Marks, 1237-1462 yılları arasında 2 yüzyılı aşkın uzun bir süre içinde Moğol-Tatar hâkimiyeti altında kalmalarına bakarak bu sürecin Rus halkının psikolojisinde çok derin izler bıraktığını belirtir. Bu tezden hareketle “her halkın karakteri yabancı boyunduruktan kurtuluşla gelişir” sonucunu çıkardı. (*1)
Bu kapsamda bazı tarihçiler tarafından, Asya Üretim Tarzı (AÜT) teorisini ileri sürerek, Asya’da bütün toplumları devletin yarattığı tezi savunulmuştur. 40 yıl önce bu tez oldukça ünlü ve yaygındı. Türk tarihine de uyarlamışlardı. Türk toplumunu devlet oluşturmuştu bunlara göre. Yani Türk toplumu, pasifti, halk inisiyatifi yoktu, toplumsal bir kısırlık içindeydi. Rus toplumu için de ileri sürülmüştü bu tez.
Şimdiye kadar köşemizde 21 makale yayınladık.
Tamamı Türk tarihi ve Türklükle ilgiliydi.
Hepsinin özü de, Türk halkının, tarihinin hiçbir döneminde inisiyatifi elden bırakmadığını, her zaman etken olduğunu, toplumsal kısırlık içinde bulunmadığını, tam tersine Türk toplumunun iç dinamizminin belirleyiciliğinin tarihi bir gerçeği oluşturduğunu ifade etmesi yönündeydi.
Dünyanın başka yerlerinde insanlık henüz ilkel kabile yaşantısı içinde yağma savaşlarıyla debelenirken, iç Asya’da Öntürk atalarımız İskit/ Sakalar dünyanın ilk medeni halkı olarak tarih sahnesine çıkmaktaydı. Ardından Hunlar, Göktürkler sıraya girmişti. Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlardan Mançurya’ya kadar geniş bir coğrafyada döneminin atlı çoban kültürünü yaratmış, atlı çoban kültürüne ek olarak ve onun bir tamamlayıcısı olarak metalürjiyi (maden işlemeciliğini) geliştirmiş, bu nedenle döneminde ve tarihte “kuyumcu halk” unvanını sağlamış, binlerce kilometrelik mesafelerde hâkimiyet kuracak en kuvvetli orduları örgütlemiş, hakan ve tiginlerine altından elbise örecek kadar zenginliklere sahip olmuştu. (*2) İç Asya’da devletleşme atakları dalgalar halinde MÖ 1000 yıllarından MS 1000 yıllarına kadar süren bir süreçten itibaren atalarımızın medeniyet, devlet ve ordu kuruculuğu ve bağımsızlık sevdası, Hunlar, Göktürkler, Sir-i Derya Oğuzları, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti halkaları halinde günümüze ulaşmıştır.
TÜRKLER TARİHİN HİÇBİR DÖENMİNDE KÖLELİK ALTINA DÜŞMEDİ
Halkımızın karakteri sağlam, bağımsızlık ve hürriyeti karakterleştirmiş ( yani bağımsızlık ve hürriyet karakteri haline gelmiş) bir halktır. Tarihimizde toplumsal psikolojimizde derin izler bırakacak bir yabancı hâkimiyeti ve kölelik dönemi yoktur.
Tarihte birçok halk uzun yıllar yabancı boyunduruğunda yaşamıştır.
Örneğin Ruslar 200 yıl Moğol hâkimiyetinde yaşamıştır.
19’uncu yüzyılın sonlarına gelindiğinde emperyalizm, dünyada bütün pazarları ele geçirmiş, Osmanlı Devleti, Rus Çarlığı ve Çin haricinde Asya, Latin Amerika ve Afrika’da bütün milletleri sömürgeleştirmişti.
Tarihi bir olgu olarak Türkler tarihin hiçbir döneminde “beylerden reayaya kadar” yabancı hegemonyasına düşmediler, yabancı kölesi haline gelmediler. Türkler, 13’üncü yüzyıldaki Moğol istilasına, 15’inci yüzyılın başlarındaki Timur saldırısına direnerek karşılık vermiştir. Sonuç olarak bu akınlar ve istila dalgaları, “toplumda bir boyun eğme ruhu” yaratamadan gelip geçmiştir.
Öte yandan 13’üncü yüzyıl ortalarındaki Babai isyanları, 1402-1413 Fetret devri ve 16’ıncı-17’inci yüzyıldaki köylü isyanları, devlet güçlerinin hakim olamadığı bir halk inisiyatifine de işaret etmektedir.
