
“Katil” bir soydan gelmek kadar incitici bir durum yoktur sanırım.
Kişi düzeyinde de millet düzeyinde de böyledir bu durum.
“Katil çocuğu”, “katil oğlu” gibi damgalar çok küçültücü ithamlardır.
Bunu bir de milletler seviyesine çıkararak düşünmek kadar insanı karabasanlara uğratan bir durum yoktur.
Denemeler’in projektörünün tutulması gerektiği bir konu…
Almanların durumunu bir düşünsenize!
Almanlar Hitler’den çok rahatsızdırlar.
Onları en rahatsız eden milli damgaları “Holokost”, “HaŞoah”tır (felaket).
“Yahudi soykırımı”yla itham edilmek tarih boyunca boyunlarına asılmış bir yafta olsa gerek!
Bunun üzerinde uzun uzun düşünmüşümdür.
Gerçekten dedelerimiz Ermenileri kesip biçtiler mi diye çok kitap okudum.
Her 24 Nisan’da dünyanın esas katili ABD başkanı acaba “ne diyecek?” diye pür dikkat kesildiğimiz yılların üzerinden çok geçmedi.
Daha dün gibi!
Türkiye millet olarak tef gibi gerilirdi.
“Soykırım” telaffuz edilecek diye ödü kopardı Ankara’nın.
Ama yıllarca hükümet ve devlet olarak da hiçbir mücadele yürütmemişti; ağlamaktan sızlanmaktan öte! Batılı devletler ise Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için boş durmuyorlardı. Batı parlamentolarında birer birer sözde “Ermeni soykırım” yasaları çıkartılırken bazıları da bu yasaları işletmişlerdi.
O yıllarda İsviçre Hükümeti Tarih Kurumu Başkanımızı “Ermeni soykırımı yoktur” dediği için bir yıl hapis cezasına çarptırmıştı.
Sonraki yıllarda Türkiye’den vatanseverler bu ceza yasalarını ve Batı devletlerinin parlamentolarının çıkardığı yasaları çiğneme operasyonları başlattı. Lozan ve Berlin Talat Paşa Harekâtları sırasında İşçi Partisi (Vatan Partisi) Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, Lozan’da Lozan polisinin bütün engellemelerine karşın düzenledikleri bir mitingde yaptığı konuşmada “Ermeni soykırımı uluslararası emperyalist bir yalandır” diye ilan etti. Lozan Savcılığınca ifadesi alındı. Mahkemeye verilen Dr. Doğu Perinçek 6-7 Mart 2007 tarihinde İsviçre’de mahkemeye çıktı. Batı emperyalizmi Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başına çorap örmeye çalışıyordu. Ama planlarını Talat Paşa Komitesi bozguna uğrattı.
İşçi Partisi (Vatan Partisi) Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, İsviçre’de 2008 yılında, “Ermeni soykırımı bir uluslararası yalandır” dediği için Lozan Polis Mahkemesi’nce “ırk ayrımcılığı” suçu işlemekten mahkûm edildi. Bu mahkûmiyet İsviçre Federal Mahkemesi tarafından da onaylandı. Dr. Doğu Perinçek, bu karara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) İsviçre’ye karşı 2008 yılında dava açtı. Türk hükümeti de bu davaya katıldı.
“İyi gerekçelendirilmiş, dengeli bir karar” olan AİHM kararı, soykırım kavramını “hukuki boyut”a İndirgeyerek, “tarihsel olayların tartışmalı boyutları konusunda olduğu gibi, bunlara yüklenen hukuki nitelemeler hakkında hakemlik etme yetkisinin bulunmadığı”nı kabul etti. (Emekli Büyükelçi Pulat Tacar) Ermeni soykırımı konusunda birçok kitap inceledim. Bizzat Ermeni yazarların kendi ağızlarından da öğrendim ki, “Ermeni soykırımı uluslararası emperyalist bir yalandır” ve Türkiye Cumhuriyeti üzerinde uluslararası psikolojik savaşın bir parçasıdır.
Gerçekte biz, yani atalarımız vatanımızı savundu. Savaş bu; kırım da olur, sürgün de!
Bir Sovyet Ermeni vatandaşı olan Boryan da Ermeni soykırımını uluslararası bir yalan olarak değerlendirmektedir.
OSMANLI’YI PARÇALAMA VE PAYLAŞMA APARATI
Ermeni sorunu Türklerin Anadolu’ya ikinci defa geldikleri ve bu kez hiç dönmemek üzere Anadolu’nun kapılarını kırarak girdikleri 1071 yılından beri dünyanın başını ağrıtan Doğu sorununun bir parçasıdır. Öyle ki 900 yıl sonra bile Seyid Rıza’da Ermeni Krallığı bayrağı çıkabilmektedir. Her çağın süper emperyalist devleti tarafından çeşitli görünümler altında bölge devletlerinin parçalama enstrümanına dönüştürülebilmektedir. Bir ara ASALA şeklinde ortaya çıkmış, 1980’lerde ASALA bastırılınca ardından Öcalan ve PKK olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin karşısına çıkarılmıştır.
