Basın Bayramı’nda Cemiyet Başkanı’ndan ateş gibi sözler

Sansür, şekil değiştirmiş olarak devam ediyor

Ekonomik kriz ve salgın basına ağır darbe vurdu

Bu darbenin en son şekli tasarruf tedbirleri oldu

Uzun Kurban Bayramı tatilinin içinde eriyen ve bir buçuk yıldır dünyayı ve ülkemizi sarsan Kovid19 salgınının ateşlediği ekonomik krizin ezip geçtiği basının “dayanışma günü” münasebetiyle Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz’in gerçekleştirdiği kahvaltılı toplantıya Burdur Gazeteciler Cemiyeti (BGC) Başkanı Kürşat Tuncel’in ateş gibi sözleri damga vurdu. Toplantıda konuşan Başkan Tuncel, sansürün, kaldırılmasının 113’üçüncü yıldönümünde de şekil değiştirmiş bir biçimde devam ettiğini, ekonomik kriz ve salgının basına ağır darbe vurduğunu, bu darbeye en son olarak tasarruf tedbirleri adı altında tuz biber ektiğini ifade ederek verdi veriştirdi.  

Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz ve Burdur’da faaliyet gösteren basın mensupları 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı münasebetiyle İstasyon Park’ta bir araya geldi.

İstasyon Parkta düzenlenen kahvaltıya Burdur Belediye Ali Orkun Ercengiz, Burdur Gazeteciler Cemiyet Başkanı Kürşat Tuncel ve basın mensupları katıldı.

Kahvaltıdan sonra Burdur Gazeteciler Cemiyeti (BGC) Başkanı Kürşat Tuncel ile Burdur Belediye Başkanı birer konuşma yaptılar.

Açılış konuşmasını yapan Burdur Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Kürşat Tuncel, bir yandan özeleştiri yaptı, diğer yandan ekonomik kriz ve salgın koşullarında ağır darbeler alan basının desteklerden yeterli yararlandırılmaması yüzünden siyasi iktidara yüklendi.

Başkan Tuncel şu ifadelere yer verdi:

BASIN BAYRAMI NE KADAR BAYRAM?

“24 Temmuz hepimizin bildiği gibi ‘Basın Bayramı’ ama tabi ki aslında bayram adı kalıplaşmış bir isim. Ne kadar basın bayramı? Ne denli basın bayramı? 113. yılında aslında bunları da sorguluyoruz. Bildiğiniz gibi bu topraklarda hürriyet ve demokrasi umutlarının yeşerdiği 1908’de 2. meşrutiyetin kaldırılmasıyla birlikte o günün sansür memurlarının da işine de son verildiği söyleniyor. Sistem şöyle işliyormuş o zaman: İstanbul gazeteleri her gün akşamüzeri provaları o günkü görevlilerin incelemesinden geçtikten sonra yayına veriliyormuş. 2. Meşrutiyet ile birlikte bu uygulamaya son verildiği için o günün şartlarında, o günün gerçeğinde gerçekten bir bayram sevinci yaşatmış. Lakin 133 yıllık gelişen süreçte bugün için bayramdan ziyade bizlerin, basın mensuplarının bir araya geldiği, buluştuğu, dertlerimizi, sorunlarımızı dile getirdiğimiz, kamuoyuna aktardığımız bir fırsat olarak görüyoruz. Belediye Başkanımıza da bugün bizi burada ağırladığı için bir kez daha teşekkür ediyorum.

SANSÜR, KALDIRILIŞININ 113’ÜNCÜ YILINDA ŞEKİL DEĞİŞTİRMİŞ OLARAK SÜRÜYOR

Sansür günümüzde ne durumda? Belki eski haliyle, eski şekliyle bir sansür günümüzde elbette yok ama şekil değiştirdiğini, biçim değiştirdiğini, yöntemlerinin değiştiğini de hepimiz tanık oluyoruz. Günümüzdeki sansürün en büyük adı ekonomik yaptırımlar, ekonomik sıkıntılar. Biliyorsunuz basının üzerindeki en büyük problem ekonomik sorunlar ki bu sorunlarımızın giderek ağırlaştığını görüyoruz. Gelirlerimizin azaldığı, giderlerimizin ise sürekli yükseldiği bir ortamda 2 yıldır pandemi süreci ile birlikte yazılı basın başta olmak üzere iletişim mecraları en zor günlerini yaşıyor. Şimdi bu noktada ekonominin bu kadar olumsuz etkilediği bir ortamda Basın Bayramının eskisi gibi bir anlamı, eskisi gibi bir özü var mı? Bunu konuşuyoruz. Dikkat ederseniz gazeteci örgütlerinin açıklamalarında da bu artık bir bayram değil, dayanışma günü şeklinde açıklamalarında giderek çoğaldığını görüyoruz.

