ADD Genel Başkanı Çölaşan’dan iç karartan konferans

Atatürk Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın konuşmacı olarak katıldığı Adalet, Demokrasi ve Türkiye konulu Konferans, Belediye Sergi Salonu (Anfi Bölümünde) yapıldı. Kapkara bir tablo çizen Çölaşan, dinleyicilerin içini kararttı ve gelecek hakkında umutsuzluk aşıladı.

Konuşmasının çerçevesinin, Türkiye’nin önündeki yerel, genel ce Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçeği oluşturacağını, gündemin bu olduğunu vurgulayarak, bütün konuşması boyunca ülkede geleceğimizi belirleyen hiçbir tarihsel olay cereyan etmiyormuş gibi, dinleyicilerinin içini karartan ve gelecek açısından tamamen umutsuzluk aşılayan bir konuşma yaptı. Toprak bütünlüğü ve iç güvenlik gibi Türkiye’nin en birinci ve temel meselelerine hiç değinmeden kapkara bir tablo çizdi. Geleceğimizi belirleyen tarihsel gelişmeler olan PKK’nin kazdığı hendeklere gömülmesi, 2’nci İsrail koridorunun yarılması, ABD emperyalizmi gibi Ortadoğu ve Türkiye’nin üzerine çullanan bir düşman yokmuş gibi davranarak umutsuzluk aşıladı.

Konferansa Atatürk Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı Tansel Çölaşan, Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz, CHP İl Başkanı Osman Gök, İYİ Parti İl Başkanı Osman Kurt, Burdur Veteriner Hekimler Odası Başkanı, 22’nci dönem Burdur Milletvekili Kazım Üstüner, Türk Eğitim Sen Şube Başkanı Orhan Akın, ADD Antalya ve Isparta temsilcileri ve vatandaşlar katıldı.

İşte Çölaşan’ın konuşması!

Türkiye’nin bütünlüğü, Türkiye’nin laik, demokratik, Cumhuriyet yapısı bölünmeye kadar giden yoldur. Tehlikeleri hepimiz biliyoruz. Tehlikelerin biraz özetini yapayım ama önemli olan 16 Nisan’daki halkoylaması sonrasında bize dayatılan anayasanın getirdiği sürecin çok fazla farkında olmayan bireylere buradan çıkan arkadaşlarımın en azından bilgi aktarımında bulunması, hatta cep telefonları şimdi bunlara uygun kayda da alabilirler, bunları paylaşması amaçlı…

Siyasi partilerin gireceği hem yerel, hem genel hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi siyasi partiler arasında ve siyasi partilerin adayları arasında geçecek bir seçim değil. Bu üç seçimde Türkiye’de Cumhuriyet’in üzerinde dolaşan karabulutların dağıtılması noktasında ne yapabileceğimizi ve ne yapmamız gerektiğini anlatan bir konuşma olacak.