“Yüzyılı aşan hürriyet mücadeleleri geleneğini ve Osmanlı devletine rağmen başarılan emperyalizme karşı ‘İlk Kurtuluş Savaşı’nı da herhalde kaydetmeden geçemeyiz. Bu bunlar tarihimizde halktan gelen bir inisiyatif olmadığı ve Türk toplumunun kurucusunun devlet olduğu yönündeki görüşlerin pek sağlam temellere oturmadığını gösteriyor.” (*3)
Türk tarihinin bir başka tarihi özelliği, Türklerin toplumsal gelişme yatağındaki ilerlemesinde klasik şemadaki köleci toplum aşamasını yaşamadan atlaması, ilkel kabile toplumundan doğrudan doğruya feodal aşamaya sıçramalarıdır.
(*1) Osmanlı’dan bugüne Toplum ve Devlet, Dr. Doğu Perinçek, Kaynak yayınları, 2. Baskı, Eylül 1986, s. 18 (*2) Fatih Özcan, Avrupalı henüz bezden pantolon giyemezken, biz Orta Asya’da Hakanlarımıza altın elbise örüyorduk – 3, (*3) Age, s. 29 |
Türkler, Roma ve antik Yunanlar gibi Köleci olmamış bir halktır-2
Bilimin ortaya koyduğu klasik toplumsal gelişim şeması, ilkel kabile, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum olarak birbirini izleyen tarihi bir zincir oluşturmaktadır. İnsanlık genel olarak toplumsal gelişme yatağının her halkasını şu veya bu şekilde yaşamıştır. Türkler, tarihin bu tunç yasasında ayrıcalık gösteren nadir halklardan biridir. Bu da bizim önemli bir tarihi mirasımızdır.
Dünyada insanlığın ilkel toplumdan çıkarken, gelişen üretim fazlası nedeniyle zenginliklerin yığılması savaşlarda esirlerin öldürülmelerinin önüne geçmiş, onların üretim faaliyetinde çalıştırılmalarını sağlamıştır. Ayrıca bu dönemde köle ticareti ortaya çıkar.
KÖLE İSYANLARI, MÖ İLK YÜZYILLARA DAMGASINI VURDU
Özellikle Akdeniz ve Atlantik havzası köleliğin oğul çıkararak kaynadığı alan oldu.
Önce antik Yunan’da ve Roma’da, Milattan Öncenin ilk yüzyıllarında kölelik çok büyük oranlarda arttı. Roma’da köle kitlelerinin sayısı artınca taş ocaklarında ve madenlerde çalıştırılmaya başlandı. Bir kısmı da eğlencelerde gladyatör olarak birbirleriyle ölümüne ve aslan kaplanlarla çatıştırıldı. Aşırı zulüm ve işkenceler zaman zaman köle isyanlarına neden oldu. Roma’nın başına büyük dertler açan Sicilya köle isyanları (M.Ö. 136-132 ve 104-101) ve Spartaküs isyanı (M.Ö. 73-71) bunların en ünlüleridir.
BATI MEDENİYETİ’NİN ASIL KAYNAĞI KÖLE TİCARETİDİR
Daha sonraları köle ticareti ortalığı sarmış, köleciliğin yoğunlaşmasına yol açmıştır. Transatlantik Köle Ticareti, ilkin Amerikan kolonilerinde, ardından eyaletlerde çalıştırılan Kızılderili işgücünün azalmasıyla ortaya çıktı. Afrika yerlileri köle ticaretinin ana konusuydu. Afrika’nın ilkel kabilelerinden satın alınan ya da kaçırılan insanlar pazarlarda köle olarak satıldı. Batı’nın zenginliğinin, Batı medeniyetinin esas kaynağı Afrika’dan kaçırılan köle ticaretidir.