DESTEK, SÖZDE DEĞİL GERÇEKTE OLMALI (LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ)

Peki, bu kadar kamuoyunun sesi olan 24 Temmuzlarda o sıcak mesajlara maruz kalıyoruz, işte bütün yöneticilerin açıklamalarını yine bu kez de gördük. İfade hürriyetine vurgu yapılıyor, demokrasiye vurgu yapılıyor, çok sesliliğe vurgu yapılıyor, gazetecilere birçok övgü yapılıyor. Lakin bu 24 Temmuz’da mesajlarla sınırlı kalıyor. Ama biz istiyoruz ki artık bu temennilerin, bu tespitlerin somut kazanımlara dönüşmesi. Madem gazeteciler haber alma görevini yerine getiriyorlar, o zaman bu desteklerin sözde değil gerçeğe dönüşmesinin artık zamanı geldiğini düşünüyoruz.

İĞNEYİ KENDİMİZE ÇUVALDIZI BAŞKALARINA BATIRALIM (NEDEN SUSUKUNUZ?)

Burada bir özeleştiriyi de kendimiz için yapıyoruz. Gazeteciler madem bu kadar halkın sesi, niye kendi sesini duyuramıyor. Bu noktada geçtiğimiz günlerde çok örnek bir kongreyi geride bıraktık. Orada da meslek büyüklerimiz güzel sözler sarf ettiler. Mesela orada en çok vurgulanan gazetecilerin neden bir olmadığı. Bu yapılan son başta tasarruf tedbirleri olmak üzere olumsuz uygulamalara karşı niye birlikte tepki vermediğimiz, birlikte hareket etmediğimiz. Mustafa abim olsun, Ercan başkanım olsun, Cemalettin bey, orada bana göre kayda geçecek çok güzel konuşmalar ve önerilerde bulundular. Şimdi milletin sesi olan bir meslek örgütü, milletin haberlerini yerine getiren bir meslek grubu niye kendi sorunlarını dile getirmez, çözümlerini niye sağlamaz. Bence burada hepimizin bunu düşünmesi gerekiyor.

SİYASİ İKTİDAR, GAZETECİLERİ ÖRGÜTSEL OLARAK BÖLÜP PARÇALIYOR

Bu noktada gazeteci örgütlerini de sorguluyoruz. Gazeteci örgütleri Türkiye’de o kadar çoğaldı ki ben adını saymakta zorlanıyorum. Ama bu çoğalma iyi mi? kötü mü? Şunu görüyoruz, böl, parçala, yönet! Maalesef iktidarların yıllardır uyguladığı bilindik bir metot. Şimdi bölündükçe, parçalandıkça gücümüzün azaldığını, sesimizi duyuramadığımızı da net bir şekilde görüyoruz.

