
Günümüzde halk kitlelerinin gönlündeki Atatürkçülükle insanları Atatürk’le aldatanların Atatürkçülüğünü ayırdetmek lazımdır. Türk milletinin gönlüne taht kuran Atatürk’ü oradan hiçbir kuvvet ve kudret çıkaramaz. Ancak halkımızın Atatürk sevgisini ve saygısını istismar için Atatürk ve Atatürkçülüğü tepe tepe kullanan bir kesim var. Bu sahtekarlara “halkı Atatürk’le aldatanlar” diyoruz. Hazret yolsuzluk suçlamasıyla belediye başkanlığından atılmış, “rüşvet”, “irtikap”, “ihaleye fesat karıştırma”, “yolsuzluk”, “resmi evrakta sahtecilik” iddialarıyla hakim karşısında ama kendisine bakanların yüzünde Atatürk’ü gördüğünü iddia edebiliyor. Yani Karabekir Paşa’nın dediği gibi “Öyle puslu ki hava, şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor.” Niye böyle bir giriş yaptım? Kıvılcım’ın yayın çizgisini ve dünya görüşünü ortaya koymak istedim öncelikle. Benden Mustafa Kemal’le ilgili aşağıdaki yazısını yayınlamamı isteyen Uğur Utkan, genç bir tarih öğretmeni, ayrıca bu kadar genç yaşta siyaset bilimi ve kamu yönetimi eğitimi de almıştır. Elinde yazıp arşive koyduğu daha başka yazılarının da bulunduğunu, şimdiye kadar kimseye yayınlattıramadığını belirtmektedir. Tarihî kaynaklara dayanma çabası yazıda açıkça görülüyor. Makalesinde, Hakimiyet-i Milliye ve Ulus gazetelerinden alıntılar yaparak Atatürk’ün görüşlerini desteklemeye çalışıyor. Bu, metnin tarihî bir zemine oturtulması açısından olumlu bir çaba olarak değerlendirilmelidir. Makalede, Atatürk’ün kapitalizm ve emperyalizme karşı duruşu net bir şekilde aktarılmış. 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinden yapılan alıntılar, Atatürk’ün bu konulardaki fikirlerini dönemin koşulları çerçevesinde anlamaya yardımcı oluyor. 1935 yılında mason localarının kapatılmasına dair anlatı, Atatürk’ün bu konuda net bir tavır aldığını göstermesi bakımından dikkat çekici. Mahmut Esat Bozkurt’un takriri ve Anadolu Ajansı’nın haberi gibi detaylar, tarihî bir olay üzerinden argümanı destekliyor. 1937 tarihli Ulus gazetesinden yapılan alıntı, dönemin Siyonizm tartışmalarına ışık tutuyor ve Atatürk’ün bu konudaki duruşunu anlamak için önemli bir kaynak sunuyor. Bunun yanında olumsuz bazı küçük ayrıntılar da göze çarpıyor. Ancak o kadarının “kadı kızı”nda da bulunabileceği söylenegelmiştir. Makaleyi, Kıvılcım okuyucu ve izleyicilerinin bilgi ve ilgisine sunuyoruz. |
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN
YAHUDİLİK, MASONLUK VE SİYONİZM’LE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

Bugüne kadar Atatürk’le ilgili çok şeyler yazılıp çizilmiştir. Hatta en çok da şahsını karalamaya çalışanların ortaya attıkları gerçek dışı iddialar sürekli bilgi kirliliğine sebep olmuş, böylelikle Atatürk’ü milletin gözünden düşürmeye çalışma gibi girişimler yapılmıştır.
Bu gerçek dışı iddialardan biri O’nun mason, Yahudi, Siyonist işbirlikçisi olduğu yönündeki iftiralardır.
Şimdi hep birlikte tarihî kaynaklar ışığında Atatürk’ün Yahudilerle ilgili, masonlarla ilgili, Siyonistlerle ilgili düşüncelerine bir göz atalım:
Öncelikle meseleyi en baştan, Millî Mücadele yıllarından itibaren ele almak gerekiyor…
Millî Mücadele başladığı andan itibaren yayın hayatına başlayan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Mustafa Kemal Paşa, emperyalizm ve kapitalizm ile ilgili çok kritik tespitlerde bulunuyor:
En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan millettir; bilakis bu, adeta dünya çapında bir Yahudi saltanatı gibi tüm dünyaya hükmeden “kapitalizm” felaketi ve onun çocuğu olan “emperyalizm”dir. Artık tüm dünyanın farkına vardığı bu gerçek, bizde de tamamen idrak edilmektedir. Bugünlerde başımıza musallat edilen Yunan, düşman aleminin yalnızca bir parçasıdır. Daha doğrusu, kapitalizm saltanatının mazlum milletlere karşı gönderebileceği son kuvvet, son ordudur! Nitekim daha önce üzerimize saldıran ordular da yine kapitalizm saltanatının ordularından başka bir şey değildi. Moskof, İtalyan, Bulgar ve Yunan orduları, özetle bütün düşmanlarımız, kapitalizm tarafından harekete geçirilmişlerdi.
