Sahel’den Akdeniz’e uzanan tehdit

Türkiye’nin ‘kalkan’ stratejisi

GÖKTUĞ ÇALIŞKAN

Eğer biz, ‘Bize ne Mali’den, Nijer’den?’ deme gafletine düşersek, yarın o coğrafyada pişen zehirli aşı, kendi soframızda bulmamız işten bile değildir. Sahadaki mevcudiyetimiz, sadece bugünü kurtarmak için değil, istikbalimizi teminat altına almak içindir.

Akdeniz’in sularında kopan fırtınaların sebebini yalnızca kuzeyin jeopolitik fay hatlarında arayanlar, asıl tehlikenin çok daha derinlerde, Afrika’nın “Sahel” olarak bilinen o uçsuz bucaksız kurak kuşağında sessizce büyüdüğünü görememektedir.

Türkiye’de dış politika okumaları ekseriyetle yakın havzamız olan Suriye, Irak veya Doğu Akdeniz eksenine hapsolsa da devlet aklının görmesi gereken hakikat şudur: Anadolu’nun güvenliği, Hatay’dan veya Trablus’tan değil; Bamako’dan, Niamey’den ve N’Djamena’dan başlamaktadır.

Zira bugün küresel güç mücadelesinin güç merkezi, Pasifik’ten ziyade Afrika’nın kalbine kaymıştır. Ve bu mücadele, Türkiye’nin son yıllarda ilmek ilmek ördüğü “Mavi Vatan” doktrinini güneyden kuşatmayı hedefleyen sinsi bir planı ihtiva etmektedir. Libya ile imzaladığımız deniz yetki alanları anlaşmasıyla Akdeniz’deki oyunu bozan Türkiye’ye karşı, şimdi Sahra altından, yani Libya’nın “arka bahçesinden” yeni bir cephe açılmak istenmektedir. Bu, alelade bir terör meselesi değil, Türkiye’nin stratejik derinliğini hedef alan çok katmanlı bir beka sorunudur.

LİBYA’NIN YUMUŞAK KARNI VE ‘KUŞATMA’ PLANI

Libya, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığının kilit taşıdır. Ancak Libya’nın güvenliği, sadece Akdeniz kıyısındaki Trablus veya Misrata’da sağlanamaz. Libya’nın güney sınırları, Sahel kuşağındaki kaosun doğrudan sirayet ettiği, kontrolsüz bir geçiş hattıdır. Çad, Nijer ve Sudan üçgeninde yaşanan her otorite boşluğu, Fezzan bölgesini istikrarsızlaştırmakta ve nihayetinde Libya’daki Türk varlığını tehdit etmektedir.

Emperyal güçlerin, bilhassa Afrika’da nüfuzunu kaybeden Fransa’nın ve kıtada nüfuz alanını genişleten diğer küresel aktörlerin hamleleri dikkatle irdelendiğinde, Libya’nın güneyinde bir “ateş çemberi” oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu ateş çemberi, Türkiye’nin Afrika ile kurduğu köprüyü kesmek, Libya Ulusal Birlik Hükümetini güneyden sıkıştırarak zayıflatmak ve Türkiye’yi tekrar Anadolu’ya hapsetmek gayesini gütmektedir.

Sahel’deki askeri darbeler ve akabinde gelen yönetim krizleri sadece yerel iktidar kavgaları olarak okunamaz. Bu hadiseler, devlet otoritesinin buharlaştığı, sınırların manasını yitirdiği ve terör örgütlerinin “devletleşmeye” başladığı bir süreci tetiklemiştir. İşte bu noktada, Türkiye’nin “Kalkan” stratejisi devreye girmek zorundadır. Zira Libya’nın güneyi düşerse, Akdeniz’deki kazanımlarımızı muhafaza etmek, dünden çok daha müşkül bir hale gelecektir. Bu kuşatma, konvansiyonel ordularla değil narko-terör şebekeleri, paralı askerler ve etnik milisler eliyle yani “hibrit savaş” yöntemleriyle yürütülmektedir.

VEKALET SAVAŞLARININ YENİ SAHASI: TERÖR VE İSTİHBARAT SARMALI

Sahadaki manzara, modern zamanların en karmaşık istihbarat savaşlarına sahne olmaktadır. Bölge, DEAŞ ve El-Kaide türevi örgütlerin cirit attığı bir arenaya dönüşmüştür. Ancak bu örgütleri sadece “radikal gruplar” olarak tasnif etmek meselenin nirengi noktasını kaçırmak olur. Bu yapılar, uluslararası güçlerin birbirine karşı kullandığı, gerektiğinde silahlandırıp sahaya sürdüğü birer “maşa” hüviyetindedir.

Özellikle Batı Afrika’dan Libya kıyılarına uzanan uyuşturucu ve insan kaçakçılığı rotaları, terörün ana finansman kaynağıdır. Bu rotaların kontrolü için verilen mücadele aslında bölgenin siyasi geleceğini belirlemektedir. Türkiye’nin burada karşı karşıya olduğu tehdit bu narko-terör otoyolunun Libya üzerinden Avrupa’ya ve hatta Türkiye’ye uzanma ihtimalidir. Kaosun mimarları, bu hattı açık tutarak hem bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmakta hem de Türkiye’nin “istikrar sağlayıcı” rolünü baltalamaya çalışmaktadır.

