Tarih bilincinin önem ve belirleyiciliği

Tarihten çıkarılan ibretlik dersler

Bir solukta okuduğum rahmetli Turgut Özakman’ın Diriliş adlı eserinin devamı olan Şu Çılgın Türkler Milli Mücadelemizin, sanki olayları yaşıyormuşçasına canlı ve müthiş akıcı bir üslupla yazılan ender eserlerden biridir. İki gündür Şu Çılgın Türkleri okuyorum soluk soluğa. İnsanın beynini ateşleyen, milli bilincini kamçılayan bu iki eserin doğal devamı dizinin üçüncü eseri Cumhuriyet’tir. Bu yakın tarihimizi olağanüstü bir üslupla anlatıldığı bu kitapların özellikle –ABD ve İsrail ile piyonlarınca vatanımızın Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’tan silahlı tehdit altına alındığı- bu günlerde okunması bazı kafalarda şafak attıracaktır.

Ordumuzun ve polisimizin, 70 yıllık devletimiz içinde yuvalanan ABD Gladyosunun son şekli silahlı terör örgütü FETÖ darbesinin bastırmasına “tiyatro” diyen, ABD’nin “kara kuvvetim” dediği bölücü terör örgütü PKK’nın kazdığı hendeklere gömülmesine, güzeyimizdeki Kürt (gerçekte ABD-İsrail) koridorunu yaran Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarına bir PKK söylemi olan “saray savaşı” damgası vuran, Mavi Vatanımızın korunak noktalarından olan Libya’daki Türk varlığına “orada ne işimiz var” diyen, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını “muhalefeti örgütleyerek devireceği”ni ilan eden ABD Başkanı Biden’dan barış, demokrasi ve rol talep eden çevrelerin tarihteki ilk örneklerini okudukça ibret alınacak ender eserlerden Şu Çılgın Türkler kitabının 196’ıncı sayfasında bugünlere ışık tutan olaylar var.

Sovyet yönetiminin, elit konukları için ayırdığı, eski Başbakanlardan Prens Gurçakov’un görkemli sarayının bir dairesini tahsis ettiği Enver Paşa ile aynı dairenin bir odasının verildiği firari İttihatçılardan Dr. Nazım arasındaki, Türk ordusunun, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonucu üstün gelen Yunan ordusu karşısında Sakarya’nın doğusuna çekildiği sıralarda geçen bir konuşmayı Çılgın Türkler kitabında Turgut Özakman nefis bir edebi dille anlatıyor.

Enver Paşa, “Doktor gel..” dedi, “..otur. Önemli bir haberim var.”

Dr. Nazım oturdu. Enver Paşa’nın yüzünde üzüntü ve ümit karışımı bir gerginlik vardı:

“Dışişleri Komiserliğinde telsiz-telgraf haberlerini gösterdiler. Yunan ordusu Eskişehir’e girmiş.”

Dr. Nazım heyecanlandı.

“Şu halde Ankara’nın sonu geldi.”

“Evet.”

“Öyleyse bize de yol göründü.”

“Evet.”

“Ruslar emrinize kuvvet vermeyi kabul ettiler mi?”

“Bolşevik Müslümanlardan kurulu bir kuvvet için dayatıyorum. Daha bir sonuca varamadık.”

Dr. Nazım ayağa kalktı, iktidar tutkusu tınlayan bir sesle, “Olmaz Paşam..” dedi, “..görüşmeleri bir an önce sonuçlandırmak gerek. Hemen harekete geçmezsek, fırsatı kaçırabiliriz. Görüşme uzayacaksa, Anadolu’daki arkadaşlarımızla yetinelim, kuvvet istemekten vazgeçelim. İktidar kadın gibidir, bekletmeye gelmez.”

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve ülke işgal edilmeye başlanırken korku içinde ülkeden kaçarak Rusya’ya sığınmış Osmanlı Devleti’nin Genel Kurmay Başkanı ve Başkomutanı, savaş esnasında yönettiği bütün savaşları kaybetmiş Enver Paşa ve İttihat Terakki’nin önemli liderlerinden Dr. Nazım’ın İstiklal Savaşı’nda başarısızlığın pusuna yattıklarını anlatan ibretlik bir tutum…

Eskişehir-Kütahya savaşlarında Yunan ordusunun üstün gelmesine, Türk ordusunun yenilerek Sakarya’nın doğusuna çekilmesine sevinen bir kişilik…

İstiklal Savaşı’nda bütün davası varlığının, hürriyet ve istiklalinin tanınmasını talep etmek olan Türk Milletinin bu isteğini kabul etmeyerek Piyon (Yunan ordusunun) arkasında Sevr’e mecbur bırakmaya çalışan İngiltere’nin yerini bugün FETÖ, PKK arkasında ABD aldı.

Nasıl da benziyor, ABD Başkanı Biden’ın daha seçimi kazanmadan, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı muhalefeti örgütleyerek devireceğini ilan etmesine sevinen, demokrasi ve rol talep eden tutuma…

Bir başka örnek, “Artin Kemal” mahlaslı gazeteci-yazar Ali Kemal ile Sait Molla arasında geçen konuşmayla karşımıza çıkıyor.

Konuşma, işgal İstanbul’unda, İstanbul seçkinlerinin kulübü olan Cercle d’Orient’te geçiyor.

Gene Kütahya-Eskişehir muharebelerinde Türk ordusunun yenilerek Sakarya’nın doğusuna çekilmesi şartlarında cereyan ediyor.

Ali Kemal, “Gördün mü Molla Bey..” dedi, “.. korkmaya gerek yokmuş. Bizim düzme kahramanlar on günde perişan oldular.”

“Evet. Çok şükür.”

“Ankara’ya doğru kaçıyorlarmış. Yunan Yüksek Komiseriyle konuşmuştum. Yunan ordusu, yorulduğundan değil, artık takibe değecek bir kuvvet kalmadığı için duraklamış. Ordu, biraz dinlendikten sonra hareket edip bizim kabakçıların yuvası Ankara’ya yürüyecekmiş. O zaman her biri bir yere kaçar, M. Kemal saklanır, yine biz bize kalırız.”

Kahkaha attı. Ertesi sabah yayımlanacak yazısını çabucak tamamlamak üzere eğildi. (S. 202)

“Keşke Yunan yenseydi!” diyecek kadar soysuzlaşanların, İstiklal Savaşı’nda başkanı olduğu Teali İslam Cemiyeti’nin “vatana ihanet bildirileri”nden, yazdığı şapka karşıtı kitabında “halkı isyan ve irticaya teşvik” ettiği için Ceza Kanunu’nun 55’inci maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçuyla “vatana ihanetten” asılan İskilipli Atıf’ın mezarı başında ananların tutumuna ne kadar benziyor.

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.