Bir zamanlar dünya, tarih sahnesinde birtakım zorba hükümdarların baskısı altında ezilirdi. Sonrasında milletler bu baskıyı yıktılar. Ancak bu kez de yerini paranın, sermayenin zulmü aldı. Sermaye, bugüne kadar dünyada yapılan tüm kötülüklerin yegane sebebi ve sorumlusu olmuştur; bugün de öyledir. Eğer tüm dünyayı hızla saran kapitalizm karşıtlığı olmasaydı, bu zulüm yarın da devam edecekti. Çok şükür, zulüm devrinin son günlerindeyiz. Kapitalizm yalnızca belirli milletlerin değil, bütün dünyanın, tüm milletlerin ortak düşmanıdır. Milletleri birbirine düşüren güç odur; kardeş kanı döktüren fitneler ondan çıkar, dünyayı kaplayan sefaletin müsebbibi ve tüm insanlığı inleten zulmün yegane zalimi yine odur.
Bu zulmün başarılı olması için zaman zaman başvurduğu savaşlar, onun tek güçleri ve tek silahları değildir. Bankalar ve sendikalar, onun en güçlü silahlarıdır ve tüm milletleri özellikle bu silahlarla mağlup eder. Memleketimize bakınız. Rejiler, Düyûn-ı Umûmiye, kapitülasyonlar, demiryolları, limanlar, gemiler, bankalar, ticaret evleri… Tüm bu müesseseler, Avrupa kapitalizminin bizi yok etmek için yıllardır kullandığı şeytani bir makinenin parçalarıdır. Bu makine yalnızca bizim ülkemizde değil, yeryüzünde varlığını sürdürdüğü sürece yalnız biz değil, tüm dünya zulüm altında ezilecek; sefalet, arşa çıkacak; insanlık felaketten felakete sürüklenecektir.
Bugün bize sınır açısından dünyanın en güzel, en hayal edilmez barış şartlarını sunsalar bile, kapitalizmin çarkları memlekette bugünkü haliyle kaldığı takdirde yok olmamız kaçınılmazdır. Hatta böyle değil, bu şeytani makinenin dörtte biri bile kalsa, bizim için yaşam imkanı yine hayal edilemez.
Zenginlerimizi dolandıran o, yoksulumuzu soyan o, mal ve mülkümüzü çalan, onurumuzu ve haysiyetimizi yok eden, faziletlerimizi şeytan gibi birer birer ortadan kaldıran, bizi birbirimize düşüren yine odur. Öyleyse kendimizi kurtarmak için önce bizim, ardından tüm dünyanın bu lanetli kapitalizm felaketinden kurtulması gerekir. Bu kurtuluştan sadece biz yarar sağlamayacağız; kapitalizm yalnızca bizim gibi zayıf milletler arasında değil, bizzat kapitalist ülkelerde de aynı derecede yıkıcı ve insanlık düşmanıdır. Hatta İngiltere, Fransa ve Amerika’da bile bu böyledir. Oralarda kapitalizmin sunduğu imkanlardan yararlananlara kıyasla, onun zulmü altında inleyenlerin sayısı yüz binlerce kat daha fazladır.