19. YÜZYIL SONUNDA İNGİLİZ VE ÇARLIK RUSYASI EMPERYALİZMİNİN ALETİ
Ermeni meselesi, emperyalizmin aleti olarak 19. yüzyılın sonlarında fiilen ortaya çıkmıştır. Çarlık ve İngiliz emperyalizmi tarafından Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz kurma, onun içişlerine müdahale aracı olarak kullanma, parçalama ve paylaşma aracı olarak gündeme getirilmiştir.
GÜNÜMÜZDE ABD VE AB EMPERYALİZMİNİN APARATI
Günümüzde ABD ve AB emperyalizmleri tarafından devralınan bu uluslararası emperyalist yalan iyice alevlenmiş, bu kez de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içişlerine müdahale aracı ve Türkiye’nin parçalanmasında bir manivela olarak kullanılmaktadır.
Ermeni meselesini, kendisi de bir Ermeni olan Boryan’ın gözüyle anlatımı ya da incelenmesi daha öğretici, daha gerçekçi olmaktadır.
Boryan’dan öğrenirken, ibret verici sahtekârlığın, ikiyüzlülüğün, büyük yalancılığın ve uydurmacılığın farkına varıyor insan. Mehmet Perinçek sağ olsun, Rusya ve Ermeni arşivlerini didik didik ederek
Kaynak Yayınları’ndan Türkçeye kazandırdığı Boryan’ın ilgili kitabı ibretlik sahnelerle dolu.
Boryan da aynen bizim gibi, “Ermeni soykırımı uluslararası ve emperyalist bir yalandır” demektedir.
Şurası çok somut bir gerçektir ki, biz vatanımızı savunduk; Türkiye Ermenileri, Rus ordularına önderlik ederek ve komşuları Türkleri ve Kürtleri kesip biçerek alçakça bir ihanetin içinde yer almışlardır. Uyruğu oldukları ve bütün uyruklardan üstün durumda itibar sahibi olarak kaymağını yedikleri devlet ve vatana ihanet etmişler, arkadan hançerlemişlerdir.
Ermeni sorunu, Doğu sorununun bir parçası olarak birkaç boyutta ele alınabilir.
- Batı’nın kapitalist-emperyalist devletlerinin yurdumuzu paylaşma projeleri çerçevesinde Ermeni soykırımı yalanı.
- Ermeni soyunun yurdumuzun bir kısmını, Elviye-i Selase vilayetlerini ele geçirme proje ve niyetleri çerçevesinde Ermeni soykırımı yalanı.

Boryan’ın kitabı, Ermeni meselesinin, Batı’nın Anadolu’yu paylaşma projeleri çerçevesinde incelenmesine olanak vermektedir.
Boryan’ın “Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB” adlı 1000 sayfa kapasiteli eseri bu olanağı vermektedir.
Ayrıca bugün için ulaşılabilme olanağı çok zayıf olan 19. yüzyıl Ermeni kaynaklarına ilişkin belgelerden yararlandığı için Boryan, bir de bu açıdan önemli olmaktadır eser.
***
Önemli Ermeni-Sovyet devlet adamlarından ve parti yöneticilerinden biri, Nijni Çambarak Elizavetpol bölgesinden bir köylü çocuğu, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Güney-Kafkas’ta Ermeniler arasında devrimci mücadelenin içinde olmuş, bu bölgede Sovyet iktidarının kuruluşunda etkin rol almış, Ermeni meselesi üzerinde “otorite” kabul edilen Bagrat Artemoviç Boryan, Ermenilerin Rus ordularına kılavuzluk ettikleri, Doğu Anadolu’da Türk ve Kürt halkın katledilmesi olaylarını yarattıkları, bunu üzerine Osmanlı devletinin güvenlik amacıyla başlattığı muhacerete konu oldukları dönemi, “üst düzey görevlerde bulunarak geçirmiş ve olayları bire bir yaşamıştır.” (S. 8)
***
Boryan yukarıda anılan eseri nedeniyle “Ermeni milliyetçileri tarafından hain ilan edilmiş ve çok sert eleştirilere uğramıştır.” (S. 9) Ermeni meselesinin özünü tarihsel kaynaklarına inerek incelemektedir.
Böylece Ermeni meselesinin emperyalistlerin bir hegemonya aleti olduğunu somut olarak ortaya koymaktadır.