TASARRUF TEDBİRLERİ, BASINA DARBE VURUYOR

Bakın en son 1 Temmuz’da tasarruf tedbirleri alındı. Tasarruf tedbirleri özü itibariyle Türkiye’de ekonomik sıkıntılar olduğunda kamu otoritesinin başvurduğu bir uygulama. Ama bu kez üzücü olan hepimizi gelecek açısından endişelendiren durum şu, basın yayın giderleri adı altında ilk defa tasarruf tedbirlerinde gazetelerin aboneliği başta olmak üzere, kamu kurumlarının ve yerel yönetimlerin reklam vermesinin de yasaklandığı bir yol açıldı. Daha önceki tasarruf tedbirlerinde hiç böyle bir ifade olmazdı. Bu bir başlangıç. Eğer sizler bunu fark etmezseniz, sesimizi gerektiği şekilde yükseltmezsek bunun devamı çok daha başka şekillerde gelecek. Çünkü iktidar sahipleri şunu çok iyi görüyor ki gazetecilere ne yapsak bir şekilde hayat devam ediyor. Çünkü herkesin kendi medyası var. Herkesin kendi gazeteci örgütü var. Biz böyle olduğumuz takdirde sadece 24 Temmuzlarda, 10 Ocaklarda bir araya geliriz, kahvaltı yapar, sonra dağılırız. O yüzden hepimizin bir kez daha iyi düşünmesi gerekiyor. Çünkü bu şekilde gidersek bir 10 sene sonra Burdur Belediyesi 24 Temmuz etkinliği düzenlemeyecek. Çünkü ortada gazeteci kalmayacak, basın mensubu kalmayacak. Çağın gereklerini yerine getirerek internet üzerinden çevrimiçi olarak etkinliği gerçekleştirecek. Çünkü popüler medya o zannediliyor. O yüzden hepimizin iyi düşünmesi lazım. Başta Burdur Gazeteciler Cemiyeti olarak bize büyük görevler düşüyor. Eğer biz bu noktada bir şey yapmayacaksak niye geldik buralara, niye bu görevi ifa ediyoruz. Ama şunu da lütfen yerel basın, yazılı basın, onlar resmi ilan alıyor, öteki dergi çıkarıyor, bu ajansta şöyle yapıyor şeylerini bir kenara bırakmamız lazım.

GAZETECİLER BİRLİK OLMAZSA HİTLER’İN PAPAZINA DÖNER

Eğer gerçekten birlikte hareket etmezsek aynen Almanya’da yaşadık papazın durumuna düşeriz. Hitler ilk iktidara geldiğinde papaz demiş ki faşistler çok kötü değil. Daha sonra yanındakiler götürülmeye başlamış, yine kötü değil demiş. Daha sonra sendikacılar tutuklanmaya başlamış, daha sonra gazeteciler hala papaz iktidardan memnun olduğunu söylüyormuş. Ne zaman feryat etmeye başlamış ta ki kendi tutuklanıncaya kadar” dedi.

Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz yaptığı konuşmada şu görüşlere yer verdi.

