
1938’den Sonra Milli Rotadan Sapma
Ordunun Cumhuriyet Tarihinde İlk Defa Siyasi İktidarı Belirleme Müdahalesi
(İnönü’nün Cumhurbaşkanı Seçilişi ve Atatürk Cumhuriyeti’nin Devrimci Rotadan Çıkışı)
HALKA DEMOKRASİ, GERİCİLİĞE DİKTATÖRLÜK: Jakoben tutumu

Mustafa Kemal Atatürk, teorik ve ideolojik miras olarak, Cumhuriyet’i kurarken Fransız Demokratik Devrimi’ni esas almıştır. Ancak bu örnek alışta Fransız İhtilali’nin bireyciliği ve liberalizmini hariç tutmuştur. Zira Türkiye Cumhuriyet’inde halkçılık ve kamu ekonomisi ağırlıktadır. Bunun nedeni de bir ticaret kapitalizmi ülkesinde değil, emperyalizmin hakimiyetinde yarı kapitalist yarı feodal bir az gelişmiş ülkenin devrimi olmasındandır- Bundan dolayı Atatürk “diktatörlük”le itham edilmiştir. Sahte solda, dinci gericilik (Fundamentalizm çevrelerinde) ve PKK saflarında “Kemalist diktatörlük” söylemleri yaygındır. Atatürk gerçekten de devrimci Türk Jakoben’idir. Bizde buna “fedai”, “Ergenekon Demircisi” de denmektedir. Bu unvanlar bizim milli tarihimizin değerleridir.
Yeni kurulmuş ve genç bir Cumhuriyet, devrimci Jakoben bir politika izlemeyecek, Cumhuriyet’i yıkmak için fırsat kollayan gerici güçler üzerinde diktatörlük uygulamayacak da ne yapacak?
Halka demokrasi, gericiliğe diktatörlük!
Denklem böyle kurulmuştur.
Siyasetin tunç yasası böyledir.
Bugün Atatürk’e “diktatör” diyerek sözümona onu halkın gözünden düşürmeye çabalayanlar, açıp tarihi okusunlar; halka onun nasıl davrandığına baksınlar, bir de şimdikilerin tutumlarıyla, “Ananı da al git lan!” diyenlerin, “bu halk adam olmaz!” fetvacıların tutumlarıyla karşılaştırsınlar…
Mustafa Kemal’in bire bir vatandaşlarla temasının fotoğrafları incelendiğinde Atatürk’ün vatandaşı dikkatle dinlerken bakışlarındaki şefkat ve saygı dikkat çekicidir. Bütün fotoğraflarda bu eda barizdir. 1938’de Atatürk ölünce ve yerine İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçilince bu devrimci rotadan köklü bir sapma meydana geldi. Yakın bir tarihte, Balkan Savaşlarında küçücük Balkanlı devletçiklerin karşısında, adı tarih kitaplarında ve uluslararası milletler ailesi camiasında “imparatorluk”, “Devleti Aliye” olarak geçen Osmanlı Devleti’nin ordusu siyasete bulaşmış olduğu için yenilmesi ve perişan olması başta vatansever Türk subayı ve milletin vicdanını yaralamış; bu utançtan İttihat ve Terakki yönetiminin orduda reform yaparak orduyu gençleştirmesi ve siyasi faaliyetlerden uzaklaştırmasıyla Çanakkale Savaşı’nda yazdığı destanla kurtulabilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “bir ordunun cevheri ne olursa olsun siyasete karışırsa birlikte hareket etme ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder. Ve vatanın savunma gücünü hiçe indirir” anlayışı çerçevesinde, genç Cumhuriyet’in devrimci yönetimi 1938’e kadar silahlı kuvvetler politikasında özellikle bu tecrübeden yararlanmış, TSK’yı politikadan uzak tutma titizliğini göstermişlerdir. 1924 yılında Mustafa Kemal’in Bağımsızlık Savaşı komutan arkadaşları Cumhuriyet Devrimi’ni içlerine sindiremedikleri için ayrılığa düşmüşler, Kâzım Karabekir, Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Adnan (Adıvar) Bey’in öncülüğünde 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmadan önce hepsi ordunun başında komutan olan kurucuların askerlikten istifa etmeleri kaydıyla izin verilmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca ordu birkaç kez siyasete bulaşmış, askeri darbelerle politikaya karışmıştır. ABD güdümlü 12

Mart ve 12 Eylül darbeleri çok acı olaylarla tarihe geçmiştir. Ancak tarih, ordunun politikaya ilk kez müdahalesinin büyük Atatürk’ün ölümünün hemen akabinde derinden ve Atatürk ölüm döşeğindeyken İsmet İnönü’nün sessizce ördüğü ilişkiler ağı zemininde cereyan ettiğini yazmaktadır.
