16 Mart’lar ve Öğretmen Okulları (43’ncü kapanış yılında)

“Mart ayı, bizim tarihimizde en dikkate değer olayların yaşandığı bir aydır. Hilafetin, Saltanatın kaldırılışı, Tevhid-i tedrisatın kabulü, İstiklal Marşımızın kabulü, Çanakkale Zaferinin yıl dönümü, Nevruz Bayramı, Âşık Veysel’in ölümü bunlardan birkaçıdır. Biri daha var ki bunlar arasında pek yer bulamaz kendine. 16 Mart 1848, Öğretmen Okullarının kuruluşu ”

Bugün yıldönümüdür bu okullarımızın kuruluşunun… Anmak istedik bu vesileyle.

***

O ilk günü hatırlıyorum.

Dönmeyi bile düşünmüştük.

Dönenler olmuştu da, biz uymamıştık.

Uyku tutmamıştı.

Kayseri Ankara yoluna çıkmıştık.

Oturmuştuk Âşık Paşa Türbesinin önüne.

Gelen geçen otobüslere bakmıştık.

Öylece hasret gidermeye çalışmıştık.

Ağır gelmişti ayrılık…

Üçüncü haftaya kalmadan alışmıştık ama.

Çabucak geçivermişti o dört yıllık süre.

Son günü de hatırlıyorum.

Uyku tutmamıştı onda da.

Zor gelmişti ayrılık.

Karışmış, kaynaşmıştık.

“Vaktimiydi ayrılığın”

Dönmüştük çaresiz geldiğimiz yerlere.

Dağılmak üzere yeniden…

Tayin beklemiştik.

On dört yıl büyütmüştü sanki o dört yıl.

Kurtalan Ekspresi..

Altmış saati bulan tren yolculukları.

Yerköy’den Diyarbakır’a,

Ergani’den Kayseri’ye..

Dünyaya açılan penceremiz olmuştu,

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu.

Orada keşfetmiştik kendimizi…

İnanamamıştık el becerilerimize.

Hazır tablolar olmazdı duvarlarımızda.

Ne varsa sergilenen bize aitti.

Eskimiş kitapları ciltler, fidan büyütürdük.

Notlar alırdık karşılığında.

Tavuk yumurta yetiştirirdik

Törenlerde görseydiniz bizi siz.

Çıktık mı şehrin caddelerine

Tutturduk mu uygun adım marş!

Kaldırımlar dolup taşardı

Alkış tufanı kopardı.

Yo alırdık o sevgi koridorunda.

Pencerelere, balkonlara çıkardı teyzeler

Bizleri seyrederlerdi.

Sabah orkestrası oluşturulmuştu

Türkülerle uyandırılırdık.

Sazcılar bizdendiler.

Darbukacısı, zilcisi, kavalcısı.

“Uykuda mısın sevgili yârim, uyan uyan.

Aç pencereni, göreyim yüzünü uyan yar.

Horozlar ötmeden, gün ışımadan uyan yar.

Amman aman yar, canım gülüm yar .

Sabahlar olmadan uyan yar”

Dolaşırlardı koridorları bir bir.

Uyandırılırdık sahura kaldırılır gibi.

O moralle inerdik kahvaltıya,

Sonra da etüde…

Nöbetler tutardık birer haftalığına

Yemekhanede, revirde, spor salonunda,

Danışmada, bahçede her yerde…

Ütümüzü kendimiz yapardık.

Dersliklerimizi süpürürdük.

Gece etüdü biter, biz başlardık.

Dökerdik talaş alırdık süpürgemizi elimize.

Bir sabah, bir de akşam etüdümüz olurdu.

Kimi okur, kimi ödev yapar, kimi de mektup yazardı.

Mektuplar akşam etüdünde dağıtılırdı.

Sevinci, üzüntüsü başka olurdu mektubun.

Her yıl giydirilirdik yeniden

Pardösü dört yıl için bir kez verilirdi.

Onu da iki yıl giyebilirdik.

Üçüncü yıla kalmaz kısalırdı.

O zaman farkına varırdık uzadığımızın.

Dilleri olsa da konuşsa yatakhaneler.

Neleri konuşmaz, neleri paylaşmazdı ki?

