İstanbul Sözleşmesinin iptaline sevindiğimi söylediğimde bir arkadaş (erkek) “Sen eşin veya erkek arkadaşından dayak yemek veya şiddet mi görmek istiyorsun?” dedi. Cevap hakkımı kullanıyorum:

Son günlerde kadına şiddetin arttığı ve her geçen gün ekranlarda yer alan kadın cinayetlerine kahrolmaktan perişan olduk. Kendimizi korunaksız ve çaresiz hissettik. Benimde Çankaya Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanlığı yaptığım zamanlarda kadın cinayeti ve çocuk istismarı davalarını mahkemelere giderek takip ettik. Basın açıklamaları yaptık, konferanslar düzenledik. Bu konuda yasaların (6284) uygulanması ve cezaların şiddeti caydıracak nitelikte olmasını talep ettik.

Bu yazıyı yazarken de Antalya’da Rabia Doğan isimli bir kadının boşandığı eşi tarafından cinayete kurban gittiğini dinliyorum. İsyan ederken bir taraftan da bütün bunların sebeplerini, yasaların uygulanıp uygulanmadığını, doğru uygulanıyorsa ağır cezaların işe yarayıp yaramadığını düşünüp duruyoruz. “Ya benimsin ya toprağın” kafa yapısına sahip bir erkeğe idam cezası verseler yine de bu zihniyetten vazgeçmediğini bilerek bir hayat geçirdik. Eğitimin bu konuda ne önemde olduğunu, okuma yazma oranının düşük olduğu bölgelerde daha sıklıkla yaşanan bu cinayetler sabrımızı taşırdı. Bu olaylar AKP döneminde de arttı maalesef. Biz bu konuda ne yapabilirizi düşünürken birden önümüze bu konuda her derde deva bir İSTANBUL SÖZLEŞMESİ çıktı. Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetten koruyacak muazzam bir koruma kalkanı. Özetle Avrupa biz Türk kadınlarına “ BİZ SİZİ KORURUZ KENDİNİZİ BİZİM KORUNAKLI, GÜVENLİ KOLLARIMIZA BIRAKIN VE GERİSİNİ HİÇ

DÜŞÜNMEYİN! KENDİ YASALARINIZI UNUTUN HATTA TASFİYE EDİN FAKAT HERŞEY BİZİM

İNSAFIMIZA KALACAK, DEVLETİNİZE DAYANMAKTAN, GÜVENMEKTEN VAZGEÇECEKSİNİZ DİYOR. 