İNÖNÜ CUMHURİYETİ: “BİR KUVVET OLİGARŞİSİ”
Attila İlhan’ın terminolojisinde “İnönü Cumhuriyeti”, “…Oligarşi = Bürokrasi +Burjuvazi” şeklinde formüle edilen bir anlatım vardır. Bunu güçlendirmek için aşağıdaki Mahmut Goloğlu’nun görüşlerini aktarır:
“…Artık ‘totaliter ‘rejimin (demokratlık ilkelerine aykırı hükümet yönetiminin) tüm özelliklerine uygun bir bürünüş başlamıştı. Politik otorite, devlet ve hükümet kavramlarında toplandı; devlet başkanı ile hükümet başkanı, bu otoritenin tek ve sarsılmaz temsilcileri ve büyük çapta sahipleri durumuna geldiler. Ve Anayasa Hukuku Ordinaryüs Profesörü Ali Fuat Başgil, bu durumu ‘bir kuvvet oligarşisi’ olarak niteledi.”
‘Oligarşi’ diye nitelemesini totaliter rejim için yapıyor. Siyasi iradenin “devlet ve hükümet kavramlarında toplanması,” cumhurbaşkanı ile başbakanın siyasal iradenin “tek ve sarsılmaz temsilci ve sahipleri” durumuna gelmeleri olayı ‘oligarşi’ olarak niteleniyor.
M. Kemal’in ölümünden İnönü’nün iktidardan düştüğü 1950 yılına kadar süren Birinci Meclis’ten sonraki ‘Tek Parti Dönemi’nin ikinci evresi “faşist” bir süreci ifade eder. Birinci evresi ise ulusal demokratik devrimler dönemidir.
KRİTİK SORU: “İŞE, FAHRETTİN PAŞA KARIŞMASAYDI!”
Böylesi devrimler dönemini saptıracak uygulamalarıyla tarihe geçmiş, devrimci Jakoben rotadan Cumhuriyeti saptırmış İsmet İnönü, nasıl oluyor da Mustafa Kemal ile sürtüşmeleri varken ve Mustafa Kemal bu yüzden onu iktidardan uzaklaştırmışken, cumhurbaşkanı seçilebiliyor?
Bu olayı Attila İlhan şöyle açıklıyor:
“İşe, Fahrettin Paşa karışmasaydı!”
Evet, kritik soru budur.
Meclis’te ters yönde esen rüzgârları İnönü yönüne çeviren sihirli değnek budur.
Askerin siyasal alana ilk el atışıdır belki de bu.
Şöyle sürdürüyor sorgulamasını İlhan:
“Mustafa Kemal Paşa, ömrünün son yıllarını, Hatay Meselesiyle geçirmiştir; bilindiği gibi, ölümüne bir yıl kalmışken, o ‘sınırı geçip, orada gerilla savaşı başlatmak’ tan söz ediyordu.
“Ölümün kumandayı ele aldığı gün, onun yerini kimin dolduracağı sorunu; bütün önemi, zorlukları ve tehlikeleriyle öne çıkacaktır. TBMM, Gazi’yle uyuşmazlıklarını bildiği halde, nasıl oldu da ‘menkup’ İsmet Paşa’yı onun yerine getirdi.”
Yukarıdaki kritik sorunun soru kökü budur.