“Böl, parçala, yönet’ dedi başkanım. Böl, parçala, yok et mantığı global anlamda tüm dünyada aslında bir yönetim biçimi haline dönüştü. Burada bizler ben de bir meslek örgütünün başından gelen Belediye Başkanı olarak meslek örgütleri sorunlarıyla hep mücadele ederken en çok şikayet ettiğimiz şey yönetici tarafında şuydu; meslek örgütü mensuplarının bireysel olarak başına bir iş gelmediği sürece kaygı taşımadığı, ne zaman ki yangın onun kapısından içeri girip duman tütmeye başladığında hatta ilk sitemi de nerede bu cemiyet, nerede bu dernek, nerede bu örgüt, nerede bu birlik cümlelerini kurduğunu çok iyi biliyorum. Bu genelde böyledir. Ama önemlisi şu ki Türkiye son dönemde özellikle pandemi ile mücadele ettiği şu bir buçuk yıllık süreç içerisinde ekonomik anlamda da çok zorlanan bir ülke olmaya başladı. Ekonomik tedbirlerimiz her ne kadar yerelde, genelde tedbirler alınmaya çalışılsa da bu sürecin hem uzamış olması, hem de kaynakların yetersiz olmuş olması toplumda bir takım sabırsızlıkları da beraberinde getirmeye başladı. Geçtiğimiz 9 günlük bayram tatili bunun en somut göstergesi. Ben ömrümde bu kadar kalabalık bir turizm yurt içinde görmedim. Vatandaş bıkmış, bunalmış. Borçlanarak tatile gitmeyi göze almış. Hatta bir rezervasyon yaptırmadan gitmiş sahillerde şezlonglar üzerinde yatar hale gelmiş. Toplum büyük bir travma yaşıyor. Bu travmaların üstesinden gelebilmenin yegâne yöntemi toplumu bir arada tutmaktır. Toplumu ayrıştırmadan, toplumu bütünleştirerek, toplumun her kesiminin sorunlarını en azından toplumun sesini dinleyerek çözebilme çabasıdır. Eskiden her köşe başında bir gazete bayii olurdu. Ben iyi bir okur olmaya gayret ettim ve gazete okumak çok büyük bir ayrıcalıktır bana göre. Çünkü günümüz çağında şartlar çok değişti. Sabah okuduğunuz haber, öğleye eskimiş oluyor. İnternet medyacılığının veya internetin artık dünya genelinde çok iyi kullanılmasıyla birlikte maalesef görsel basın güç kaybetmiş gibi gözüküyor. Hâlbuki bana göre öyle değil. Görsel basını güçlü tutan dergileri, köşe yazılarını veya içerik tamamlayan birçok şeyi araştırma yazısını eğer doğru kurgulanabilirse bence gazetecilik yeni bir yol açabilir kendisine. Fakat geldiğimiz nokta da biraz önce sayın başkanım işin ekonomik tarafıyla birtakım sıkıntılarla boğuşan bir meslek grubu haline gelmiş olmanın kaygılarını anlattı. Evet, şimdi bakıyoruz genel medyaya bir kısım medya, bir kısım medya kabak gibi ortadan ikiye ayrıldı.  Bir olayı bir taraf güllük, gülistanlık, dikensiz gül bahçesi gibi gösterirken diğer taraf yangın yeriymiş gibi gösteriyor, aynı olayı. Hâlbuki gazetecilik ekonomik bir döngünün sonucu değildir. Gazetecilik bir patron işi değildir. Gazetecilik emeğin ortaya konulduğu, doğruların yazıldığı, kaleminin satılmadığı ve ne olursa olsun hep doğrunun söylendiği müstesna bir meslektir, kıymetlidir. Yani bir doktor hastasına sen çok iyisin diyebilir mi? 4. evre kanser iken, diyemez. Bir gazeteci ne güne kadar Burdur Belediyesi’nin yaptığı her işi doğru söyleyebilir ya da iktidarın yaptıklarının hep doğru olduğunu söyleyebilir. Mutlaka eksikleri, hataları, yanlışları bir gazeteci sorumluluğuyla, toplum ödevi sorumluluğuyla mutlaka yerine getirmelidir. Bizler yöneticiler olarak hatta siyasi yöneticiler olarak basından zaman zaman memnun olmayabiliriz. Basından şikâyet edebiliriz. Çünkü yaptığımız her işin doğru olma şansı yoktur. Doğruluktan kastım eksiklerinden ötürü doğru olmayabilir. Eksikleri olduğu için tam tamamlanmadığı için elbette sonuç yoktur. Bunu birileri yazdı diye biz onlara kızacak değiliz. Ama burada ince bir ayrım var. Bunu da özellikle ifade etmek isterim ki gazetecilik bir hesap görme mesleği de değildir. Taraf tutup, bir taraf olup kaybettiği zaman diğer tarafa kin kusmak, nefret etmek ve buradan da sabık yaratıp ömrünü bu işe adamakta değildir. Gazetecilik gerçekten çok özel bir meslektir. Ben bu anlamda sizleri bir kez daha kutlamak istiyorum. Çünkü işin sadece ekonomik tarafından bakılmış olsa herhalde Burdur’da bu mesleği sadece parası için yapacak bence kimse yoktur. Çünkü çok büyük