Gecenin geç vakti. Yol üzeri apartmanın birinin önü dolu. Dairenin biri kapıya inmişler aile boyu. Ağır misafirlerini uğurlayacaklar. Uzun yola çıkacakları belli, o anlaşılıyor vedalaşma faslından. İl dışına, Avrupa’ya belki de. Araç çekili hazır. Hemen ardında elinde su kabı ile bekleyen bir erkek çocuk. Vedalaşma bitecek, yolcu yerini alacak, kontak çevrilecek, korna sesi duyulacak, müteakip elindeki suyu dökecek yeni yetme, filmlerdeki gibi. Kadınlar yapar o işi bizim bildiğimiz ama rol çalmış belli ki bu kez küçük afacan

Hikmeti ne ola ki bu gidenin ardından su dökmenin onu soruyorum kedime.

Su gibi akıp gidin evinize yurdunuza

Dönüp gelin geri aynı şekilde sılanıza.

Her tür pisten pastan arındırsın su sizi

Su yetişsin imdadınıza, yakmasın ateş sizi vs.

Bunlar geliyor aklıma. “Google” hazretleri ne diyor acaba? Var mı bu konuda bir sözü ona bakayım diyorum bir de. “yitik miras com” diye bir site çıkıyor karşıma. Fazlası var orada aradığımdan. Alıyorum virgülüne dokunmadan

***

Ayrılık… Ölüm acısının temel taşı.

Eski Türklerden beridir devam ede gelen, gidenin arkasından su dökülmesi âdeti, belki de bu acıyı birazcık olsun hafifletme, bir nebze olsun ruhlara su serpme adına yapıldı.

Gözyaşları karıştı o suya, hasretler, korkular ve özlemler… Oğlunun arkasından su döken anne, yüreğine serpiyordu belki o suyu.

Ateşler içinde kalmış yüreğine…

“Su gibi gidip, su gibi gelesin.” arzusunda, “Gelesin de, gönlümü ferahlatasın!” duygusu, çok daha hâkimdi sanki.

Ve Türkiye halkı olarak biz, ne de çok ayrıldık, değil mi… Köyden kente göç ettik. Hala da ediyoruz. Avrupa’ya göç ettik, gurbetçi olduk. Şimdi de okumaya gidiyoruz. Arkada hep birileri kalıyor. Arkamızdan su dökecek, yolumuzu gözleyecek birileri…

Şimdilerde, gittikçe daha az rastladığımız bir gelenek. Gidenin arkasından su dökülmesi…

Uçurumun son dalına tutunmuş, bir kültür hazinemiz. Yaşatmak için, paylaşmaya değmez mi?

***

Ortaokulu bitirdim çıktım köyden. Gider dönerim bunca yıldır su döküldüğünü hatırlamam hiç ardımdan. Köyümüzde de yok öyle bir adet. Şehirli adeti sanırım biraz da. Göz yaşı dökerdi onun yerine anam bol bol. En hasını, en rafine olanını suyun.

“Gözyaşı” dedik ya Bakü geldi aklıma. Nasıl mı? Öğretmen olarak bulunuyorduk orada. 1993 yılı, Elçibey zamanı. Türk Büyükelçiliğine giderdik su içmek için. Şartları çetindi o zaman can Azerbaycan’ın. Pas akıyordu musluklardan bir müddet ilk açtığında. Lenin devrinden kalma ta borular. Büyükelçimiz (Altan KARAMANOĞLU) “Kaynatıp, süzüp içmemizi tembihlemişti bize, kabulünde. Şişeleme işi de yoktu o zaman henüz. Büyük boy damıtma cihazı vardı elçiliğin. Uğruyorduk gün içerisinde. Gideriyorduk su ihtiyacımızı.

Fatma Teyze vardı yaşlı kadın. Gagavuz Türkü, görevli elçilikte. Tanımıştı bizi gide gele o da.

“Ne çok su içiyorsunuz öyle. Sığır mısın derler bu kadar çok su içene bizde” diye, güzel iltifat etmişti birinde. Kendisi vermişti cevabı bize bırakmadan, talihsiz o benzetmenin ardından alındımızı düşünerek belki de;

“Sizin sularınız temizdir ama, gözyaşı gibi”

Sağır kalmıştık sığır benzetmesine bu durumda.

Bu anlamlı cümle karşısında.

Bulutun yağmura uyduğu gibi uymuştu.