Sosyal Demokrat hanımlar hemen bu ambalajı süslü mor sözleşmenin maddelerini okuyunca insanın içini ısıtan, yüzünde güller açtıran, kabus bitti dedirten cazip sözleşmenin parlak albenisine kapılıp eriyip gittiler. Bir baktım bütün bu hanımlar facebook sayfa arkadaşlarım dahil profillerini mor esaret çerçevesine sokup “İstanbul Sözleşmesi yaşatır.” sloganları atıp bizi de etkilemeye çalıştılar. Doğru ya bize bir mesih gelmiş kadınları kurtaracak. Destek vermezsen dışlanacaksın adeta. Neymiş bu sözleşme diye o günden beri araştırmaya ve gelişmeleri izlemeye başladım. Nedense içim kabul etmiyor bir türlü. Topluluklara basit bir şekilde kabul ettirilen klişe sloganların altında neler olduğunu gazetecilik deneyimimden ve Beyrut’ta Suriye olaylarını takip ederken şahit olmuştum. Hariri’nin koruması Beyrut’taki komşum bir üst sokakta bombayla suikasta uğrayınca ve ben kılpayı kurtulunca hemen arkasından ellerinde pankartlar hazır çıkarılmış, “Katil Esad” yazılmış, katilin kim olduğu araştırılmadan katilin kim olduğuna karar vermişti bu esrarengiz pankartlar. Müthiş bir psikolojik harp ve sistemli bir manipülasyon devreye sokuluyordu. Bunu Uğur mumcu cinayetinde de gördük. Daha bombanın patlamasından hemen sonra “Mollalar İran’a” sloganları atılmış henüz herhangi inceleme başlamamıştı bile. Buna Hrant Dink cinayetinden de örnek verebiliriz. Cinayetten hemen sonra “Hepimiz Ermeniyiz” sloganları atılmış cinayet yurtseverlerin üstüne atılmıştı. Şimdi ne ilgisi var bu cinayetlerin İstanbul Sözleşmesi ile diyeceksiniz. Hep bir merkezden hazırlanıp gelen bu algı operasyonları araştırma yapmayan halkın genel eğilimlerini, sorgusuz sualsiz medya gücü sayesinde, kendi yörüngesinde yönlendirmeyle yöneten bir gücün yaptırımına teslim olmaktayız. Bunların hazır paketlerinin gönüllü askerleri olmaktayız. Daha içeriği ve kim tarafından hazırlandığı belli olmayan, bizim gücümüzün yetmediği fikri bize dayatılan bir sözleşme için hanımlar profillerini bu sloganın reklam yüzü olarak kullandırtıyor. (Açıkçası beni hiçbir güç içeriğini bilmediğim bir sloganın reklam yüzü olarak kullanamaz.) Bu hanımlar bu konuyu araştırıp sözleşmeyi tam okumuşlar mıydı? Bayram değil seyran değil İstanbul Sözleşmesi bizi niye öptü? Niye bu kadar hevesle Türk Kadınını sahiplendi? Türk kanunları yeterli değil deme cüretini gösteren bu sözleşme bize Davutoğlu tarafından imzalatıldı. Yürütmenin başı özetle bizim kanun yapacak gücümüz yok, (üstelik 6284 hemen hemen aynı maddeleri içerdiği halde) çocuklarımızı biz koruyamıyoruz, yeterli değiliz, kadınlarımız devlet korumasından çıkmalı, sizin şefkatli kollarınıza teslim olmalı mı demek istedi bu sözleşmeyi kabul ederken? Sonuçta manda ve himaye mi kabul etti Davutoğlu? Kanunların kadına şiddete hafif cezalar vermesi ve katillerin kolaylıkla iyi halden salıverilmesi bu sözleşmenin zorla Türk milletine kabul ettirilmesi için miydi? 

Bir KADIN olarak insanı reklam yapmaya ve destek vermeye zorlayacak kadar etkili bir slogan olarak önümüze çıkan “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” esaretini kabul etmeyip buna direnen biz kadınlar kendi haklarımızı ve bize gösterilen şiddeti kabul mü etmiş oluyoruz? Vatanımdaki tüm kadın hemcinslerimi ve kendi güvenliğimi tehdit mi etmiş oluyorum?  Bu soruların cevapları için sözleşmeye yakından bakalım. Bu sözleşme neyin nesidir? Kadına şiddeti önlemek maksadıyla bizim ülkemizde yasalar düzeyinde bizi bağlamanın karşılığı  hangi yaptırımları getirmektedir? Yine bunu yazarken mor sözleşme yandaşlarının en nefret ettiği isim olan Nagihan Alçı da sözleşmenin ateşli savunucusu…

11 Mayıs 2011’de İstanbul’da Davutoğlu tarafından imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014’te Türkiye’de ve 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe girdi. Sözleşmeye imzacı olan ancak yürürlüğe sokmayan devletler arasında Ermenistan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Lihteştayn, Litvanya, Moldova, Slovakya, Ukrayna, ve İngiltere bulunmaktadır. Slovakya 26 Şubat 2020’de, Macaristan ise 5 Mayıs 2020’de sözleşmeyi onaylamayı reddetti. Polonya İstanbul Sözleşmesinden ilk çekilen ülke. Gerekçesi:  Sözleşmenin kadın hakları ile bir ilgisi yok. Kadın hakları medeni kanun ve ceza yasaları ile zaten korunuyor. Sözleşme cinsel sapkınlığın toplum içinde yaygınlaşması ve çocuk eşcinselliğinin hukuken tanınmasını istiyor. Bu Polonya toplumunun kültürüne aykırı. Bu nedenle sözleşmeden çekiliyoruz.

İstanbul Sözleşmesi 2011’de imzalanmış 2014 yılından bugüne kadar zaten UYGULANMAKTAYDI. 

1-Sözleşme 12 bölüm 81 maddeden oluşur. İlk 8 bölüm mevcut kanunlarımızda bulunmaktadır.

2- İlk 8 bölümün dışındaki tanımlamalar;

  -Toplumsal Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kimliği(24 kez işlenmiş)

  -Cinsel Yönelim

  -Ulusal Azınlık

  -Ulusal Köken

Bu tanımlamayla gerekli önlemlerin alınmasını dayatıyor. Bu önlemler Türk toplumunu eşcinselliği, lezbiyenliği ve cinsiyetsizliği de içine alan kimlikçiliğe dayalı bir toplum modeli hedefliyor.

