Elli yıl geriden alın meseleyi siz. Söz kesimi vardı köyde, şerbetini içiyorduk birisinin. Doluydu oda sedir başından kapı önüne kadar. (Şerbet içiliyordu önceden. Lokuma, tatlıya dönüşüverdi daha sonra iş). Duvarda çiviye asılı gaz lambasına bir hal olmuş zifiri karanlığa gömülmüştük birden. Bir ses duyulmuştu o arada.
“Herkes cebindekini yesin”
Aklıma gelir ne zaman ışıklar gidip de, karanlıkta kalsak. İnce zekâ ürünü ve de sempatik. Paylaşmayı sevmeyen, sahip olduklarını tek başına tüketmek için uygun anı kollayan kimseleri anlatmak için üretmiş onu Anadolu irfanı. “Kendine Müslüman” tabiri de kullanılır bazı kimi yörelerde.
Virüs kararttı şimdi de dünyamızı, lambadan beter. Tıkadı içeri herkesi. Kuru yemiş olurdu köylünün cebinde eskiden. Tarlasının mahsulüydü. Kuru üzüm, incir, badem vs. Onunla beslenirdi yazıda yabanda. Yanına yaklaşılamıyor şimdi bu adı geçenlerin.
Cep de, cepteki de değişti şimdi. Bol değil şimdiki cepler hem o devirdekiler gibi. Bir telefonu bile tam almıyor dışarıda kalıyor bir kısmı. Her şey var içini açtığında o cebe sokulanın ama kapayınca soğuk saydam cam kalıyor sadece elinde. “Bir kutuyu oymuşlar, dünyayı içine koymuşlar” sözü onu tarif ediyor bugün. Kaybolmuyor o kutuya giden gelen. Kaydoluyor oraya. “Levh-i mahfuz’un” dünyevisi bir nevi. Kul marifetiyle olanı. Uhrevisi var onun bir de. Kaynağı ilahi olanı. Neler kayıtlıdır orada kim bilir. Unuttuklarımız, pişmanlıklarımız, hiç unutamadıklarımız vs.. Geri dönüşüm kutusundalar yüzleşeceğimiz günü bekliyorlar hepsi de.
Ne varsa “zerre-i miskal” miktarı
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür ZİLZAL (7,8)
Dönüş Allah’a, biz de inanmışız ona.
Bakıyorum kendi penceremden; “Bilgi Şölenleri” oluyordu bir ay öncesine kadar, her Çarşamba, Milli Düşünce Merkezinin, partiler üstü. Yurdun. Dünyanın gidişatını öğrenmeye anlamaya çalışıyorduk bilen ağızlardan. Beş yüzün üstüne çıkacaktı sayı itibariyle tamamlayabilseydi sezonu. Kabakçı Konağının programları oluyordu gidiyorduk fırsat buldukça. İlahiyat Fakültesi Mezunları Vakfının Cuma konferansları vardı. Türk Halk Müziği koromuz vardı yorgunluğunu alıyordu haftanın. Uzun sap bağlama nota dersleri veriyordu bir müzik hocamız. Tiyatroya gidiyorduk bilet bulursak. Asli görevimiz vardı tabi ki bunların yanında. Emekli olmadık daha. Ara verildi hepsine süresiz. Takdir galip geldi her zamanki gibi kulun tedbirine.
Ana balık yavru balıklara tavsiyelerde bulunuyormuş; Kıyıdan tekneden uzak dolaşın. Her gördüğünüzü yem sanıp yumulmayın vs. Bunları anlatırken tam da, inmiş yukarıdan bir trol ağı. Toplamış almış içine hepsini. Çekmiş çıkartmış yukarıya. İşe yaramadığı görülmüş taktiklerin tedbirlerin hiçbirisinin. Sormuşlar yavru balıklar anneye; “Bu ne demek oluyor” diye.“ Tepeden inme bu, yapılacak bir şey yok ona” olmuş cevabı.
Virüs girdi dünyamıza. Düşürdü canımızın derdine. Kaldırdı attı kenara nemiz varsa. Ömür de böyle işte tam da. Müsaade etmez başladıklarını tamamlamaya. Çalar düdüğü bitirir bir anda, maç kalır yarıda. Ne varsa ortada, mecbur eder seni yetinmeye onunla.
Dua ediyoruz saçlarımız uzamasın, dişimiz ağrımasın, hastalanmayalım, diye. İşyerleri kapalı, açık olanı da tehlikeye açık. Bir saatliğine çıktım evden. Evin kapı kolundan başlayıp, aynı kola dokunup tekrardan içeri girene kadar kaç noktaya temas ettiklerimin sayısını hesaba kalktım, çıkamadım içinden. Nerede, ne şekilde yakalayacağı belirsiz.
“Sosyal mesafe” tabirini ezberledik. Latife olsun diye; “Uzak tut ahizeyi, sosyal mesafeye uy” diyor il dışından telefonun ucundaki dost. Haber programlarının konusu aynı hep, haklı olarak. Daralıyor aynı şeyleri duymaktan insan. Uyduk tavsiyeye, öteledik ne işimiz varsa hepsini, bahçeden maada. Soluk oluyor orası bir nebze. Toprakla araya mesafe koymaya gerek var mı bilmem. Sıfırlanacak o nasıl olsa zamanı gelince. İnanmışız ona.
Cemil TAŞÇIOĞLU Hoca ilk şehitlerinden oldu bu sosyal meselede verilen savaşın. 68 yaşında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hocasıydı. Allah tan rahmet diliyoruz kendisine onunla birlikte hayatını kaybeden diğerlerine.
:Kul sıkışmazsa Hızır yetişmezmiş” . Şu “akıllı telefonlar: da olmasa nasıl olurduk acaba? Paylaşıyoruz,dostların beğenisine sunuyoruz mutfağımızdakileri. Gıdalanıyor istifade ediyoruz gelenlerden. Haber alıyoruz uzaklardan haber salıyoruz oralara.
O sihirli kutu sayesinde hep.
İnternet kullananların bildiği terim idi “virüs kapma”. “Format” atılıyordu son çare olarak kalkıyordu ortadan. Kullanan kullanmayan herkesin bildiği oldu şimdi “virüs” meselesi.
Bekliyoruz “fabrika ayarlarına” döneceği gününü ülkemizin ve dünyann.
Duamız burada da o formatın bir an evvel atılması. Fazla sürmemesi brlirsizligin. Daha fazla üzülmemesi insanlığın.
Evde kalın, sağlıcakla kalın..
[3d-flip-book mode="thumbnail-lightbox" urlparam="fb3d-page"
id="12654" title="false" lightbox="dark"]
- Hizbullah’a düşmanlık yapan ‘Müslümanlar’ın hayali
- Vali Bilgihan’ın Bucak ziyareti
- Saadet, Gazze için meydanlarda
- Emeklilerin TÜİK öfkesi
- Yağmanın yeni adı orman parkı!
- Atatürk savaşı göze almıştı
- Hükümet kafasını kuma gömdü; ama eylemlerinin giderek yükselten işçi kararlı
- Vatan Partisi’nden boykot çağrısı