Dahası, özel askeri şirketlerin bölgedeki varlığı, denklemi daha da girift bir hale getirmektedir. Bu yapıların sunduğu geçici askeri çözümler, görünürde Batı karşıtı bir blok oluşturmayı hedeflese de kalıcı devlet inşası ve kurumsal güvenlik için yeterli değildir. Türkiye ise bu “yağma düzeninin” karşısına, devlet kapasitesini artıran, ordu ve polis teşkilatlarını eğiten kurumsal bir yapıyla çıkmaktadır. Ankara’nın farkı da buradadır. Bizler kaos ihraç etmiyor, nizam tesis ediyoruz. Lakin bu nizamın inşası, istihbarat örgütlerinin (bilhassa MİT’in) sahadaki görünmez ama tesirli faaliyetleriyle mümkündür. Sahel’deki her bir aşiret liderinin, her bir yerel aktörün kiminle irtibatlı olduğunu bilmek bugün bir lüks değil, güvenlik bürokrasimiz için bir mecburiyettir.

ANKARA’NIN STRATEJİK SABRI VE ‘ÖNLEYİCİ MÜDAHALE’ ZARURETİ

Türkiye, Afrika politikasında hamasetten uzak, rasyonel ve “stratejik sabır” üzerine kurulu bir yol izlemektedir. Ancak sabır, atalet demek değildir. Gelinen noktada, tehdidi sınırlarımıza dayanmadan, kaynağında bertaraf edecek bir “önleyici müdahale” konseptine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu müdahale, illaki askeri bir harekât manasına gelmez. Bilakis, savunma diplomasisi, istihbarat iş birliği ve ekonomik kalkınma modellerinin eşgüdümlü kullanımıyla hayata geçirilecek bir doktrindir.

Bugün Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun kurduğu Sahel Devletleri İttifakı (AES) gibi yeni oluşumlar, Batı’nın dayatmalarına karşı bir başkaldırıyı temsil etmektedir. Türkiye, bu yeni bloklaşmada “üçüncü yol” olarak kendini konumlandırmayı başarmıştır. Ne Fransa’nın sömürgeci kibrine ne de tek taraflı yeni askeri bağımlılıklara meyletmeyen Afrikalı liderler için Türkiye, “egemenliğe saygı duyan ortak” olarak temayüz etmektedir.

Kamuoyunun şu hususu net bir şekilde idrak etmesi elzemdir: Türk SİHA’larının Sahel semalarında süzülmesi, sadece ticari bir başarı değildir. O SİHA’lar, aynı zamanda Libya’nın güney kanadını koruyan, terör koridorlarını gözetleyen ve Türkiye’nin “uzak savunma hattını” tahkim eden stratejik unsurlardır. Ankara, Somali’de kurduğu askeri üs ve eğitim modelini Sahel kuşağına da adapte ederek Afrika’nın güvenliğini “kendi güvenliği” olarak addettiğini dosta düşmana ilan etmelidir. Zira Afrika’nın güvenliği çökerse, ortaya çıkacak göç dalgası ve terör tsunamisi, Akdeniz’i bir barış denizi olmaktan çıkarıp bir kriz havzasına dönüştürecektir.

NETİCE-İ KELAM: İSTİKBAL BAMAKO’DAN GÖRÜNÜR

Tarih bize öğretmiştir ki, büyük devletler savunma hatlarını kendi sınırlarının çok ötesinde kurar. Ecdadımız Osmanlı’nın Fizan’a kadar uzanan ilgisi, kuru bir cihangirlik davası değil, bir jeopolitik zorunluluktu. Bugün de ahval aynıdır. Türkiye Yüzyılı vizyonu, sadece Anadolu kıtasına hapsolarak gerçekleştirilemez. Afrika’nın kalbindeki bu sancılı dönüşüm, Türkiye için hem büyük bir risk hem de tarihi bir fırsattır.

Eğer biz, “Bize ne Mali’den, Nijer’den?” deme gafletine düşersek, yarın o coğrafyada pişen zehirli aşı, kendi soframızda bulmamız işten bile değildir. Devlet aklımız, bu kuşatma planını görmüş ve hamlelerini buna göre yapmıştır. Sahadaki mevcudiyetimiz, sadece bugünü kurtarmak için değil, istikbalimizi teminat altına almak içindir.

Sonuç olarak Akdeniz’deki Mavi Vatan’ın muhafazası, Sahra’daki “Kumdan Kalenin” sağlam tutulmasına bağlıdır. Türkiye, güvenlik mimarisini güneyden zorlayan bu ellere karşı, demir bir yumruk gibi değil ama akıllı bir güç olarak sahada kalmaya devam edecektir. Zira bayrağımızın gölgesi ne kadar uzağa düşerse vatan toprağı o kadar emniyette olacaktır.

Yazar hakkında
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ile Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun olan Göktuğ Çalışkan, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesini de tamamlamıştır. İlk yüksek lisansını Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler alanında, ikinci yüksek lisansını ise MEB YLSY bursiyeri olarak Fas’taki Uluslararası Rabat Üniversitesinde (UIR) Uluslararası İstihbarat ve Yönetişim alanında yapmıştır. Halen UIR Küresel Çalışmalar Merkezi’nde doktora çalışmalarına devam eden Çalışkan; İngilizce ve Fransızca bilmektedir. ANKASAM Uluslararası İlişkiler Uzmanı olarak çeşitli analizleri, röportajları ve yazıları bulunan Çalışkan; Afrika jeopolitiği, Sahel’de insan, din ve gıda güvenliği, terörizm ve küresel siyaset üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

Kaynak: Aydınlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir