum işini bilir” gibi sloganlarla sistemin kendi ahlâkını, kendi değerlerini de inşa etmişlerdir. Geniş halk kitleleri, sistem tarafından bahis, sanal bahis, kumar, at yarışı, kripto para, tahsilatçılık gibi havadan para kazanma yollarının içine çekilmiştir. Çalışkan ve namuslu Türk emekçisinin ve üreticisinin değerleri tahrip ediliyor ve kirletiliyor.

Yargının İstanbul Belediyesindeki yolsuzlukların üzerine gitmesi üzerine, yolsuzlukları koruyan bir Sokak Hareketinin tertiplenmesi olayı da, çürüyen sistemin kendi toplumunu kurmakta olduğunu gösteriyor. Sistemin iktidar partileri ve yerel iktidar kurumlarını ele geçiren muhalefet partileri, yolsuzlukla elde edilen kaynakları paylaştırıyorlar. Bu partiler, kendi yolsuzluklarını onaylayan bir seçmen kitlesi de yaratmış bulunuyorlar. Herkes karşıt partilerin yolsuzluğuna karşıdır. Yine herkes, kendi partisinin yolsuzluğunu alkışlamaktadır.

Her sistem kendi toplumunu da kurar. Hâkim sistem, ideolojik hegemonyası sayesinde oluşturduğu değerleri topluma dayatır. 1980’den bu yana Mafya Sisteminin neden olduğu çürüme, toplumda önemli değer aşınmalarına yol açmıştır. Geniş kitlelerin Sokak Hareketine katılmasında bu çürümenin etkilerini görmeyen var mı? AK Parti iktidarının ve CHP’nin peşinden giden kitleler, ne yazık ki kendi partilerinin yolsuzluklarını hoşgörüyle karşılamaktadır.

ACİL ÇÖZÜM: YOLSUZLUK MAHKEMELERİ

Vatan Partisi ise, bu gelişmeler karşısında 30 Mayıs 2018 günü Yolsuzluk Mahkemeleri kuracağını açıklamıştır. Bu özel yargıda soruşturmalar üç ayda tamamlanacak, kovuşturmalar ise altı ayda hükme bağlanacaktır, Yolsuzlukla elde edilen servetler, kamu kaynağına dönüştürülecektir.

Vatan Partisi 11. Amiral Soner Polat Genel Kurultayı 26-27 Kasım 2022

ARINMANIN ADI DEVRİM

Sistemin çürümesi ve toplumu da çürütmesi, devrimci çözümü dayatıyor. Kirlenen her toplum, en sonunda hamama gider ve yıkanır. Buradaki arınmanın adı, devrimdir.

Türkiye, Atlantik Sistemi içinde çözemeyeceği sorunlarla karşı karşıyadır. Küresel merkezlerden dayatılan Borçlanma Ekonomisi yanında, ABD’nin Yunanistan’ın Ege kıyılarında kurduğu üsler, ABD ile İsrail ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de ülkemizi hedef alan askerî tatbikatları, Kıbrıs’a yaptıkları yığınak, ABD ve İsrail’in Suriye’nin Kuzeyinde oluşturduğu PYD/YPG devletçiği, bütün bu olgular, Türkiye’ye Atlantik Sistemiyle hesaplaşmayı dayatıyor. Atlantik Sistemi, iktidar ve muhalefetiyle çözümsüzdür ve çıkmazdadır.

Türkiye, içine girdiği zorlu süreçten ancak Atlantik sisteminden kurtularak, başka deyişle Üretim Devrimiyle çıkabilir.

Türk Milleti, iki yüzyıllık Millî Demokratik Devrimini kesin sonuca ulaştırma sürecine girmiştir.

Sürecin başında emekçi sınıflar önder değildi, ama artık önderlik emekçi sınıflardadır. Polonez Gıda’dan Çayırhan işçilerine ve KFC emekçilerine kadar harekete geçen işçi sınıfı ve köylülük, yeni bir dönemin haberini veriyor. Toplu Sözleme gündemi, Türkiye için umut kapılarını açacak gündemdir. Milletçe kesin başarıya ulaşmanın güvencesi emekçi halktır ve Vatan Partisi’nin öncülüğüdür.

