47 yılın km taşları… A N K A R A

1974 yılında Kırşehir’den Tokat’a liselerarası basketbol maçlarına giderken görmüştüm ilk kez. Üniversiteye kayıt yaptırmak için gelmiştim ondan sonra.  “Beş yıl kalırsam burada dünyam değişir” demiştim. Haklı çıkarmıştır zaman Çok şey vermiştir bana Ankara. Okuduğumuz okulları, aldığımız görevleri sahip olduklarımızı sayarsak “her şey” demek bile mümkün ona.

Diyarbakır, Ankara biri doğduğumuz, biri doyduğumuz yer.

Çoğu burada geçti ömrümüzün. Çok insan tandık, çok dostlar edindik haliyle.   Hangi semtine gitsem tanıdık bulurum karşımda.  “47 yılın km taşları” başlığı altında anlatmaya çalıştım bir kısmını onun. Müfettişlikten öncesine ait idi onlar. Müfettiş iken karşılaştıklarım var bir de. “Mayınlı alan”, “kozmik odası” bir bakıma Milli Eğitimizin.  Kanayan yarası, çıkmazı. deyin isterseniz ona siz.  İncelik, dikkat, özen gerektiriyor onları kaleme almak.

 Akılda kalan müfettiş hatıratı yok pek bildiğim kadarıyla. Olsa keşke.  Dikkate alınsa, faydalanılsa onlardan. Eğitim adına edinilen tecrübenin önemsiz değersiz olduğunu kim söyleyebilir ki.

 Ankara Atatürk’ün bu millete armağanı.

Sonradan büyümüş şehir

Cumhuriyetin kokusu, ayak izleri var orada.

İlçeleri, köyleriyle gezmedik görmedik yeri semti kalmamıştır benim açımdan. Görev dolayısıyla olmuştur onların çoğu da.

Nerde kim?  önemi yok onun. Dört ay gidip gelmiştik bir soruşturma için. Doksan maddeden ibaret iddia vardı. 205 ifade, 128 sayfa rapor 945 parça ekleriyle, yedi kalın klasör halinde teslim etmiştik. Önünde fotoğrafımızı çekmişti dosyayı teslim alan, “alanında rekor” diyerek. Kenar semtte bir okul müdürü hakkındaydı. Şeytanı kıskandıracak hile, yalan, dolan, riya istismar… Belediye başkanı, esnaf, iş adamı,  bürokrat vs. kimleri dinlememiştik ki? Boing firmasının Ankara temsilcisinin eşini bile… Adli, idari, mali, disiplin teklifleri getirmiştik. Tensiplerine arz idi bizimkisi sadece karar erkine. Daha ötesini yapma yetkisi yok müfettişin. 

Tutuklanıp cezaevine konan, orada ifadesine başvurduğumuz birisi olmuştu yine.  İstismar konusuydu. “Meslekten men” teklifi getirmiştik ona da.  Televizyon yapımcısı anlatıyor. Programa konuk ediliyor dini ahlaki değerlerimizi anlatsın diye. Alacaklıları telefon yağdırıyorlar stüdyoya ekranda görünce.

“Ele verir talkını kendi yutar salkımı”

Uç örnekler bunlar belki ama eğitimin kimlerin eline kaldığını görebilmek bakımından önemli ve ibretlik.

 (Tenzih ederiz bu konuda Mili Eğitimin her kademesindeki özverili  gerçek temsilcilerini)

Sırtını nereye dayadıkları, cesareti kimden, aldıkları belli. Okullara hiç ama hiç girmemesi gereken siyasetten.  Sebep aranıyorsa eğitim-öğretim çıkmazımıza bir o yeter.

Eğitim-öğretim, yönetim, denetim ne yönüyle bakarsan “bir dokun bin ah işit” Milli eğitim cephesinde. Onu yüreğinde hissederek ayrılan çok meslek büyüklerimiz oldu.  Dünyasını değiştirdiler çoğu da. Rahmetle anıyorum onları ve eğitimimize katkı sağlayan aramızdan ayrılanları. Hayatta olanlara sağlık afiyet diliyorum. Onlardan birsinin odasının duvarına asılı duran bir yazı görürdüm. Onunla noktalamak isterim sonrakilere meslek düsturu olur diye.

“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır. Bu nedenle; bir lokma ekmek için onurunu ayaklar altına almaya, bir anlık zevk için namusunu lekelemeye, bir zamanlık mevki için ayak öpmeye ve günlük çıkarlar için erdemlerini karartmaya değmez.”

Bugün 23 Nisan.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Kutlu olsun çocuklarımıza ve Türk milletine.  Payidar olsun ve payitaht  kalsın hep Ankara.

 (Devam edecek )

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.