Süreç şu: Biz 100 yıldır karanlıkla aydınlığın, Ortaçağla çağın mücadelesini vermiş bir ülkeyiz. 100 yıllık mücadele tarihimize baktığımızda ortaya çıkan karanlık-aydınlık, çağ-Ortaçağ, devrim-karşıdevrim, bu mücadeleyi yaşadığımıza göre, bu mücadelede çağı mı, aydınlığı mı, Cumhuriyet dediğimiz laik, demokratik hukuk devletini kuran kurucu iradenin iradesi, üniter devlet, bölünmez yapı, kardeşçe yaşama, Türk milleti kavramı, vatandaşlık kavramı, bu topraklarda aynı yurt üzerinde yaşamanın mutluluğunu bırakıp bir tek adam, bir monarşi yapısında, faşist, siyasi İslam, bölünmüş bir yapıya gidip- gitmeme üzerinde karar vereceğiz. Siyasi mücadeleyi parti bazında yürütmeyeceğiz. Karşımızda karanlığı, Ortaçağı, siyasi İslamı, faşizmi, tek adam yönetimini ve bölünmeyi getiren bir zihniyet ve onu temsil eden bir iktidar var; ve o iktidarın bu hedeflerle toplamak istediği oy var. Bir tarafta da Cumhuriyet’in değerlerini genetiğine işlemiş, yaşam biçimi haline getirmiş, belki ifadesinde ideoloji olmadığı ve bilmediği bir siyasi kimlikle ifade edemeyen, ama aslında söylemek istediği şey ben özgür yaşamak istiyorum, üzerimde güvenlikli bir devlet görmek istiyorum, devlet demokrasilerde halkı için vardır. Ceberut bir devletin altında, OHAL şartları altında, devamlı baskıyla, sokağa çıktığımda kamu güvenliği milisleri gelip başını açtın, sağdan mı soldan mı yürüdün diye İran misali bir yapılandırmayla benim özel hayatım, hangi kaldırımdan yürüyeceğime kadar tayin edebilecek bir yapı içinde mi yaşamak istiyorum, yoksa ben istediğim işe girebilecek miyim, eşit işe eşit ücret alabilecek miyim, çocuğumu laik, demokratik bir hukuk devletinde, bu ne demektir özgür yaşayacak bir ülkede gelecek kurabilecek miyim, emekli olduğumda ben yaşlılığımın en ihtiyaçlı dönemimde, devleti gerçekten arkamda sosyal yardımlarıyla –ama Fak Fuk Fonu değil- devletin yapması gereken beni adam sayarak yapması gereken, beni kartlara borçlanacağım mekanizmadan kurtarıp devlet olduğunu gösteren, yatırım yapıp üretip o üretimden benim cebime girecek parayı artıran, yalaka besletmeyen, herkesi birbirine eşit sayan, işe eşit alan, işin nimetlerinden eşit yararlandıran, güvenli bir ortamda, yani bir demokrasi ortamında yaşayabilecek miyim, bunu sağlayacak bir yapıya oy vermek ister. Karar vereceğimiz ortam budur. Aydınlık mı karanlık mı, tekrarlıyorum, çağ mı, demokrasi çağı, özgür birey çağı, insan çağı, yaşamak çağı, adaletli yaşamak, adalete güvenmek, demokrasiyi hissetmek, kapımdan çıkacağıma kim karar verecek, kapıma işaretler kurulup yarın benden veya değil diye ceza alabileceğim, tutuklandığım zaman ne zaman çıkacağımı yasalar değil bir kişinin belirlemeyeceği bir sistem, kanunların geçerli olduğu, Anayasa Mahkemesi eğer bireysel başvuruda haklıdır doğrudur dediği zaman hiçbir kanuni yetkiyi ben kullanmam ben istemem diyecek sahibine endeksli, adrese bir yargı istemediğimi söylemek istiyorum.

Türk-İslam sentezinden –öyle başladılar- ılımlı İslam’a, arkasından siyasi İslam’a kadar ve bugün Ortaçağ karanlığına, faşizan bir siyasi İslam rejimi kurmaya kadar gittiklerini görmedik.

Aslında hata eden biziz. Hatalarımızı düzelterek kurucularımıza borcumuzu ödemek durumunda olan da bizleriz. Bunun bilincinde olarak seçimlere gideceğiz. Yerel seçimlere adaylığın peşinde koşmayacağız. Kim Cumhuriyeti yıkacak; kim yıkmayacak, ona bakacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sadece ve sadece şunu yapacağız. Bu kişi Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyetin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak laik kişi midir? Bu ülkeyi bölmemeye, Atatürk Cumhuriyeti’nin bütün kurucu ilkelerine –laik düzene oy vereceğimi ben bilmeliyim. Cumhurbaşkanı bu sistemi yeniden geri getireceğini bana söyleyebilmeli. Ama gerçekte olmalı, söyleyip de dönmemeli, sözünün eri olmalı. Geçmişte söz verip de dönenlerden olmamalı. 2002 yılında da ileri demokrasi diye diye geldiler, getirdikleri işte ortada. Nerede ne söylemiş sonra yutmuş, bunlara bakacaksınız. Eğer kendi ilkelerinden çok çabuk vazgeçebiliyorsa, bugün bu tarafta yarın bu tarafta elimi öpüyorsa, sarayla ilişkilerini çok yakın kuruyorsa; bakın bir dolu nirengi noktası var. Hem demokrasi deyip hem saraya gidiyorsa, bunlar nirengi noktalarımız olacak arkadaşlar. Bu çerçevenin içinde karar vereceğiz. Yani kısacası yerel seçimlerde, genel seçimlerde ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçek anlamda ülkemizin bekası için karar vereceğiz. Burada şahıslar yok. Ülke var, Cumhuriyet var.

Cumhuriyet, laik düzen üzerine kurulmuştu. Niye? Çünkü Osmanlı’nın yapısını gördü, aldığı ders onu laik düzene getirdi. Türkiye, 400-5 yüz yıllık bir şeriat düzeninden geçmiştir. Batı’dan farklıdır. Orada dinler ve kilise toplum üzerindeki etkisini çok önce kaybetmiştir. Ama Türkiye’de farklıdır. Bunu bilmeden mücadele yürütemeyiz. Şimdilerde Türkiye siyasi İslam üzerinde karar kılmış gözüküyor.