Bu süreç, emekçi sınıfların tarih sahnesine çıkması yanında, milletin ABD emperyalizminin ve İsrail’in tertiplerine, tezgâhlarına, kitleleri sokağa döken kışkırtmalarına karşı mücadelesinden geçerek ilerleyecektir.

ABD’NİN İKTİDAR PLANINI BOZMAK VE ÜRETİCİLERİN MİLLİ HÜKÜMETİNİ KURMAK

Sokak hareketleriyle provaları yapılan Turuncu Kalkışma hazırlıklarına karşı öncelikli görev, ABD emperyalizminin iktidar planlarını boşa çıkarmaktır.

ABD Derin Devletinin Tayyip Erdoğan’ı yıkma planı, aynı zamanda bir iktidar planıdır.

Hedefleri, ABD güdümlü ve İsrail dostu bir hükümet kurmaktır.

Kuracakları hükümet, Tayyip Erdoğan’ın ekonomi programını çok daha şiddetli boyutlarda uygulayacaktır.

Dahası o hükümet, ABD ve İsrail’in İkinci İsrail Devletçiği planına direnme yeteneğine de sahip değildir.

O hükümet, bugün sokağa koşan kitlelerin özlemlerine hizmet etmeyecek, o özlemleri bastıracaktır.

O hükümet, ülkemizi Atlantik zincirine bağlamak için kurulacaktır.

O hükümet, Türkiye’nin yükselen Asya Çağının öncü konumlarında yer alması sürecini önlemek için kurulacaktır.

ABD’nin güdümündeki plan, Türk Silahlı Kuvvetlerini özelleştirme ve Türk milletini devletsiz bırakma planıdır.

Bu planın Tayyip Erdoğan’ı yıkma aşamasına katıldıktan sonra Atlantik güdümlü hükümetin kurulmasına karşı çıkma olanağı bulunmuyor. Varılacak yeri göstermek, öncünün görevidir.

ABD’nin iktidar planını bozmak, Halkçı-Devrimci bir hükümet kurma mücadelesinin öncelikli görevidir. Bu görevi biz seçmiyoruz. Bu görevi, tarihsel koşullar önümüze koyuyor.

Tarihimizde benzer durumu Cumhuriyet Devrimi sürecinde yaşadık. Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Devletini parçalamak ve yıkmak isteyen emperyalist devletlere karşı, Birinci Cihan Savaşında Osmanlı Devletini savundu ve Cumhuriyet Devrimini bu sayede başardı. Cumhuriyeti kurmak için öncelikli görev, emperyalizmin Osmanlı Devletini yıkmasını önlemekti. Osmanlı yönetimi yerine Cumhuriyet yönetimini kurma hedefine, emperyalizmle işbirliği yoluyla değil, emperyalizmi önleyerek ulaşılabilirdi.

Bugün de CHP önderliğindeki Atlantik kuvvetlerinin Tayyip Erdoğan yönetimini yıkmasını önlemek, Üreticilerin Millî Hükümetini kurma mücadelesinin önündeki iştir. Atlantik güdümlü hükümetin yolunu kapatan her siyaset, Millî Hükümetin önünü açar.

ÜRETİCİLERİN MİLLÎ HÜKÜMETİNİ KURACAK KUVVETİ BİRİKTİRME YOLU

Üreticilerin Millî Hükümetinin yolu, emperyalist girişimlerin kuyruğuna takılarak değil, o girişimlere set çekerek açılır. Bağımsız ve Üreten Türkiye’yi gerçekleştirme hedefi, her somut durumda emperyalizme karşı mücadele mevzilerinde saf tutmayı gerektirir. Kuvvet, o mevzilerde toplanacaktır.

DOĞRU EYLEM ÇİZGİSİ

Zor dönemden çıkışın halk hareketlerine önderliğin doğru eylem çizgisini belirlemekte yarar var.

Birincisi, eylemin haklı zemini olmalıdır.