Su, gözyaşı ve Anadolu…

Ne gözyaşlarına tanıklık etti bu topraklar?

Irmak olur, deryayı doldururlardı onlar.

Anaların göz pınarlarından aktılar….

Buharlaştılar, ulaştılar gök kubbemize.Oradan bakmadalar bize.

Rahmet olup inmedeler ara ara aşağıya, sıksan şüheda fışkıracak olan bu mübarek topraklara…Susuz kalmasın şüheda diye.

***

“Yerin nemi kurumadan dönsünler” diyedir” belki de diye, yorum getiriyor kendince Türker oğlumuz. Çocukluk günlerime götürüyor bu da beni, daha gerilere. Harman yerine, kavurucu Ağustos sıcağına. Dönüyoruz bir çift öküzün ardından, düvenin üstünde, diz boyu buğday demetleri ezilip, saman haline gelinceye kadar devam edecek o dönüş. İnce cana yapışan toz altında. Suyun hazır duracak o durumda kenarda. Kuruyacak dilin damağın durduracaksın öküzleri, dikeceksin testiyi kafaya, suyun en arandığı en kıymetli olduğu zamanda, devam edeceksin dönmeye. Radyon asılı olacak dut dalına. Türküler geçidini, yurttan sesleri, iki solistten türkülerin saati gelecek, ajans saati girecek sen dönerken, haberdar olacaksın memlekette olup bitenden kulağın radyoda. Yükünü almasa da hafifletecek bütün bunlar.

Suyun yeri başka ama.

Herkese görev var öylesi zamanda.

Çocuklarınki görevi de testiyi dolu tutmak. Ziyaretin göze, gözdesidir bizim oraların sularının. İki yüz metre mesafede sadece harman yerine. (Adana’ya getirtmiştik bir bidon Yasemin için Şehir Hastahanesine. “Öskemiş” olsaydı içerdim demişti . Susuz değil ama aç gitti. Yedirtmedi bir zalim dert. Kırk bir yaşında, iki çocuk annesiydi. Kaybettik geçen Mart ayı içinde)

Saatin resim çektirirken emanet alındığı yıllar o yıllar. Herkeste yok zamanı bildiren o aletten. Çaresini bulmuş öncekiler onun da.Kum saati gibi. “Tükürdüm aha da taşa, kurumadan döneceksin” Gecikirsen cezayı yersin. Oyalanmak yok yolda belde. Koyarsın tükürük saatini ortaya yalamamak için tükürdüğünü. Onu yapmıştım bende, şimdi başka köyde gelin çoluk çocuğa karışan yeğenime. Testiyi eline vermiş yollamıştım suya. Dönememişti vaktinde. Kırmamış testiyi su yolunda ama dökmüş ayağı takılmış da. Diyememiş onu da cesaret edip de bana. Dönüp doldurmak zorunda kalmış yeniden. Sonradan öğrendim onu da. Fitçe yemişti yüzüne. Mahcubiyetini, suçluluğunu duyarım halen. Anlatırım bir araya geldiğimizde kızımız Beyhan’a. O aklıma gelir onu her gördüğümde.

***

Çok su götürür bu su meselesi daha. Sudan hatıralar deyin istersiniz siz. Dört ana unsurdan biri (Anasırı Erbaa) olarak görür onu varlık üzerine kafa yoranlar. “Toprak- su- hava- ateş”

Elektrik yokken daha o vardı.

Bir damla sudan yaratıldı insan.

Hep su dökülmez ya gidenin ardından.

Suyun ardından da dökülür döktürülür.

Kasidesini yazmış mesela Fuzuli uzunca.

(Hepsi de böyle kayıt altında değil,su üzerine yazılmış çoğu)

***

Dest-bûsı arzusuyla ger ölsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra SU

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun)

***.

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra SU

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Kırka yakın yerde geçer Kuranı Kerimde SU.

“Deki; yer altı ve yerüstündeki tüm sularınız büsbütün çekilip batıp gitse artık Allahtan başka size kim su getirebilirdi” (Mülk 30)

***

Fuzuli konuşmak olur fazlası

Yokluğu ile imtihan etmesin Allah

Kesilmesin suyunuz hiçbir zaman.

Kaynak suyundan için hep.

[3d-flip-book mode="thumbnail-lightbox" urlparam="fb3d-page" 
id="12654" title="false" lightbox="dark"]
Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.