Aydınlık’ın bir araştırmasına göre, “15. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasındaki 400 yıllık dönemde en az 13 milyon kişi, tüccarlar tarafından kaçırılıp köleleştirildi. Atlantik köle ticareti yoluyla Avrupalı sömürgeci güçlerin kurduğu denizaşırı kolonilere gönderilen bu insanlar, nesiller boyu köle olarak zorla çalıştırıldı.” (*1) Ancak burada köleci toplumun en karakteristik örnekleri Roma ve antik Yunan’da görülür. Birçok ülkede sonraki yüzyıllarda da görülen köle, cariye, kul gibi adlarla varlığını sürdüren kölelik bazı toplumlarda hâkim üretim biçimi olmamıştır. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nda da vardı cariyelik, kulluk, kölelik kurumu. Köle ticareti de vardı. Kemal Tahir’in Devlet Ana adlı eserinde “kurtulmalığı”nı toplamak için Osmanlı’nın kuruluş döneminde gezen bir esirden bahsedilir. “Kurtulmalığ”ına ek olarak soy bir hayvan temin etmek için Osman Bey’e başvurmaktadır.
Daha sonraları köle ticaretinin yasaklanması Sultan Abdülmecid tarafından 1847 yılında vuku bulmuş, köle pazarları kaldırılmıştır. Ama kölelik hiçbir zaman hâkim üretim tarzı durumuna gelmemiş, mevzi olarak kalmıştır.
Köleci toplumda köle, bir metadır; köle sahibinin malıdır. Köle sahibi, köle üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir, öldürme dâhil…
2 ARALIKI ULUSLARARASI KÖLELİĞİN KALDIRILMASI
GÜNÜ OLMASINA RAĞMEN BUGÜN DÜNYADA 50 MİLYON MODERN KÖLE VARDIR
Bugün çağdaş dünyada bütün ülkelerde klasik anlamda kölelik yasaklanmış durumdadır. Bu gerçeğe ve Birleşmiş Milletler’in (BM’nin) 2 Aralık tarihini “Uluslararası Köleliğin Kaldırılması Günü” ilan etmesine rağmen dünya çapında 50 milyon “modern köle”nin olduğu belirtiliyor. Ayrıca dünya çapında kölelik şartlarında çalıştırılan 80 milyon çocuk işçi bulunduğu saptanıyor. (*2) İnsanoğlunun, tarih boyunca ticaret, para ve rant için hemcinsini köle olarak kullanmasının bir türlü önüne geçilemediği de başka bir somut gerçektir.
TÜRKLER, İLKEL TOPLUMDAN MEDENİYETE VE DEVLETE BEYLERİN ÖNDERLİĞİNDE SIÇRAMIŞTIR
Bu tarihsel verilerin ışığında kendi tarihimize bakacak olursak, ilkel toplumdan çıkış şartlarında devlete ve medeniyete sıçrayan Türkler, bu tarihi devrimi beylerin önderliğinde yaptığı saptanır.
Çeşitli gezginlerin, Orhun Yazıtları’ndan ve bazı bilim insanlarının araştırmalarından öğreniyoruz ki,
Orta Asya’da ilkel kabile toplumunun, kendi hayatını idame ettirecek miktardan fazla üretim yapmaya başlamasıyla ve artık ürüne kabile şeflerinin ve ileri gelenlerinin el koymaya başlamasıyla birlikte kabile (kan=gens) bağlarının çözülmesi birbirine paralel ilerlemiştir. Artık bu gelişmeden sonra boylar (kabileler= gentileces) arasında birliğin harcı ya da bağı artık kan bağı değil, siyasi bağlılıktır. Boylar harmanlanmaya, birbirine karışmaya, belli bir beye (soyluya) bağlı siyasi örgütlenmeler oluşmaya başlamıştır. “Farklı boyların beyleri bir araya gelerek bir aristokrasi oluştururken, farklı kabilelerin üyesi olanlar da beylere bağlı olan topluma, yani boduna dönüşür.” (*3) Orta Asya toplumlarında anılan bu devletleşme ve medenileşme süreci, İsa’nın doğumundan 2 bin yıl önce başladığı ve kesintisiz İsa’nın doğumundan sonra 800-1000 yıllarına kadar sürdüğü belirtilir. Bu süreç içinde köle ticareti ve kölecilikle ilgili olarak tarihin hiçbir kaydı yoktur. Tarihçi Mesudi, Oğuz toplumundaki sınıfları “el ali, el-evasıt, el- efasil” (yani yukarı, orta ve sefiller) şeklinde belirtmektedir. Mesudi’nin sınıflandırmasının, Orhun Yazıtları ve Uygurca Oğuz Kağan Destanı’nda çok sık tekrarlanan “bey”, “el” ve “kün” (gün) şeklindeki tasnife aynen uymakta olduğu belirtilir. (*4)
(*1) Aydınlık, (*2) Age. (*3) Og’dan Oğur’a Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri, Dr. Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 1. Basım 2012, s.54 (*4) Mesudi, age, s. 30/ Akt. Dr. Doğu Perinçek, Og’dan Oğur’a Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım 2012, s.59 |
Türkler, Roma ve antik Yunanlar gibi Köleci olmamış bir halktır-3
Geçen haftaki yazımızda Orta Asya’da Türklerin, İsa’nın doğumundan 2 bin yıl öncesinden İsa’nın doğumundan 800-1000 yılları sonrasına kadar süren binlerce yıllık bir zaman içinde, ilkel kabile toplumundan çıkışını, devletleşme ve medenileşme süreçlerini, bu süreç içinde toplumun “ak bodun” (hâkim olanlar ve yönetenler) ile “kara bodun”a (tabi olanlara ve yönetilenlere) ayrıştığını, bu binlerce yıllık tarihin hiçbir döneminde topluma hakim kölelik ilişkilerinden ve köle ticaretinden bahsedilmediğini işlemiştik. Bu yazımızda konuya devam ediyoruz.
