Öyküsü, ziyan olmuş binaların ıssızlığına gömülü şehir

Küçük kentleri abartılmış nutuklarla ambalajlayıp büyütmeye çalışan beyhude hamasetin ulaştığı son noktada israf edilmiş kamusal kaynakların harabeleri yükseliyor.   

Şehrin sakinlerinden ve siyasetçisinden hatırı sayılır bir destek bulduktan sonra orada yaşayanların sosyoekonomik tüm ilişkilerine musallat olmuş operasyon görmüş cemaatin devasa ‘perili köşk’leri tüm ıssızlığı ile öylece dururken bunlara yeni enkazların eklenmesi neredeyse an meselesi..    

Şehrin potansiyelini, iç enerjisini, büyüme kapasitesini ve alışılmış sosyolojisini hesaba katmayan abartılmış tüm projeler sürüncemede kalmaya, verimsizliğe, prestij yitimine mahkumdur. Tek çocuğunun okul önlüğünü küllü suyla yıkayarak yaşayıp giden birine deterjan fabrikası kurmaya benziyor bu hadsiz hesapsız girişimler.        

Yasal olmayan yoğunluklar, imara, iskâna, ruhsata dair zorlamaların ürünüdür şu gördüğümüz beton ölüleri. Politikacıların ‘marka kent’ çığlıklarıyla işlediği ya da göz yumduğu imar cinayetlerinin acınası kanıtlarıdır. Görev süresinde siyasetteki kuyruklarına süratle ticari alan açma yağmacılığının telaşına düşmüşlüğün armağanıdır bu binalar. Nitekim bu temelden sabıkalı yapılar soruşturulmayan, sorgulanmayan kusursuz bir süreç yaşamadıkları için ne girişimcisine, ne kullanıcısına ne de halkımıza hayır getirmemiştir. Yatırımcısı şaşırmış, taşeronu batırmış, müşterisi elindeki avcundakini yitirmiştir.    

Taşranın ortalama insanlarının on yıllar süren birikimlerini ‘marka kent’ sloganlarıyla yarı ticari alan mezarlığına gömen günahkârlıkla yüzleşmeden bir adım ileri gidilmesi olası değil. İnşaat ustası  bile tek bir çiviyi çakarken tedbirle hesapla hizayla destur ve bismillahla başlarken şehri neredeyse boş dükkan mezarlığına çevirecek imar düzenlemesini bir çırpıda onaylamanın ürünüdür şu devasa israf projeleri.?         

Bu binalar öve öve bitirilemeyen toplumsal tek sesliliğin fışkısına atılmış temellerin üstünde yükselmiştir. Yatırım adı altında, hayır-hizmet adı altında, yapılmış yapılmıştır plansızlığı adı altında, ‘sus çatlak ses çıkarma-birlik beraberliği bozma’ tembihleriyle susturulan halkın üç kuruşluk kaynakları ellerinden alınarak dikilmiştir. Yetkiyi ele geçiren karar vericilerin, ‘ben yaptım oldu’cuların, yaptıkları yanına kar kalmışların, dokunulmazlığı olan kutsal tekke mimarlığının ‘hesap sorulamaz’ geleneğinin ibret anıtlarıdır. İnanç kalkanının arkasına gizlenmiş siyaset soytarılığının abideleridir. Şu şehrin ‘büyük bina mezarlığı’ gelmiş geçmiş tüm düzen partilerinden iltimas görmüş cemaat tiranlığının sıradan yurttaşı kandırma kültürünün mirasıdır.      

Bu binaların yükseliş öykülerinin müsebbipleri de halen muteber insan konumunu koruduklarına inanmaktadır. Cemaat hizmet binalarındaki imar usulsüzlükleriyle davulla zurnayla çağrılan müteahhit projelerindeki yoğunluk kıyakları birbirini ondurmayan imtiyazlar içermektedir.      

Şehrin siluetini on katlı binalarla değiştirme cüretini gösterenlerin bazısı yarım asırlık tahtını muhafaza ederken bazıları da indirildikleri saltanat kayığına tekrar binecekleri günü umutla beklemektedir. Kayzer Wilhelm Almanya’nın tahtından kovulmuş sürgüne yollanmıştır. Oğullarının hemen hepsi dönemlerinin kapandığını kabullenmiş ama sadece oğul Louis Ferdinand bir gün ülkesinin monarşiye döneceğinin hayalinden vazgeçmemekte hatta bazen ‘çağrılırsam ben hazırım’ diye yukardakilere haber göndermekteydi.    

Louis Ferdinand’ın düşünden uyanmak istemeyenlere ‘mali hülyayı yaratanlar nur gölünde yatsın’ diyelim.    

Şehrinin ihtiyaçlarını doğru okuyamamış sultanların buyrukları müşteri bekleyen yüzlerce konut ve dükkânın camında iki kelimelik feryattır artık:      

‘Satılık veya Kiralık’

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.