Bu durumda kapitalizmin düşmanı yalnız biz değiliz; tüm dünya onun düşmanıdır. Demek ki bütün dünya bizimle beraberdir. Dünyayı tanıyanlar ve dünya işlerini bilenler, artık bu gerçeğin tüm dünyada anlaşıldığını açıkça görmektedirler. Kapitalizm, şu anda Polonya ve Anadolu’da son kurşunlarını atmaktadır; artık kullanacak başka silahı kalmamaktadır, mesele bu güçleri alt etmektir. Türkler, bu gerçeği anlayınız! Anlamayanlara da anlayanlar öğretmelidir. Bolşevikler, Lehleri kesin şekilde mağlup ederken, bizim görevimiz de Yunanistan’ı Anadolu’dan hızla, sertçe ve derhal kovmaktır! Ondan sonra ebedi kurtuluş gelecektir! (Hakimiyet-i Milliye, 1336 (1920), No:48., s.1)
Ve aradan yıllar geçer. Millî Mücadele kazanılmış, çöken Osmanlı’nın küllerinden nur topu gibi bir Cumhuriyet kurulmuştur. Arka arkaya reformlar yapılmış, savaşın yaraları sarılmıştı. 10. Yıl Marşı’nda da belirtildiği gibi “On yılda on beş milyon genç” yetişmiş, yurdumuz demir ağlarla örülmüştü. Ülkemiz tarımda kendi kendine yetebilen bir ülke haline gelmiş, ezcümle Türk milleti yeniden ayağa kalkmıştır. Türkiye arka arkaya dönüşümler yaşayadursun asker Mustafa Kemal Paşa da Cumhurbaşkanı olarak TBMM’nin aldığı kararla “Atatürk” soyadını almıştır. 1935 yılına gelinmişti. Atatürk, ufukta yeni bir dünya savaşı tehlikesini seziyor, ayrıca Osmanlı’nın son yıllarında Siyonizm’in Ortadoğu’daki planlarını da I. Dünya Savaşı yıllarından bildiği için yeniden Türk’e ihanet hançerinin vurulmasından endişe ediyordu. Bu durumdan ötürü Siyonizm’i çileden çıkaracak bir hamle yaptı ve Adalet eski bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’a masonlarla ilgili bir dosya vererek kendisine şunları söyledi: “Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle, Halk Partisi Grup Başkanı’na ver, grupta bunlara şiddetle bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet, senin de bu işte şeref payın olacaktır.” Mahmut Esat Bozkurt, aldığı emrin gereğini yaparak verdiği “takrir”de şunları söyledi. “Masonluk kökü dışarıda olan bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararı ile kapatalım.” Paçaları tutuşan masonlar hemen Atatürk’ün doktoru Mim Kemal Öke öncülüğünde Atatürk’e giderek, O’na Türkiye’deki en üst masonluk makamı olan “Meşrik-i Azam”lık unvanını teklif ederek yalvardılar. Atatürk, onlara Avrupa’da hangi locaya bağlı olduklarını ve liderlerinin adını sordu. Onlar Cenova Locası’na bağlı olduklarını ve Reisleri’nin Barca Mişon olduğunu söylediler. Atatürk, öfkelenerek:
“Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. Yahudi uşakları! Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi. Ben sizin gibi bir çift Yahudi’ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki bütün locaları kapatmadığınız takdirde, yarın teşkil edeceğim Divan-ı Harb-i Örfi’ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan!” diyerek Masonları kovdu. (Kuzu, 2013)
Gazi Mustafa Kemal Paşa; Mason localarını kapatırken en kasvetli hakaretleri yıllarca biriktirdiği öfkeyle “Defolun Çıfıtlar, Yahudi uşakları,” derken; artık bu sinsi ifsat yuvasıyla hesaplaşmanın vaktinin geldiğine inanıyordu (Çebi, 2014).
Anadolu Ajansı 10 Ekim 1935 tarihinde, mason cemiyetlerinin kapandığını ve mallarının Halkevleri’ne bağışlandığını duyurdu. Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.
Yani kısaca Atatürk’le ilgili şu gerçek oldukça önem arz eder:
Türkiye’de 1935 yılında açıktan açığa ve resmen Masonluğa en büyük darbeyi ve kapılarına da kilidi vuran, Masonluğu kökünden yıkan, hiç şüphe edilmesin ki Mustafa Kemal Paşa’dır… (Çebi, 2014, s.11)
2 yıl sonra, 1937 yılında bu kez yeni adıyla Ulus Gazetesi olarak yayın yapan 22 Temmuz tarihli Hakimiyet-i Milliye’de Türk milletini Yahudi saltanatına, emperyalizme ve Siyonizm’e karşı bilinçlendirmek için “Siyonizm: Yahudi Faşizmi! Siyonizme Emperyalizm hareketi demek yanlış değildir.” başlığıyla bir bildiri yayınlanıyordu.