kazancı olan bir meslek değil Burdur şartlarında. Hele hele sizlerle konuşuyoruz, tartışıyoruz, ulusal medyayı takip ediyorum, son günlerde özellikle bayramda tartışma programlarının her üçünden bir tanesi basının sorunlarıydı. Basının bu tasarruf tedbirlerinden nasıl etkilendiği, nasıl etkileneceği konuşuldu. Bir takım verileri, istatistikleri gördük. Şimdi daha düne kadar milyonlarca lira bir şekilde devletten katkı alan basının bir kısmı artık bu gelirlerin bir şekilde azalması neticesinde farklı bir yönteme gitmeye çalışmış. Bunlar duyduklarım, gördüklerim. Ama şu ki 113 yıldır biz doğruları öğrenme şansımız sadece ve sadece özgür basın aracılığıyla mümkün. Bunun korunması çok önemli. Bizim beşinci güç, dördüncü güç yani basını bir güç olarak görüyorsa, eğer dünya bir güç olarak görüyorsa bu gücün sizler bence farkında olmalısınız. Örgütlü mücadelede yani bugün önünüze konulanı kabullenmeniz demek yarın başka bir şeyi daha beraberinde getirecek demektir. Bu anlamda da ben meslek örgütlerinin ayrışmasının belli ölçüde kabul edilebileceğini, yani şu anlamda bu bir fikir özgürlüğüdür. Herkesin aynı şeyi düşünmesi değildir. Ama bunu sadece siyaseten ve fikir özgürlüğü olarak değerlendirmek yerine bir meslek birliği olarak grup orada bütünleşmenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kişiler kendinden sorumlu değil. Özellikle gazetecilik mesleği toplumsal bir ödevi yerine getirmektedir. Örneğin bu tasarruf tedbirleri çıkıp konuşulduğu zaman yani vatandaşa bir mesaj olarak verildiği zaman vatandaşın parasının çarçur edildiği imajı, vatandaşın parasının çarçur edilmemesi için bu tedbirlerin alındığı söylemi topluma hoş gelebilir. Ama topluma yansımasına bakıldığı zaman yarın içinizden birer ikişer, üçer, beşer eksildiği zaman o her gün çıkardığınız ve keyifle benim hemen hemen tamamını okumaya çalıştığım renkli veya siyah-beyaz yerel gazetelerimizin kapanması demek beraberinde birçok ocağın doğalgazının kesilmesi demektir. Birçok eve ekmek gitmemesi demektir. Bu anlamda da ben bu tedbirlerin bence bu kadar basit bir noktadan başlatılmamasını, daha üst düzey tedbirlerin daha genelde alınması gerektiğine inananlardanım. Örnek mi; bugün ülkenin ihtiyacı olan temel ihtiyaçlar dışında yatırımlar gözden geçirilebilir. Ülke yatırımları, devlet marifetiyle yaptığı zaman belki daha kazançlı çıkabilir. Bunları büyüklerimiz daha iyi bilir. Ama bir karşılaştırma yaptığımızda bunun karşılığı bu değil. Eğer bir tasarruf edilecekse, yani devlet tasarruf yapacaksa bence tasarruf edilebilecek daha birçok mevcut kalem vardır. Bu toplumsal dayanışmayı, toplumsal haber alma hakkını ya da toplumun sosyalitesini bir şekilde yerel yönetimler kanalıyla tasarruf adı altında engellemek toplumun zaten son bir buçuk yılda yaşadığı o yalnızlaşma travmasını körükleyecektir. Vatandaş o kontrolsüz mecrada, internet üzerinden her duyduğunu doğru sayacak. Çünkü orada yazılanların hiçbir sorumluluğu yok. O kadar özgür bir alan ki herkes herkese her şey hakkında yazı yazabilme hakkına sahip. Bunun karşılığında maalesef hak arayışı yıllara sari sonuçlanamayan, sonuçlandığında da iş işten geçmiş olan kişilerin hakkının gasp edildiği, haksızlığa uğradığı, itibarının zedelendiği durumların söz konusu olduğu sonuçlarla maalesef karşımızda. Bu anlamda da ben basının bir arada olmasının hak arayışının da sadece meslek örgütünün hakkının arayışının olması gerektiğini, siyasi düşünceleri, inançları bu anlamda bir kenara bırakın. Sonuçta yüzbinlerce kişinin doğrudan dolaylı evine ekmek götürdüğü bu sektöründe ayakta kalması gerektiğine inananlardanım. Bayramınızı bir kez daha kutluyorum. Bayram değil dayanışmaya döndü dedi başkanım. Adı her ne olursa olsun dayanışma da güzel bir kelime. Sadece bayram değil. Ben tebrik ediyorum. Elimden geldiğince de ben bunu sadece maddi kaynak olarak düşünmeyin, manevi destek olarak ta her zaman doğrunun ve haklının yanında bugüne kadar olduğumuz gibi bundan sonra da olacağımızı ifade etmek isterim.”

Kahvaltı sonrası toplu resim çekimi yapıldı.

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.