***
ERMENİ MESELESİNİN ÖZÜ,
ORTADOĞU HARİTASINI DEĞİŞTİRMEDE TÜRKİYE’DE
KÖPRÜ MAHİYETİ TAŞIYAN ERMENİ BURJUVAİSİNİN KULALNILMASIDIR
Avrupalı kapitalistler 19. yüzyıl sonlarına doğru emperyalistleşince Osmanlı’nın gitgide zayıf düşmesine paralel olarak Osmanlı’yı parçalayıp paylaşma çabalarını birkaç koldan birden yürütmüş; “bu planların hayata geçirilmesinde en önemli araçlardan biri Ermeni meselesi olmuştur.” Ermeni meselesi, “büyük devletlerin Türkiye’de merkezkaç kuvvetleri destekleyerek, Türkiye’nin zayıflatılması ve daha kolay sömürgeleştirilmesi” amacına hizmet etmiştir. Şimdiki gibi o zaman da Ortadoğu haritasını değiştirmek 19. yüzyıl BOP’unu uygulamak için “…Türkiye’de köprü mahiyeti taşıyan Ermeni burjuvazisini kullanma yoluna” gitmiştir. Bu gerçek Ermeni meselesinin “özünü” oluşturur. (S. 13)
Boryan’a göre emperyalizm mazlum dünya cephesinde hegemonya kurmak amacına ulaşmada iki taktik, iki yol izlemektedir:
Biri havuç politikası; “rüşvet, cinayet, yalan ve aldatıcı vaatler yoluyla kamuoyunu belirlemek ve ayrıca ezilen milletlerin siyasal parti temsilcilerini ve önderlerini ideolojik denetim altına almak”, diğeri savaş politikası; “uluslararası anlaşmalar ve savaşlara varan saldırgan politikalar”.
Buradan hareketle Ermeni meselesi, çağın bütün büyük devletlerinin, Atatürk’ün deyişiyle “Düveli
Muazzama”nın çıkarlarının kesiştiği Doğu meselesinin bir “parçası” haline gelmiştir. Dolayısıyla da bu eksende, yani “Doğu’da çıkarları çatışan devletlerarasındaki güç ilişkileri düzleminde çözülmüştür.”
(s.14)
EMPERYALİST POLİTİKALARIN BİR NESNESİ OLARAK ERMENİ MESELESİ
Burada Ermeni meselesinin işlevselliği hakkındaki saptamalarını ve gerçekliği anlatmayı sürdürüyor.
Ermenistan’ın jeostratejisi (uluslararası politikadaki yerlerinin önemi) Ermeni milletini her daim emperyalist politikaların bir “nesnesi” haline getirmiştir.
İşte bundan dolayı diyor Boryan, “Ermenistan ve Ermeniler, haklarını ve özgürlüklerini korumanın bir nesnesi değil, pazarlıkların bir nesnesi, özellikle İngiltere ve Rusya gibi emperyalist devletler için bir araç olmuştur.” demektedir. (s.14)
ERMENİLERİN LİDERLERİ, “BÜYÜK DEVLETLERİN ELLERİNDE BİRER SİLAH”TIR
Yani bu görüşleri biraz daha açan Boryan’a göre, Ermeni temsilcileri ve Ermeni milletinin yaptığı bütün hareketler emperyalistlerin “dikte”sinden başka bir şey değildir; bağımsız ve milli çıkarlarına hizmet eden bir yanı yoktur. Boryan görüşünü daha da keskinleştirmek için kendi milletine gerçek aşkına acımasızca davranmakta ve kendi milletinin ‘temsilcileri’ni, “büyük işgalcilerin ellerinde birer silah” olarak değerlendirmektedir: Başka bir şekilde söylersek, Ermeni önderleri, Rusya’nın ve İngiltere’nin elinde Osmanlı’nın, Türkiye’nin şakağına dayanmış bir tabancadan başka bir şey değildir. Bu bağlamda günümüzde Rus çarlarının, İngiliz “ince bacaklıları”nın çizmelerini giymiş olan ABD’nin elinde yakın geçmişte ASALA olarak, yaşadığımız dönemde PKK-YPG olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü parçalamak ve kukla Kürdistan adı altında ikinci İsrail’i kurmanın aparatı olmaktadırlar.
Bir başka bağlamda şöyle değerlendirme yapmaktadır Boryan:

“Berlin Konferansı’ndan sonra Ermeni meselesi, büyük devletlerin diplomasisi için Türkiye’ye bir baskı aracı haline dönüşmüştür. (1880, 1895 ve 1896 yıllarında) İngiliz ve Rus diplomasisi, onları takiben (1913–1914 yılları için) Rus ve Alman diplomasisi, Ermeni meselesini Doğu’daki sömürgeci politikalarının bir aracı olarak kullanmışlardır.” (s.14)
Zavallı Ermeni halkı da önderlerinin ahmaklığı ve bir adım önlerini göremeyecek kadar deneyimsiz ve körlükleri, öngörüsüzlüklerinin kurbanı olarak kırılıp gitmiştir.