Burhan Belge imzalı ve “Filistin Notları” şeklinde bir başlığın da eklendiği bu yazıda geçen ifadeler aynen şöyle:
“Siyonizm: Yahudi faşizmi
Siyonizme, emperyalizm hareketi demek yanlış değildir
Filistin’e yahudi, inkar edilemez bir medeniyet getirmiştir. Kesif ve son bir medeniyet. Avrupa, olduğu gibi yerinden kalkmış ve Filistin’e yerleşmiştir. Yolları, caddeleri, evleri, milemeseleri, laboratuarları, mektebleri, kütüphaneleri vs.si ile. Avrupa hiçbir memleketi bu kadar massif bir istillya mevzu kılmamıştır. Sömürge ve yarı-sömürgelerin herhangi birisinde, Avrupa, limanlarda oturur hinterlandlara şimendüfer ile gidip gelir ve orada bir yahudi iki şehrin bazı merkezi mahallelerini işgal eder. Filistin’i Avrupa, karış karış eline geçirmiştir. Fakat bu Avrupa, bildiğiniz gibi yahudi Aνrupa’dır. Siyonizm’e bir emperyalizm hareketi demek, yanlış değildir.
Yahudi, zulüm ve hakaret gördüğü için üniversitalist, tolerant ve liberal olmuştu. Siyonizm ise, bunların hepsini inkar ediyor. Şiddeti kabul ediyor ve bu vazifeyi paraya havale ediyor. Dar bir doktrinarizme geçiyor ve tevratçı bir tradisyonalizm yapmağa çalışıyor. Şovinizmi kabul ediyor ve ağlama duvarından tekrar Salomon’un mabedini çıkarmağa uğraşıyor.
Neticede, bir vatan elde edeceğini sanıyor ki, metre murabbat şu kadara çıkmıştır, vatan, para ile satın alınabilir mi?
Neticede, medeniyet Tevratın hizmetine verilmiştir, medeniyet, hiç hizmete verilir mi?
Neticede, yahudi zekası, tıpkı kendisine has olduğu ve kendisinden beklenebileceği gibi, tamamiyle akli ve abstret (mücerred) bir vatan ve millet inşasına girişmiştir
Ve bunu, o kadar aleyhinde bulunduğu faşist görüşü ve faşist hoyratlığı ile yapıyor. Bir adam oturduğu yerden ha sopa ve tahkir ve tecrid kampları ha çil altınların soğuk ve madeni hodkâmlığı ile kovulmuş. Arada ne fark vardır?
Sayıyorum, toprağını kaça satarsın?
Sayıyorum, vatanını kaça satarsın?
Sayıyorum, namusunu ve insani haysiyetini kaça satarsın?
Bu suallerin arkasında, bir tekme ve bir kırbaç gizli değil midir?
Eğer yahudi, çiftine çubuğuna ve toprağına yurduna bağlı kalabilir bir insan olsa idi, dünyanın dört bir ucuna savrulup dağılır mıydı?
Yahudinin bu dağılmasında, zaruret vardır. Yahudi dağılıp karıştığı nisbette sevimlidir. Tarçın ve karabiber, güzel şeylerdir. As kullanıldıkları ve yalnız başlarına kullanılmadıkları için. Bir Tarçın lapası, bir karabiber helvası yenebilir mi?
Kesif bir yahudilik, kendisinin de tahammül edemiyeceği bir şeydir. Musa bunu anlamadığı için, milletin başını derde soktu. Isa ve onun asıl yaratıcısı Şaul, yahudiliği daha iyi anlamış yahudilerdi, Hıristiyanlığı çıkarmakla, yahudiliğin ilk ve son yolunu çok daha iyi kestirmiş oldular.
Bunun içindir ki siyonizmle yahudilik, en büyük günahlarından birini işlemektedir. Ne denir ki, bu millet, büyük günahlar işleyecek büyük cezalara katlanmak ve büyük çileler doldurmak için doğmuşa benzer…” (Ulus, 1937, s.2)
Sözün özü Atatürk’ün ömür boyu mücadele ettiği odakların adamı olmakla O’nu suçlamak, şahsına dönük mason, Yahudi, Siyonist işbirlikçisi şeklinde yapılan iftiralar tamamen yersizdir ve aklıselim olmaktan uzak olan safsatalardır.
Kaynakça: Hakimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1336 (1920), No: 48., s.1 Atatürk Din Düşmanı Değildi-Ali Kuzu, 2013, Paraf Yayınları Atatürk Mason Muydu-Hakan Yılmaz Çebi, 2014, Bilge Karınca Yayınları Ulus Gazetesi, 22 Temmuz 1937, s.2 |

- Atatürk, mason ve Siyonist işbirlikçisi miydi?
- TGB’den Türk Gençliğine çağrı: “Birinci vazifeye atıl TGB’ye katıl!”
- Antalya Vatan Partisi’nden Trump ve Barrack’ın küstahlığına sert tepki
- BM’de dünyaya KKTC’yi tanıma çağrısı
- En iyisi Eskimolar gibi emeklileri beyaz ayılara ikram edin!