İkincisi, eylemin faydası olmalıdır. Başka deyişle eylem, güç yitirmeye değil, güç toplamaya hizmet etmelidir.

Üçüncüsü, eylemin sınırı olmalıdır. Eylem, elektrik gibi, su gibi, rüzgâr gibi dalga dalga, molalar vererek, ateşkesler yaparak ilerler. Hareketin dalga dalga olması, yalnız bir fizik kanunu değil, aynı zamanda toplumsal hareketin de kanunudur. Eylemin önderliği, duracağı ve yeniden atak yapacağı mevziyi bilmelidir.

EMPERAYALİZMİN FİGÜRANI OLMAK

YA DA HALKIN DEVRİMCİ ÇÖZÜMÜNDE ÖNCÜ GÖREV

Atlantik güdümlü CHP yönetiminin sokaklara çağırdığı toplulukların peşine takılmak, halkçılık değildir, toplumculuk değildir, milliyetçilik değildir, devrimcilik değildir. Peki nedir derseniz, emperyalizme piyonluktur, kitle kuyrukçuluğudur.

Bir hareketin karakterini, sallanan bayraklar, çalınan borazanlar, örtülen örtüler, takılan maskeler değil; hareketin önderliği, hareketin gerçek programı, hareketin nesnel mevzilenmesi, hareketin gerçek hedefi belirler.

Bugün CHP Merkez yönetiminin açıkladığı Emperyalist Batıyla Bütünleşme programı, NATO’ya bağlılık yeminleri, emperyalist devletlere ve güçlere imdat çağrıları, Atlantik güçlerine yöneltilen “Demokrasi ve insan hakları” adına silahlı müdahale davetleri, Yükselen Asya Uygarlığına düşmanlık ilanları; bir bütün olarak Sokak Hareketinin karakterini belirlemektedir.

Sokak çağrılarına koşan kalabalıkların niyet ve özlemleri, Hareketin karakterini belirlemiyor, ancak aldatılan kitlelerin esir alınan bilincini yansıtıyor.

Gördükleri her kalabalığın arkasına takılanlar, gerici isyanlarda piyon olmuşlar, “Mussolini ve Hitler’in askeri” görevini yapmışlar, Turuncu Kalkışmalarda figüran rolleri oynamışlar, karşıdevrimci hizmetlerde bulunmuşlardır.

Heyhat! Aldatılan kitleler, kendi halklarına, kendi milletlerine, kendi emekçilerine, devrim davasına ihanet eylemlerinin sonuçlarını yaşadıktan sonra pişman olmuşlar, dizlerini dövmüşler, hatta intihar etmişlerdir. Ancak ne fayda, utanç karanlıklarında kaybolup gitmişlerdir.

Kitle kuyrukçuluğu başka şeydir, Kitlelere önderlik başka şeydir.

Öncü Parti ile Kitle Kuyrukçuluğu arasındaki fark, devrim tarihini yazanlar ile efendilerin figüranı olanlar arasındaki farktır.

Öncü Partiyi kuru kalabalıklar yönetmez. Öncü Parti, doğru program, doğru strateji, doğru siyaset ve doğru eylem çizgisiyle halk kitlelerini yönetir.

Öncüsü olmayan, kendiliğindenci hareketler, pusulasız ve dümensiz gemi gibidir, kayalıklara çarpması kesindir, fakat hangi kayaya çarpacağını rüzgârlar ve dalgalar belirler.

Kitleler, Öncü Partiyi bilinçlendirmez. Öncü Parti, halk kitlelerini bilinçlendirir. Bütün tarih, halkın kendiliğinden bilinçlenmediğini, ancak bir Devrimci Öncü tarafından bilinçlendirildiğini kaydeder. Kitlelere bilinç dışardan, Öncü Parti tarafından verilmiştir ve verilir. Bu tarih gerçeğinin istisnası yoktur.