“ERMENİ MESELESİ, BİR EMPERYALİZM MESELESİDİR”
Boryan uluslararası emperyalist bir yalan olan Ermeni meselesinin sindirilerek anlaşılması için Ermeni tarihinin bilinmesine gerek olduğunu saptamaktadır. Özellikle Ermeni Ortaçağ’ı bu konuda belirleyici olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Boryan’ın, ulaşılması oldukça müşkül kaynaklar olarak Ermeni
Orta Çağ’ını incelediği için önemi bir kat daha artan “Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve Rusya” adlı eserinde, Ermeni milletinin tarih boyunca hiçbir zaman “egemen bir devlet”e sahip olmadıkları saptaması yapmaktadır.
Mehmet Perinçek Boryan’ın bu konuda kesin davrandığını belirterek şöyle devam eder: “Boryan, bu soruya kesin bir cevap verir: Ermeniler, hemen hemen her zaman başka devletlerin iktidarı altında bulunmuşlardır. Bölgede Ruslar, İranlılar, Türkler gibi köklü bir devlet geleneğine sahip milletlerin oluşu, iç kavgalar ve Ermeni feodalizminin kendine özgü gelişimi, birkaç istisna dışında (II. Artaşen ve II. Tigran dönemi) Ermenilerin kendilerine ait bir devlet yapısı geliştirmesine engel olmuştur. Bu nedenle Ermeniler, tarih boyunca İran’a, Yunanistan’a, Roma’ya, Bizans’a, Araplara, Selçuklulara vb. bağlı yaşamıştır: ‘Açıktır ki, Ermeni kralları, bağımsız bir rol oynamamıştır ve egemen hükümdarlar olmamışlardır. Tarihleri boyunca, birkaç küçük istisna dışında, büyük dünya devletleriyle ‘birlik’ içinde yer almışlardır. Büyük devletlere bir alet olarak hizmet etmiş, bağımsız ve egemen devlet kuramamışlardır. Ermeni tarihçileri, “krallarını Kir’in (İran hükümdarı), Roma’nın, Babil’in vb. müttefikliğine kadar yükseltse de bunu milliyetçi-şovenist bir bakış olarak ele almak ve tarihsel gerçeklere, olgulara üstünkörü bir yaklaşımın sonucu olarak değerlendirmek gerekir.” (S. 16)
Burada Boryan “büyük dünya devletleriyle ‘birlik’ içinde yer almak” derken çok ironik bir şekilde, “sömürgecilik” tezinde olduğu gibi, Kürt milliyetçi tarih yazımcılığının saçmalıklarına benzer bir şekilde “birlik/müttefiklik” tezine atıfta bulunmaktadır.
***
Boryan Ermeni Orta Çağ’ı ile ilgili bir başka önemli saptaması şudur:
Batı devletleri Ermenilerle Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ilgiyi Boryan birkaç boyutta incelemektedir.
- “Batı’nın Katolik kralları, Ermenileri Papa’ya bağlayarak onları sömürgeci politikalarında kullanma amacı gütmüşlerdir.”
- “Papa, Ermenileri Filistin’deki haçlılara yardım etmek için önemli bir araç olarak görmüştür.”
- “Ermeniler, Katolikleştirilerek Haçlı Seferleri’nde silahlı bir kuvvet olarak kullanılabilecektir.”
- “Böylece Ermeniler, Müslüman Doğu’da Batı için askeri ve siyasal bir silaha dönüşebilecektir.”
- “Ayrıca Ermeni tüccarlar aracılığıyla İpek Yolu’nun kontrolü ele geçirilebilecektir.”
İşte bu nedenlerden dolayı, Ermeni coğrafyası misyoner akınına ve işgaline uğramıştır. (S. 16)
AMA VAATLER O ZAMANDA DA 20. YÜZYILDA DA BOŞ ÇIKMIŞTIR.
Esas bizi ilgilendiren yanına geldik Ermeni meselesinin. Yani Osmanlı ve Ermeniler meselesine…
Lenin’in yakın çalışma arkadaşı olan Ermeni kökenli Boryan, Osmanlılar ile Ermeni ilişkilerinde “93
Harbi” diye tarihimize geçmiş 1877–78 Osmanlı-Rus savaşı ve sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması ekseninde ikiye ayırarak inceleme eğilimindedir.