Orta Asya Türk toplumlarında köleciliğin olup olmadığı tartışmasında, Orta Asya Türk toplumundaki (Oğuzlarda) Arap Tarihçi Mesudi’nin belirttiği “el ali, el -evasıt, el-efasil /yukarı, orta ve sefiller” sınıflandırmasına denk düşen Orhun Yazıtları’ndaki “bey, el ve kün (gün)” sınıflandırmasında bulunan “kün/ gün” (cariye) yanıltıcı olmamalıdır.
Oğuz Kağan Destanı’ndaki toplumsal sınıflar, ortak boy mülklerini de kontrolünü elinde bulunduran ve şahsi mülkleri olarak çok büyük hayvan sürülerine malik soylular sınıfı, yani beyler, feodal Batı toplumlarındaki serfin benzeri olan, beye tabi, ona “işini gücünü veren” halkve beylere hizmet eden kadın ve erkek uşaklar Kuul ve Kün (Gün)dür. (*1) Başta tarihçi Gumilev olmak üzere (*2) bazı tarihçileri yanıltan işte bu iki sözcüktür. Kuul ve Kün, Orhun Yazıtları’nda birlikte kullanılmaktadır. Kün ve kul, cariye ve kul anlamına gelmektedir. Yazıtlar, savaşlarda yenik düşen bodunların halkının kün ve kul yapıldığı betimlenmektedir.
“Az kağanı ölti. Bodunı kün kuul boltı.” (Az kağanı öldü. Bodunu cariye ve kul oldu.” (*3)
“Beglik un oğlun kuul boltı. Eşilik kıız oğlun kün boltı.” (Bey olacak erkek evladın kul oldu. Hanım olacak kız evladın cariye oldu.” (*4)
Aslında Oğuz Kağan Destanı ve Orhun Yazıtları, Türklerdeki binlerce yıl devam eden devletleşme ve medeniyet yaratma sürecinin hikâyesidir.
Bu destanda kuul ve kün sözcüklerini, antik Roma ya da Yunan’daki köle ile karıştırmak çok büyük bir yanılgıdır. Orhun Yazıtları’ndaki kuul ve kün, beylere hizmet eden, hizmetçi, erkek ve kadın uşaklardır. Erkek ve kadın kullardır. Kuul ve kün ile bey arasındaki sınıfsal ilişki, antik Roma ya da Yunan’daki efendi-köle ilişkisiyle aynı anlam ve özü taşımamaktadır. Köle ve kul kavramları, aynı sınıfsal içerikle kullanılamaz. (*5)
Burada Dr. Perinçek, kul ile köle kavramlarının birbirine denk olmamasını, Göktürk ekonomisinde meta üretiminin (parayla değişimin) gelişmemesine bağlamaktadır. Talat Tekin’in, kuul ve kün kavramlarını “kul köle” şeklinde çevirdiğini, Orhun Yazıtları’ndaki kuul ve kün sözcüklerinin, köle değil, erkek ve kadın uşaklar (kullar) anlamına geldiğini, “meta üretimi gelişmediği için, Orta Asya’da eski Yunan ve Roma’daki efendi-köle ilişkisinden söz edilemeyeceği”ni, “köle ve kul kavramını aynı düzlemde kullanmamak gerektiği”ni belirtmektedir. (*6)
Ancak 7 yıl önce yazmış olduğu Orta Asya Uygarlığı adlı eşsiz eserindeyse, bu kez Gumiliev’in, “Göktürk kağanlığının hâkim olduğu toprakların olağanüstü büyüklüğünü, güçlü bir toplumsal sistemin varlığı”yla açıkladığını, “Türklerin böyle bir sistemi kurmayı başardıkları”nı ve “ona el (il) adını verdikleri”ni (*7) açıkladığını belirterek, “Bu büyük tarihçi”nin, “Göktürklerin bozkırda belli bir barış ve düzen kurmada gösterdikleri başarıya dikkat çekerek, 8. yüzyılda devlet düzenine geçtiklerini kabul ettiği”ni, (*8) “Göktürk parasının bulunmasıyla birlikte bu