On altı kişilik çift katlı o ranzalarda.

Ayakkabı boyacıları olurdu.

Birkaçı bir araya gelir ihaleyle alırlardı.

Kooperatif kolu, fotoğrafçılık kolu

Para kazanır, ailesine bile gönderirlerdi

Kıdeme saygı esastı bizde.

“Ağabey”, “abla” denirdi üst sınıflara.

Öğrenci temsilciliği seçimleri yapılırdı.

Demokrasi şöleni içinde geçerdi.

Sınıflar arası müsabakalar, yapılırdı.

Turnuvalarının biri biter, biri başlardı.

Basketbol, voleybol, futbol…

Sınıf gecelerinde oyunlar sahnelenirdi.

Kıyasıya yarışılırdı birincilik için

“16 Mart” özel gündü, kuruluş yıldönümüydü.

En güzeli olurdu yıl içindeki kutlamaların.

Öğretmen taklidini iyi yapanlar vardı.

Kulağına gitti mi de çıkartırdı ortaya.

İzlerdik aslını, taklidini bir arada.

Neşe katardık neşemize.

İstiklal Marşı okurduk coşkuyla

Mandolin, akordeon eşliğinde.

“Yurttan seslere” denk koromuz vardı.

Törenlerin, açılışların vazgeçilmeziydi.

En az bir çalgı aleti olurdu her birimizin.

Flüt, mandolin, gitar… bağlama illa da…

“Müzik”, “Resim”, “Tarım” baba derslerdi.

“Yazı”, “Beden Eğitimi” dersi de öyleydi.

Günlük gazete alınırdı kütüphaneye.

Teneffüslerde üşüşürdük başına.

Spor sayfalarından başlardık okumaya.

Muhammed Ali, Cemal Kamacı vardı o sıra.

Futbol tabi bir de, her devrin olmazsa olmazı.

Üç büyükler, Aslan, Kartal, Kanarya

O yıllarda safımı belirlemiştim ben de.

Köy stajlarına giderdik, şenlik havasında.

İlk öğretmenlik deneyimlerimizdi.

Her dalın favorisiydiler okul takımlarımız.

İkincilik için yarışırlardı bizim dışımızdakiler.

Sloganları vardı bir de bizimkilerin.

“Öğretmen öğretir!” diye.

Duyar, derimize sığmazdık coşkudan.

Fark atardık önümüze gelene.

Bütün kupaları toplardık.

Biz giderdik bölge birinciliklerine.

Seçme öğretmenlerimiz vardı.

Onlar öğrettiler günlük tutmayı, kitaplık oluşturmayı

Onlar sevdirdiler Mehmet Akif’i

Ziya Gökalp’ı, Abdurrahim Karakoç’u,

Çeyiz sandığı gibi doluydu bavulumuz.

Tarih şeridi, mevsim şeridi plan program

Tam teçhizat inmiştik sahaya.

Divit kalem, çini mürekkebimiz olurdu

Kendimiz oluştururduk fiş cümlelerini

Tevfik İlerinin dediği gibiydik;

“Essah öğretmen” idik, sahiden

Seksen beş öğretmen okullu, dilimiz birdi.

Aynı marşlar, şarkılar şiirler olurdu defterlerimizde.

Aynı dili konuşurduk

Köyde, köylüyle geçerdi günümüz.

Sofralarına otururduk, kapılarımızı açardık onlara.

Öğretmen Marşımızdan kuvvet alırdık;

“Alnımızda bilgilerden bir çelenk

Nura doğru can atan Türk genciyiz

Candan açtık cehle karşı bir savaş

Ey bu yolda ant içen genç arkadaş

Öğren, öğret, hakkı halka, gürle coş”

Bir dönemin “ülkü erlerinin” hikâyesiydi,

Anlatmağa çalıştıklarımız

Bir “16 Mart” tarihinde kurulmuşlardı.

Bundan yüz yetmiş yıl önce, 1848 yılında.

Kapatıldılar bir daha açılmamak üzere nedense?

Bundan tam kırk üç yıl önce…

Doldurulamadı yerleri, doldurulamayacak…

Selam olsun, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorlarsa.

Türk milleti minnettardır kendilerine.

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.