Ermeni meselesinin “gerçek yüzü”nü açığa çıkartmanın yolu, Ermenilerin Osmanlı Devleti’ndeki toplumsal, siyasal ve ekonomik konumlarının ortaya konmasından geçmektedir. Neden bu eksende
Ermenilere Osmanlı sultanları tarafından “milleti sadıka” denmiştir? Çünkü Osmanlı ülkesindeki tebaa azınlıkların el üstünde tutulanı olan Ermeniler ticaret ve sanatla uğraşmışlar, Osmanlı sarraf ve kuyumculuğunun elebaşıları olarak zenginleşmişler, bütün zamanlar boyunca devletçe özel hizmetlerde ve güven ihtiyacı gösteren faaliyetlerde çalıştırılmışlardır. Devletin darphane ve Baruthane-i Amire gibi önemli ve güvenliği ilgilendiren kurumlarının başına getirilmişlerdir. Yukarıdaki sorunun böylesi bir cevabında Ermeni milletinin tarihsel nankörlüğü ve sahtekarlığı açığa çıkmaktadır.
Boryan hem emperyalistler tarafından hem de Ermeni milliyetçi-şoven tarih yazıcıları tarafından her zaman çarpıtılmış tarihsel gerçekleri gözler önüne sermiştir:

“Türkiye Ermenilerinin siyasal-ekonomik ve hukuksal durumu, iki döneme ayrılmaktadır:
Birinci dönem, 1877–78 Türk-Rus Savaşı’na kadar;
İkinci dönem ise Berlin Antlaşması’ndan bugüne kadar…
Bu ayrım (iki bakımdan) önem taşımaktadır:
Bir taraftan Ermeniler açısından istenmeyen sonuçlar doğuran olguların açıklığa kavuşturulması (Bağlamında),
Diğer taraftan uluslararası diplomasinin, özellikle Rus diplomasisinin, Ermeni meselesinin çözümündeki rolünün ortaya konması açısından…
Bunun için:
Türkiye Ermenilerinin hayat koşullarını,
Rusya’nın iktidarı altına girmek isteyip istemediklerini,
Ve milli özerkliğe ve kendi devlet yapılarına sahip olma eğilimlerini açıklığa kavuşturmak gerekir.”
(s.17)
Boryan kendi milli edebiyat, tarih yazımı ve tüm yayınlarda, Ermenilerin Türk iktidarından yoğun baskılar gördükleri, acımasızca sömürüldükleri, insanlık dışı ve utanç verici baskılar yaşadıkları yönünde aşırı bir yakınma olduğunu, “…Ermenilerin Türk iktidarı yönetiminde İslam’ın baskısı, haksızlığı, sömürüsü ve tecavüzleri altında en karanlık dönemleri yaşadıklarını, Hıristiyan halklar için utanç verici bu durumdan kurtulmaya can attıkları öne süren bakış açısı(nın) bir hayli yaygın” olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir. (s.18)
Boryan, Ermenilerin “…özellikle 1878 yılından sonra büyük devletler tarafından Osmanlı’nın içişlerine müdahale aracı” olarak kullanıldığına dikkat çeker ve tarihsel zeminde bunları kanıtlar.
Boryan’a göre, 1453 fethi, “…İslam’ın Hıristiyanlık üzerinde kültürel bir üstünlük sağlamasına yol
açmış”tır. Rus Doğubilimcisi Bartold, 15. yüzyılda “İslam dünyasının kültürünün, Hıristiyan dünyasından üstün” olduğunu saptamıştır. (S. 18) Boryan bu sözün altını çizerek vurgu yapar. Ve şöyle devam eder:
“Avrupa’nın müdahalesine, yani Batı’nın ve Rusya’nın saldırgan politikalarına kadar Hıristiyanların
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki durumu, emekçi kitlelerinin Hıristiyan devletlerindeki durumundan daha iyiydi (…) Hıristiyan köylüler, kendi kavimlerinden toprak ağaları tarafından o kadar sömürülüyor ve köleleştiriliyordu ki, onlar Türk iktidarı altında bulunmayı kendi soylularının hâkimiyeti altında kalmaya tercih ediyorlardı.” (S. 19)
Burada Boryan, Milan Dükünün elçisi ve Arnavut Kralı Alfonso arasındaki bir görüşmeye dayanarak, Arnavut köylülerinin Osmanlı-Türk egemenliğini kendi öz aristokrasilerinin egemenliğine yeğlemekte olduklarını belirtmektedir. “O bölgede yaşayan insanlar, iyi ve insancıl Türk yöneticilere sadıktı. Bunun sonucunda da birçok Arnavut İslam’ı kabul etmiştir.”