GREVIO NEDİR?

(Baseline Evaluation Report); Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete karşı Eylem Uzman Grubu.

Türkiye’ye ilişkin değerlendirme raporunda FETÖ ve PKK sevici GREVİO Türk askerine, Türk Polisine iftirada bulunuyor. Sömürgeci mantığıyla Türk Devleti’ni hizaya çekmeye çalışıyor. Bölücü örgütleri fonlamamızı istiyor. GREVIO, PKK ve FETÖ terör örgütleriyle mücadeleden rahatsız. Kadınları etnik kökene göre bölmeye çalışıyor.

GREVIO ÖRGÜTÜNE SAĞLANAN İMTİYAZ VE MUAFİYETLER:

GREVIO yabancı istihbarat örgütlerinin sızması için her türlü ortam zorunlu olarak sağlanır.  İmtiyaz ve dokunulmazlıklardan faydalanabilir. Türk Devleti bu örgüt elemanlarına kimlik soramaz. Türkiye karşıtı eylemleri kolaylıkla örgütleyebilir. Avukat Cemil Can “ Yabancı istihbarat örgütlerine alan açan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gün dahi beklemeden imzamızı çekmemiz şart” demiştir. 

Özet olarak bu sözleşmeyi kabul etmekle egemenliğimizin bir kısmını yargılama erkinin soruşturma safhasını devretmek durumundayız. GREVIO kimlik kartıyla Türkiye’deki faaliyetlerini rahatlıkla ve güven içinde sürdürebilecektir. Ziyaret ettikleri ülkelerde tam bir konuşma özgürlükleri vardır. 

TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPABİLİRLER.Yabancı istihbarat örgüt ajanları GREVIO kimlik kartıyla her tür özgürlüğe ve dokunulmazlığa sahip olur. Haberleşmeleri hiçbir şekilde engellenemez ve sansüre tabii tutulamaz. Diplomatik muafiyetleri vardır. Yabancı hükümetlerin geçici resmi görevlisi olan temsilcilerine tanınan kolaylıklardan yararlanırlar. Ülkeye giriş çıkışlarda hareket serbestliği vardır. Her tür kısıtlamalardan ve yabancıların tabii oldukları kayıt işlemlerinden muaftırlar. 

TUTUKLANAMAZ, GÖZALTINA ALINAMAZLAR. Eşyaları hacizden muaftırlar. Eylem serbestlikleri vardır. 

KAPİTÜLASYONLAR

Sözleşmenin sonundaki Kapitülasyonlar Atatürk’ten sonra ABD ile imzalanan imtiyaz sözleşmelerine benzer hükümler içeriyor. 

Atatürk Cumhuriyetine döşenmiş mayınlardan biri olan tipik bir manda ve himaye, ESARET VE İHANET sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni bir Türk Kadını olarak reddediyorum ve yırtıyorum. 

Dağa kaçırılan taciz ve toplu tecavüzlere uğrayan kadınlarımızın korunması için herhangi bir içeriği olmayan mor esaret sadece aldatmacadan ibarettir!

Fetölü ve PKK’lı açılımlar döneminde yani hasta adam olduğumuz bir dönemde bize dayatılan bölücü proje Türk Aile ve yapısının çürütülmesi için ABD’nin fonlar aktardığı LGBT dernekleriyle çocuk eşcinselliğini teşvik eden Mor Esaret (İstanbul Sözleşmesi) eş zamanlı devreye sokulmuş, şiddet mağduru olan kadınlarımızın önüne bir umut gibi sunulmuş İŞGAL PLANIDIR.

KADINLARIMIZIN KENDİ POTANSİYELİNE İNANARAK ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİNİN ONA

VERDİĞİ HAKLARI SONUNA KADAR KORUYACAĞINA, DAHİLİ VE HARİCİ İŞBİRLİKÇİLERİN HAİN

PLANLARININ ELİNE TESLİM ETMEYECEĞİNE İNANCIM SONSUZDUR…

TÜRK DEVRİMLERİ YAŞATIR!

İŞGAL PROJESİ İSTANBUL SÖZLEŞMESİ DEĞİL 6284 YAŞATIR!

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.