Kalabalıklar kendiliğinden teori, program, strateji, siyaset ve doğru eylem çizgisi kurabilseydi, Öncü Partilere, başka deyişle Devrim Önderliklerine ihtiyaç kalmazdı. O zaman ne Mustafa Kemal Atatürk olurdu, ne General Cromwell, ne Washington, ne Robespierre, ne Marx, ne Lenin, ne Mao Zedung, ne Lumumba, ne Bin Bella, ne de Bolivar, Fidel Castro ve Chavez! Kitle kuyrukçusu düzen yandaşlarının sevmedikleri, “tepeden inmeci” diye suçladıkları insanlar da onlardır zaten. Oysa o kuyrukçuların kendileri, sistemin tepeden inmeciliğinin kölesidirler.

İki yüzyıllık Türk Devrimi tarihi, öncelikle Öncü Parti’nin ve Öncünün önderliğindeki kahramanlıkların tarihidir.

Büyük imparatorluklar ve devrim geleneğini günümüze taşıyan Türkiye halkı, kalabalıkların peşine takılmayacak bir tecrübe mirasına sahiptir.

Türkiye halkı, Namık Kemallerin, Talat Paşaların, Mustafa Kemallerin Öncü Partilerinin önderliğine güvenir, onların çağrılarıyla ayağa kalkar, onların seferber ettiği mücadelelerde devrim yapar ve tarih yazar.

VATAN PARTİSİ’NİN YEDİ ATEŞTEN GEÇEN ÖNCÜ BİRİKİMİ

Vatan Partisi, bu öncü geleneğinin günümüzdeki temsilcisi olarak, 1968 Gençlik Hareketine önderlik etmiş, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbelerine karşı örgütlü mücadelelerden geçmiş, 1989-1991 İşçi Baharına önderlik etmiş, emperyalizme karşı Ermeni Soykırımı yalanına son vermiş, Amerikancı-Fetullahçı Gladyo’nun Silivri duvarlarını yıkmış ve Türk Ordusunu esaretten kurtarmış, 15-16 Temmuz Darbesine karşı ilk mücadele ateşini yakmış, Atatürk’ün Bütün Eserleri’ni genç kuşaklara taşımış, gençlik kitlesini, kadın hareketini ve erenler geleneğini örgütlemiştir. Bugün yükselen işçi hareketinin ön mevzisindeki öncü partidir. 60 yıllık kesintisiz örgütlü, sürekli, disiplinli bir gelenekten ve bu nedenlerle sistemin hedefi olmuş bir tarihten söz ediyoruz.

Vatan Partisi’nin kadroları, bu mücadelelerde yedi ateşten geçerek Öncü Birikimini kazanmıştır.

Vatan Partisi, güdülen cereyanların peşine takılarak değil, teslimiyetçi ve maceracı cereyanları cesaretle göğüsleyerek, Öncü karakterini pekiştirmiştir. Vatan Partisi, Türkiye’nin önündeki zorlukları Millî Demokratik Devrimle aşacak bir kadroya, programa, stratejiye, siyasetlere ve doğru eylem çizgisine sahiptir. Halka önderlik tecrübeleri içinde geliştirdiğimiz bu birikimi, halkımızın geleceği kuracak olan büyük yeteneğine sunuyoruz.

DİPNOT
(1) Bu konuda bkz. Vatan Partisi’nin Millî Devlet Bildirgesi, millidevletbildirgesi.com
(2) Bu konuda özellikle “Siyasetin ve Parti Yönetimlerinin Mafyalaşması” başlıklı bölüm için bkz. Doğu Perinçek, Anayasa ve Partiler Rejimi, Güncelleştirilmiş 4. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s.128. Ayrıca emperyalist kapitalist ülkelerde oluşan siyasal parti oligarşileri konusunda çok önemli bir kaynak eser için bkz. Robert Michels, Zur Soziologie des Parteiwesens in der modernen Demokratie, Neudruck der Zweiten Auflage, Stuttgart 1925.
(3) Merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden belirleyen Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında 5227 Sayılı Kanun, 15 Temmuz 2004 tarihinde kabul edildi. Bu kanuna Meclise sevk edildiği zaman yönelttiğimiz tarihî eleştiri konusunda bkz. Doğu Perinçek, “Fetret Devri”, Teori, sayı 170, Mart 2004, s.24 vd.
Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.