16 Nisan’da bir Anayasa değişikliğini kabul ettik. O Anayasa değişikliği aslında, 100 yıllık bir projenin sunulmuş halidir. Önce toplum alıştırıldı. Siyasi kimlikler değiştirildi. Yapı toplumsal olarak hazır hale getirildi. Ondan sonra 2002’de iktidara geçti. Tamamen siyasi İslam’a yönelik gelişmeler oldu. Ama takiyyelerle yürüdüğü için biz anlamadık.

2016’da kaybettiğimiz Cumhuriyeti az önce anlattım. İnsan ve insan odaklı devletin görevleri. Klasik anlamdaki demokrasi. Varolan insanın yüceltileceğini belirten devlet. Cumhuriyet’in amacı bu. Aynı zamanda üniter devlet. Bölünmeden bir Türk üstünlüğü altında Türkiye’de yaşayan Türkiye halkının Türk milleti sayıldığı, vatandaşlığı Türkiye’de yaşayan Türk halkı vatandaşlık bakımından Türk sayılır diyen ilk 24 Anayasası’ndaki 88. Maddedeki vatandaşlık tanımı. Türkiye Cumhuriyeti budur. Bu anlamda bir milliyetçilik, bu anlamda vatandaşlık, bu anlamda Türk milletini biraraya getirmiş bu vatan üzerinde bir üniter devlet kurmuştur. Atatürk’ün kurduğu bu devlete otoriter damgası vurdular. Her devlet otoriterdir; sen hedefine bak. Hedefi laik, demokratik hukuk devletidir. Bunu kaybettik.

Geçmişte FETÖ’nün yargısı var. Bugün başkasının yargısı var. Bu savcılar SONAR’ın tespitlerini sormadılar. SONAR’a göre, halkoylamasında mühürsüz oy pusulaları ortaya bilinçli olarak kondu. Hayır’ın çoğunlukla çıkacağı yerde yaramaz diye orada yok. Evet’in çoğunlukla çıktığı yerlerde de yok bu mühürsüz oy pusulaları. Nerde var biliyor musunuz? Hani aslında kolkola girdiği, 100 yıllık proje gereği bölünme içinde, Dolmabahçe’ye kadar birlikte yürüdüğü, ama sonrasında oylarıyla 7 Haziran’da kaybettiğini görüp 1 Kasım’a kadarki o süreçte yaptığı bütün çalışmalar sonucunda doğuda açtığı hendekleri kapatarak, büyük bir katliama girişerek –ama ben şunu söylemiyorum, sakın parantezde bir PKK terör örgütü Türkiye’nin yıkımında Amerikan’ın taşeronudur, ona karşı yavaş olalım, dostluk demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın; ama onlarla dost olanların, onunla kolkola girenlerin, Oslo’yu yapanlar, hendekleri açmasına izin veren, kaymakamlara valilere ellemeyin diyenler, yani siyasi irade oyunu kaybedince, bütün bir hengâme yaptı. O hengâmenin arkasına 1 Kasım seçimlerini aldı. O bölgeden HDP’nin etkin olduğu bölgeden yüzde yüz bir katılımla oy gelirse bu halkoylaması hayır’la bitecek. Buna karşı ne yapılabilir? Oraya seçimleri iptal gerekçesi olarak 1,5 milyon geçersiz oy konuyor. YSK Başkanı şöyle diyordu: Bakın diyor, bunlar sisteme dışardan girmiş değil. Birileri sahte yapıp gitmemiş. Bunu diyor, bizim yapımız içinde unutmuşlar diyor. Bu un utma idareye ait olduğu için ben halkın oyunu niye yok sayayım?  Ondan geçerli sayıyorum diyor. Ve bu çerçevenin içinde geçerli saydığı bu oyların sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt oylarının ağırlıklı değil silme olduğu 10 il, ilçede bir arada oldukları – bu çerçevede şaşırtıcıdır diyor, şaşırtıcıdır; sadece burada şaşırtıcıdır. İstenen şey buradan çıkan sonuç, seçimlerin iptal gerekçesi olarak kullanacakları oy miktarının hakikaten sayının az olması, yüzde 83 katılım o farkı çok yapmamış, o fark yüzde 1,1,5 değil de yüzde 8-10 olsaydı bu sahtekârlık yapılamazdı. Bu oyun oynanmazdı. Ve o çerçevede yönünü bu tarafa çıkaracaklarken yönünü bu kadar zaten yapmışız, bunu geçerli sayalım, o zaman o farkı biz almış olalım diye beni düşündürüyor. Bu çerçevenin içinde YSK’na birisi gidiyor, biliyorsunuz; saat dörtte. Seçim Doğu Anadolu’da bitmiş. Düşünebiliyor musunuz YSK kendi kurallarını koymuş, Anayasası belli, yasası belli, geçersiz saymış. Bir dolu tebliğ, bir dolu genelge çıkartmış. Fakat bir adam geliyor, arkasında 3 tane, 5 tane, bin tane sandık kurulu kararı da yok. Hiçbir belgeye dayanmıyor. Bir dilekçeyle buralarda bunlar var ne yapalım deyince, çok ciddi görüyor, kabul ediyor ve geçerli sayıyor. Ama ben de şunu söylüyorum. Bu YSK Başkanını Sayın Kılıçdaroğlu söyleşi yaptı, FETÖ’cü olup çocuklarıyla da bir baskıyla vs şekilde bir itiraflaşma ya da halelleşme suretiyle baskı altında bunları verdiğini başkan söyledi. Kılıçdaroğlu’nu bu sözlerini de yalanlayan kimse olmadı. Yargı bu baskıya boyun eğmiştir. Önümüzdeki yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu ve benzeri oyunları göreceğiz.