Evet, buradan ve kestirmeden Boryan’dan öğrendiğimiz şu:
OSMANLI ORTA ÇAĞI SİYASETLERİNİN BALKAN HALKLARINCA KOLAYCA BENİMESENMESİ
Osmanlı Orta Çağ’ı, köylü kitleleri ve öteki halk kesimleri açısından, Batı aristokrasisi hâkimiyetine tercih edilen özellikler ve ayrıcalıklar taşımaktadır. Batı ülkelerinde köylü kitleleri üzerindeki esasen vergilere dayanan artık ürün yağması Osmanlı’nın uyguladığından kat kat fazla ve ağır ki, Hıristiyan köylü kitleleri Türk hâkimiyetini tercih etmektedir.
Boryan’ın saptadığı Rumeli ve Balkanlar’da Osmanlı’nın uyguladığı feodal ekonomi ve siyasetlerle Hıristiyan devletlerin feodal düzenleri arasındaki derin farklılıkları, Osmanlı Beyliği’nin başındaki Osman Bey ile kayınpederi Şeyh Edebali arasındaki bir söyleşide de görüyoruz. Osman Bey kayınpederine görüşlerini ve saptamalarını şöyle anlatıyor:
BATI FRENK DÜZENİ META DEREKESİNDE
KÖLELİĞE OSMANLI DÜZENİ DAHA İNSANCIL HOŞGÖRÜYE DAYANIR
“İstanbul’un Bizans’ı frengin karanlık dünyasından kopup geldi. Ama, oranın kölelik düzenini burada tutturamadı. Tutturamayınca da ‘Toprak Allahın, imparator kâhya, köylü kiracı’ demek zorunda kaldı. Latin İstanbul’u basıp alınca imparatorun hür köylüleri, Frenk düzeninin nasıl bir bela olduğunu görüp anlamıştır. Bu düzen, köylüyü köle etmeğe dayanır. (Burada Osman Bey, Frenk’ düzeninin köylüyü köle etmeye dayanmasında ifade ettiği “kölelik” serflik anlamında kullanmamaktadır. Feodal toplumda köylü zaten serf, yani toprak kölesi durumundadır. Burada belirtilen köle, kölelik düzeninin kölesi, yani meta seviyesindeki köle…) Kim ister köle olmayı? Demek hür kişileri köle etmek köle tutmak için zorlayacaksın aralıksız! Zorlarken zorlarken n’olur adam? İnsanlıktan çıkar. İşte bu sebepten Frenk adamı, say ki, kuduz canavardır. Kahpedir, kıyıcıdır, Allahı maldır, dini imanı soymaktır. Irzı, namusu, utanması, acıması, sözü, yemini hiç yoktur. Bunalırsa insan eti yer, Bizans köylüsü kabul etmez bu rezilliği… Uçlara yerleştirilmiş Hıristiyan Türklerse hiç yanaşmazlar köleliğe… ‘Suyun akarı’ dediğim, işte budur. Bu yöneliş çok adam istemez! Kalabalıkları biriktirip köylünün başına musallat etmek zorunda değilsin. O zaman kadar hiç görmediği, bilmediği bir düzeni götürüp Bizans köylüsünü şaşırtıp ürkütmek de yok! Köleliğe karşı, Frenk soygununa, zulmüne, ırz düşmanlığına karşı biz hoşgörü, dayanışma, can, ırz, mal güvenliği sağlayacağız (istimalet/FÖ) Alınteriyle çalışanlar bizden yana olacak ister istemez… Batıya yöneleceğiz! Talan etmeyeceğiz! Din yaymağa çabalamayacağız. Tersine herkesin inancına saygı göstereceğiz! İnsanlar arasında, din, soy, varlık bakımından hiçbir üstünlük tanımayacağız! Günbatının Karanlık Dünyası, karanlığını yüzyıllardan beri, sınırımıza sürmekte, bizi boğmaya çabalamaktadır. Yolunu kesene kuduz it gibi salacaktır.” (Fatih Özcan, “Aslanla Ceylanlar Dosttur Kucağımızda” Barışı, Türk’ün Devlet Kuruculuğu ve Yeryüzü Hükümdarlığı Ülküsü Antik Çağdan Cumhuriyet’e, s.124

ERMENİLER OSMANLI’DA REFAH VE
ZENGİNLİK, RUSYA’DA FAKİRLİK VE MUHTAÇLIK İÇİNDEDİRLER
Bu kapsamda Boryan, Ermenilerin Osmanlı Devleti’ndeki toplumsal-ekonomik ve siyasal durumları ve koşulları bağlamında şu saptamaları yapmaktadır:
- 1453 olayı, “Ermenilere yönelik hiçbir zulme yol açmamıştır; (…) Tam tersine, tarihsel kaynaklar, Mehmet’in Ermenileri sevdiğini ve Ermeni milletini devlet için yararlı bir öğe olarak gördüğünü, tebaasına insancıl yaklaştığını, tecrübelerine ve mali işlerdeki bilgilerine saygı duyarak Ermeni zanaatkâr ve tüccarları İstanbul’a davet ettiğini yazmaktadır.”