GENELKURMAY, ORDUNUN TARAFSIZ KALMASINDA MUTABIK
Bu soruyu soruyor ve Dr. Necdet Ekinci’den aşağıdaki görüşleri aktarıyor:
Ekinci, yaptığı araştırma ve incelemelere dayanarak, Genelkurmay’da yapılan toplantıda ordunun “Atatürk’ün ölümünden sonra alacağı konum”un tartışıldığını ve “tarafsız kalmasında” mutabık kalındığını belirtmektedir.
Bu toplantıyı müteakiben, Başbakan Bayar’ın, Genel Kurmay Başkanı’nı ziyaret ettiğini, “Çakmak’ı, TBMM’nin, Cumhurbaşkanı olarak görmek istediğini belirterek, kendisinden bu görevi kabul etmesini” istediğini, ancak Genelkurmay Başkanı’nın bu öneriyi, “ordunun bu konuda tarafsız kalmak kararında olduğunu ileri sürerek” kabul etmediğini ifade etmektedir.
Ne kadar vakur, şerefli ve tok gözlü bir tutum!
Tarihin ilerleyen yapraklarındaki söz verilip de Meclis’teki oylamada yeterli oyu bulamayarak kalp krizi geçirenlerle, “istemem, yan cebime koy!” tavırlı, bencil, aç gözlü kariyerist tutumlarla karşılaştırıldığında kurucu atalarımızın farkı bir kere daha gözler önüne seriliyor.
Ordunun komuta kademesi orduyu tamamen politikanın dışında tutma, TBMM’nin görev ve yetki alanına giren bir konuda “tarafsız kalma” kararı alıyor ama gerçekten bu tarafsızlık kararını sürdürebiliyor mu?
FAHRETTİN ALTAY: “KOLORDU VE TÜMEN KUMANDANLARI İNÖNÜ’YÜ İSTİYOR”
Attila İlhan ordunun taraf olduğunu, TBMM’nin yetki alanına giren bir konuya müdahale ettiğini Ekinci’nin açıklamalarına dayandırmaktadır.
Bayar ve Genelkurmay Başkanı Çakmak’la yapılan toplantıdan 2 gün sonra 1. Ordu Müfettişi ve Kurtuluş Savaşımızın Süvari Kolordusu Kumandanı, Milli Mücadelemizin ağır toplarından Fahreddin Altay’ın Genelkurmay İkinci Başkanı Asım Gündüz’e Cumhurbaşkanının kim olması gerektiğini sorduğunu, toplantıda alınan kararı öğrenince karşı çıktığını belirten Ekinci, Kolordu ve Tümen kumandanlarıyla yapılan toplantıda İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı yapılmasına karar verildiğini belirttikten sonra Gündüz’den bu kararı Çakmak’a iletmesini istediğini, Genelkurmay II. Başkanı Gündüz de ordu kumandanlarının kararını Çakmak’a bildirdiğini ve Genelkurmay Başkanı da bu kararı kabul etmek zorunda kalmış olduğunu vurgular.
Attila İlhan İnönü’nün, ordudaki etkisini kullanmak üzere, Başbakanlıktan azledildikten sonra evine kapandığı günlerde komşusu Fahrettin Paşa’yla ilişkilerini sıklaştırarak onun taraftarlığını kazandığını ifade eder. Tam olarak açık açık böyle demese de bu minval üzere ifadeleri vardır Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı makalelerde. Burada Attila İlhan’ın ne söyleyip ne söylemediğinin belirleyici bir önemi yoktur. Önemli olanın Fahrettin Altay’ın Atatürk’ün ölümünü izleyen süreçte, Meclis ve ordu cumhurbaşkanlığı sorununun çözümü konusunda tavır belirlerken Fahrettin Paşa’nın 1. Ordu Müfettişliği kariyeriyle ordu üzerindeki ağırlığını İnönü lehine koymasıdır. Aksi takdirde, seçim konusunda esas görevli olan Meclis’te başka rüzgârlar esmektedir.
Kaynakça: —Asım Gündüz / Hatıralarım; Der. Ihsan IIgar / Kervan Yyn. İstanbul, 1973,2) —Dr. Necdet Ekinci /Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler / s. 123 Toplumsal Dönüşüm Yyn. 1997) —F. Giritlioğlu, Türkiye Siyasi Tarihi’nde CHP’nin Mevkii: 113–115) |