Meclis oturacak, bir şey yapmayacak. Çünkü yasa teklifini Bakanlar Kurulu yapar. Bakanlar Kurulu’nun öyle bir teklif yapma hakkı yok. Çünkü Bakanlar Kurulu yok. Geriye ne kalıyor? Bugüne kadar yasa tekliflerinin yüzde birini bile yapmamış olan kişilere, milletvekillerine kalıyor. Yasama yetkisi sınırlanmış durumda. Çünkü sayısal olarak yasamayı yapacak Bakanlar Kurulu yok, tasarı yolu yok, eğer bir çalışkan milletvekili çıkar da bir taslak hazırlarsa o kanun çıkacak. İkincisi daha vahim. Kanunlarda, münhasır kanun yetkisi vardır. Yani kanundan başka hiçbir tarzda bir kararnameyle yapılmayacak düzenlemeler vardır.  Anayasa’da da bu tür düzenlemeler vardır. Bunlardan bir tanesi devletin kurulması. 123 ve 126. Maddeler. Devleti ifade eder. Devletin il ve ilçe kuruluşlarıdır, merkezi idare kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar içinde yapılacak olaylar, yapılacak değişiklik sadece, bir tek, kanunla yapılır. Ama 123 ve 126. Maddelere kanun hükmünde kararname Başkanlık Kararnamesiyle de yapılsın diye AKP teklifini Meclis genel kurulu içinde AKP’nin de çoğunlukta bulunmasına rağmen demokrasi bilinciyle sonuç itibariyle bu kanun yetkisidir demiş ve reddetmiştir. Ama OHAL de var mı? Var. Nasıl olmuş?  123 ve 126. maddelerin reddedilmesi üzerine 106. madde başkanın yardımcıları ne yapar tanımlamaları içine sokuşturmuşlar. Bakanlıkları, devleti kurmak kaldırmak, il teşkilatlarını kurmak, illeri ayırmak, birleştirmek, bölgeler kurmak, bunları Cumhurbaşkanı tek imzayla yapacak. Sonuç itibariyle devleti kuracak. Peki, 2012’den itibaren Meclis’te Anayasa süreci olduğunda Anayasa’ya AKP teklifi olarak Meclis’e giren bir teklif var ya, orada özerklik, temel hak ve özgürlükler için de var, özerk bölge kurulmasının işareti var. Ama aynı şekilde bir tek kararnameyle il ve ilçeleri özerk sözünü ekleyerek bir başkanlık kararnamesi çıkarsa, bu kararname –ki 123 ve 126. Maddelerde görüşülmüş, Meclis oybirliği ile reddetmiş, neden tekrar arkadan başka bir görevin arasına bir madde –hem de 6 fıkrası var, 6. Maddenin fıkrasına sokarak girmiş. Demek ki sen halkın iradesini temsil eden Meclis’ten çıkaramadığın o bölünmeye götürecek Türkiye’yi özerk bölgelere götürecek maddeyi çok iyi niyetli değilsin, araya sokuşturmuşsun. Böyle bir şey yapıldığı takdirde Meclis ne yapar? Meclis’in hiçbir yapma yetkisi yok ki. Meclis de bunu resmi gazeteden duyacak bunu. Görürse ne yapacak? Sadece Anayasa Mahkemesi’ne gidecek. Hangi AYM’ye gidecek? Cumhurbaşkanı’nın AYM’de sadece 3 tane, 2 tane de Meclis’ten gelme adamı var. Daha önceki Sezer’den, Gül’den gelme üyeler var. O çerçevede belki şu tutukluluk siyasi iradeye aykırı karar çıktı. Yani irade çatışması var.

Konferans/ 1-

Konferans/ 2-

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.