- 1513 yılında Tebriz’i fetheden sultan I. Selim, “…diğerleriyle birlikte bütün Ermeni zanaatkârları da İstanbul’a getirtmiştir.”
- “Milli Ermeni tarihi, Türk sultanlarının 16. yüzyıldan itibaren bugüne (1876’ya) kadar Ermenileri esas olarak sevdiklerini ve imkânları ölçüsünde desteklediklerini ileri sürmektedir. Onlara yönelik genel bir baskı olmamış, hükümet tebaasının çıkarlarını gözetmiş ve tek tek kişilerden ve hükümet memurlarından Ermenilere yönelik baskı teşebbüslerinin kökünü kurutmuştur.”
- 1606 Kıbrıs Rum isyanının bastırılması Ermeniler arasında bayram havası yaratmıştır.
- 1780’de, Rus Çarlığının önemli komutanlarından Sumorov’un yazdığı rapora göre, İran Şahı Ermenileri ezmiş ve sömürmüş ve birçoklarının Türk tarafına kaçmasına neden olmuştur.Rusya’daki Ermeniler de Türk tarafına sığınmaktadır. (Linch)
- H. Abovyan’ın anlattığına göre, 1821 yılında Hassan Han’ın Kars’tan aldığı, ancak Agasi tarafından kurtarılarak tekrar Rusya Kafkaslarına dönmeleri istenen Ermeniler bunu reddederek Türkiye’ye geri dönmüşlerdir. (S. 20)
- 1802 yılında Rus ordularının Bombak işgali sonrasında Türkiye Ermenileri Rus Genelkurmay Başkanı’na şu mektubu göndermişlerdir: “Böyle biliniz: Biz, Türk sultanına öyle bir sadakat duyuyoruz ki, onun düşmanlarını istemiyoruz. Gelişinizin ve ordularınızla ülkemize yerleşmenizin iyi bir tarafı yoktur. Ülkenize geri dönünüz. Eğer ülkenize gitmezseniz o zaman başınız bizimle belada olacaktır. Tanrı iyi nedir bilir, yoksa bizden günah gider.” (S. 21)
- Bombak Rus işgaline Ermeni tepkisi örneği üzerine Boryan, 1828–29 Türk-Rus Savaşı’nın Ermenilerin Osmanlı’nın en sadık tebaası olduğunu kesinlikle kanıtladığı saptamasını yapmaktadır. Ermeniler Osmanlı’da rahat, mutlu ve refah içindedirler; hukuki olarak güvenlikleri diğer ülkelerdekinden çok daha ileri boyutlardadır. Bombak Ermenilerinin anti-Rus tavırlarının altında Osmanlı’daki bu farklı yaşam tarzının etkisinin yanında vergi farkları da etkin rol oynamıştır. Bombak Ermenileri Osmanlı Devleti’ne 1969 ruble vergi öderken Rus egemenliği altında bu vergi 4023 rubleye fırlayıvermiştir. Rusya’da çalışan Ermeniler güvenlik nedeniyle ailelerini Türkiye’de tutmakta, kazançlarını da Türkiye’ye transfer etmektedirler. Bu konuda bir Rus memuru yakınmaktadır.
RUS BARON: “GÜMÜŞHANE’DE
TİCARET TAMAMEN RUMLARIN VE ERMENİLERİN ELİNDEDİR”
1835’de Baron Vrangel, Baron Rozen’e: “Gümüşhane’de idari makamlar, Rum ve Ermenilere dini ayinleriyle ilgili hiçbir baskı yapmıyorlar. Ticaret tamamen Rumların ve Ermenilerin elinde.” şeklinde yazmaktadır.
Marks, “Hıristiyanlar, Türkiye’de dinsel özgürlüklerden Avusturya ve Rusya’dakilere göre daha çok yararlanıyorlar.” demektedir.
Böylece Ermeni soykırımı yalanı peşinde koşanlar Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan azınlıkları ezip sömürdüğünü iddia eden alçakça propagandayla kendi emekçileri üzerindeki ağır zulüm ve sömürülerini gizleme, perdeleme yoluna gitmektedir ve böylesi hayâsız emperyalist yalanları Boryan saptamaktadır.
