“ATA ETİ, İTE OTU”…  

Nasreddin Hoca denince halkımız genellikle gülmece ve nüktedanlık aklına gelir. Lafı (taşı) gediğine koyuverme, hazır cevaplık denince ilk akla gelen Hoca Nasreddin’dir bizde. Ancak Hoca’nın fıkralarının düşüncel ve felsefi temellerine inince farklı durumlar ortaya çıkar.

Nasreddin Hoca, Orta Çağ’ın filozofları anlamında bir halk bilgesi, bir düşünür boyutu vardır. Onda toplum yaşamının bozuk yanlarına ve toplumsal yozlaşmanın yarattığı kötü davranışlara karşı halkın ince zekâsını yansıtan nüktedan eleştiriler vardır. Ancak Hoca Nasreddin’de bir Pir Sultan’ın, bir Dertli’nin keskin mücadeleciliğini bulamazsınız. 

Bir fıkrasında bir sosyolog olarak karşımıza çıkar; bir başka fıkrasında bir hukukçu ya da filozof vardır. Ancak hiçbir fıkrasında savaş adamı olarak ya da mücadele insanı olarak boy göstermez; yani savaşçı değildir.

Feodal despotizmin yönetiminde ahlakın ve insan davranışlarının bozulduğu ve toplumda özellikle zalimin desteğini arkasına alanların topluma kan kusturduğu gerçeği, kendi öz oğlunun Timur tarafından desteklenmesinin sonuçlarının ifade edildiği fıkrada somut bir şekilde ortaya konmaktadır. 

Bir sabah vurdum yola;
Oğlan da yanımda
Bir densizliğe kalktı;
Ben basarken zılgıtı;
Baktım karşımda Timur!
Açmaz mı ağzını homur homur;
Dedi: “Bak hele Hoca!
Oğlanı azarlama bir daha;
Ses etmeyeceksin ne yaparsa!” (*)

Timur gibi bir feodal hâkimin karşısında yapabileceği çok şey olmayacağı için bir teslimiyetçi anlayışla behemehâl itaat ettiğini ifade etmektedir.

Elbette boyun eğdim despota.
Oğlan da aldı mı itsimi sana! (*)

Toplumda despotun desteğini alan bir kişideki davranış değişikliklerini, ahlakın nasıl bozulduğu, toplumsal ilişkileri nasıl etkilediği ve yozlaştırdığını, çürüttüğünü bundan daha güzel nasıl ifade edebilirsiniz?

Eve resmen kıran kodu
Ata eti, ite otu!
Ettiği çıktı ayyuka
‘Dur!’lara kulak asmadı! (*)

Ama Hoca Nasreddin, o koca bilgeliğine rağmen eylem adamı değildir. Halkın deyişiyle söylersek,

Timur’un karşısında tırsmıştır. Korku ve yılgınlık dağları tutmuştur. Böyle bir ruhsal durumun yarattığı teslimiyetçi havada Timur’a karşı durulamayacağı düşüncesini yaymakta, itaat etmekten başka çıkar yolun bulunmadığı gibi yılgınlık edebiyatı yapmaktadır.

Her dönemin hakiminin önceleri topluma yaydığı psikoloji ve genel anlayış da bu değil midir?

Çanakkale destanını yazana kadar Türkler, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak bilinen İngiliz emperyalizmi yenilmez sanılıyordu dünyada. Emperyalizmin yenilmezliği efsanesini Çanakkale’de Türkler darmaduman etti. İngiliz’in süngüsü düşmüştü. Başı yerde süklüm püklüm kaçtı gitti. Dünya emperyalizm ve ulusal kurtuluş savaşları çağına giriyordu. Devrim savaşı önleyememişti ama savaş devrimlere yıl açtı. Sürecin ileriki aşamalarında vatan savaşlarıyla emperyalizmin gerçekten de “kâğıttan kaplan” olduğu hakikati bilinçlere çıktı.   

Ayrıca Orta Çağ Türk halk edebiyatının yakaladığı diyalektik hareketi Hoca Nasreddin’de göremeyiz. O doğa ve toplumu durgun, değişmez, hareketsiz olarak algılar. Timur belası bir kere gelip çöreklenmiştir, ebediyete kadar… Bu tutum, esasen mahalli “iktidar odakları” beylerinin ve Osmanlı aristokrasisinin hakikatidir. Mahalli “iktidar odakları”nın aristokratları Timur’un uşaklığına soyunmuş, Timur despotizminden siyasi iktidar ve rol beklemiştir. Hoca Nasreddin de bu beylerinin gerçeğine takılıp kalmıştır.

Hatun dayanamadı:
Dedi: “Bir çare Hoca?”
Dedim: “Çareyi sen bulsana!
Biri Timur’u aldı mı arkasına;
İşte böyle sıvar ortalığa!” (*)

Örneğin hoca Nasreddin’de, mücadeleci Pir Sultan’ın şöyle bir kararlılığı asla görülmez:

Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu, kırklar eşidir
On iki imamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Diyecek yüreği kendinde bulamaz.

(*) Manzum Nasreddin Hoca Fıkraları, Yılmaz Gruda, Kaynak yayınları, Haziran 2006, s.11

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.