1830’da Pankratov, Erivan Kontu Paskeviç’e, “Türk ağaların hemen hemen bütün toprakları, Hıristiyanlar tarafından işletilmekte, neredeyse bütün ticaret ve bütün zanaat Hıristiyanların elinde.” diye yazmaktadır. (s.22)
BORYAN: “ERMENİLERİN AYAKLANMASINI GEREKTİRECEK NESNEL KOŞULLAR YOKTUR”
Ermenilerin Osmanlı’daki toplumsal yaşamları, ekonomik ve hukuki durumları da civar ülkelerdekilerle karşılaştırılamayacak derecede iyi, refah içinde ve mutludur. Bunu Boryan tarihsel kaynak ve tanıklarla kanıtlamaktadır. Rus ordusunun Türkiye seferleri sırasında Rus subaylar, “Türkiye Ermenistan’ında inanılmaz sayıda hayvanla ve dolu ambarlarla” karşılaşmıştır. Öyle ki, Rusya Ermenilerinde böyle bir durumla asla karşılaşamazdınız. (s.25) Boryan’a göre, “Ermenilerin Türkiye hükümetine karşı ayaklanmasını ya da bir başka hükümetin himayesini gerektirecek nesnel koşullar yoktur.”
Burada sormak gerekir gerçekten de:
Berlin Konferansı’na kadar hiçbir sorun yokken birdenbire Ermeni meselesi niçin “alevlendirilmiş” ve uluslararasılaştırılmıştır?
1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar milli-ayrılıkçı herhangi bir faaliyetleri bulunmayan Ermeniler savaştan sonra aniden “bağımsız Ermenistan” isteme noktasına nasıl gelivermiştir?
RUS ÇARLIĞININ İHTİYAÇLARI BELİRLEYİCİDİR
Burada Rus Çarlığının ihtiyaçları belirleyicidir. Çar I. Petro ile birlikte Rus emperyalizminin güneye, sıcak denizlere inme politikasının ortaya çıkması Osmanlı-Rus savaşlarına neden olmuş, Rus Çarlığı doğu halklarını kendi yanına çekme gereksinmesi içine düşmüştür. Bu da Türkiye Ermenilerini isyana teşvik etme politikasını getirmiştir.
KARİNYAN: “ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİNİN TARİHİ, EMPERYALİZMLE İŞ BİRLİĞİNİN TARİHİDİR”
Karinyan, Ermeni milliyetçiliğinin tarihini, “emperyalizmle iş birliğinin tarihi” olarak özetlemiştir. Ortaya çıkışından bugüne kadar, dış müdahale fikrine dayanan Ermeni milliyetçiliği bu haliyle gerici bir milliyetçiliktir. Esasen emperyalizm çağında ezilen millet milliyetçiliği devrimci karakterdedir ama
Ermeni milliyetçiliğinin tarihsel gerçekliği budur. Ermeni milliyetçiliği işbirlikçi karakterdedir, bağımsızlıkçı değildir. Çıkışından kurtuluşu yabancı müdahalesinde, emperyalizmle iş birliğinde arar.
Ermeni milleti arasında iki farklı politika ortaya çıkmış, 19. yüzyılın sonlarında biri Mşak, diğeri de
Megu Ayastani olmak üzere iki yayın organında propaganda edilmeye başlanmıştır. Mşak’ta uşaklık politikasının propagandası yapılır. Ermeniler Osmanlı zulmüne karşı ayaklanmalıdır.
Megu Ayastani’de ise farklı bir politika işlenir. “Eğer Türkiye imparatorluğunda işler kötüye gidiyorsa, bu Türkiye’deki halkların, Ermeni, Türk, Kürt ve Süryanilerin kendi meselesidir. Bu halkların ortak güçleriyle millet ayrımı yapmaksızın kendi kötü yönetimleriyle hesaplarını kendileri görmelidir. Ermenilerin kurtuluşu, Türkiye’de yaşayan bütün halkların kurtuluşuna bağlıdır. Herkesin özgürlüğünün güvencesi, ancak ortak mücadeledir. Büyük devletlerin müdahalesinin önlenmesi, Türkiye’deki bütün milletlerin birliğini sağlayacak ve her alandaki gelişmenin önünü açacaktır.” (s.33)

Bu iki farklı düşünce birbiriyle yarışmış, sonuçta işbirlikçi milliyetçilik hâkim olmuş, bu da Türkiye
Ermeniliğinin sonunu hazırlamıştır.
Sonuç olarak Ermenilerin -tıpkı şimdiki PKK ve FETÖ’nün ABD emperyalistlerinin enstrümanı olduğu gibi- Rus, Fransız ve İngiliz emperyalistlerinin aleti oldukları, aş yedikleri çanağa pisleme anlamında düşmanla iş birliği yaparak vatana ihanet ettikleri, bu sebeple göç ettirildikleri, Türklerin ise vatanlarını savundukları tarihi hakikattir.