görüş”ün “doğrulanmış bulunduğu”nun altını çizdikten sonra şu ifadelere yer verir: “Biz daha önce Göktürk kağanlarının kendi adlarına madeni para kesmediklerinden hareketle, Göktürklerde para ile değişimin, yani meta ekonomisinin yeterince gelişmediği yargısını paylaşıyorduk. Bu nedenle Göktürk konfederasyonunu, devlete geçiş sürecinde önemli bir basamak olarak görüyorduk. Ancak bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz üzere, son yıllarda Göktürk madeni paralarının bulunmasından sonra artık bu görüş eskimiştir. (*9) Göktürk kağanlığının kuruluşu, kabile konfederasyonundan devlete ve dolayısıyla uygarlığa geçiş anlamında bir devrimdir.” (*10)
Türklerin Orta Asya’da ilkel komünal sistemden, köleci toplumu atlayarak, toplumsal sistemde köle-efendi ilişkilerine girmeyerek doğrudan feodaliteye sıçradıklarını olağanüstü bir özellik olarak vurguladık. Ancak şimdi bu özelliği pekiştiren bir özellik daha ortaya çıktı. Antik Roma ve Yunan köleci medeniyetlerinin göreli çok gelişmiş bir meta ekonomisi temelinde yükseldiği düşünülürse, Türklerin (Göktürklerin) meta ekonomisi zemininde devlete, dolayısıyla medeniyete sıçradıkları, buna rağmen toplumda efendi-köle ilişkilerine meydan vermedikleri gerçeği, bizce Türklerin antik Roma ve Yunanlar gibi köleci bir halk olmama hasletlerini bir kat daha önemli hale getirir. Bu da bizim bir başka tarihi mirasımızdır.
KAYNAKLAR: (*1) W. Bang-G.R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul, 1936/ Akt. Og’dan Oğur’a Devletin Oluşması Sürecinin Türkçedeki İzleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım 2012, s.60 (*2) Eski Türkler, Lev Nikolayeviç Gumilev, Sekizinci Baskı, Selenge Yayınları İst. 2019, Çev. D. Ahsen Batur, s. 76 (*3) Talat Tekin, Orhun Yazıtları, Kültigin Doğu 20 (s. 28-29)/ Akt. Age. S. 60 (*4) Age. S. 30-31/Akt. Age. S. 60 (*5) Age. S. 60 (*6) Age. S. 60 (*7) Gumiliev, Son ve Yeniden Başlangıç, çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2004, s. 265/ Akt. Dr. Doğu Perinçek, Orta Asya Uygarlığı, Kaynak yayınları, Birinci Basım, Nisan 2005, s. 17) (*8) Gumiliev, Eski Türkler, Rusçadan çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, genişletilmiş 2. Basım, İstanbul 2002,s. 396/Akt. Age. S 17 (*9) Bu konuda geniş bilgi için, Bilim ve Ütopya Dergisinin ‘Tarihi altüst eden büyük keşif: Göktürk parasının bulundu’ başlıklı özel sayısını inceleyiniz. Özellikle Özbekistanlı bilim adamı Dr. Gaybulylah Bahtiyar’ın, Prof. Dr. Sergei Klyaştorniy’in, Prof. Dr. Altay Amanjolov’un, Dr. Yavuz Daloğlu’nun, Prof. Dr. Takashi Osawa’nın ve Dr. Cengiz Alyılmaz’ın bu konudaki yazıları, Türkiye’nin bilim hayatında bilinmeyen bilgileri içermektedir. Bkz. Bilim ve Ütopya, sayı. 128. Şubat 2005 |
- 12. Burdur Kitap Fuarı Başlıyor
- Burdur Belediyesinden Engelliler Günü yemeği
- Burdur Belediyesi Mine Hanım Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi açıldı
- Genel Sağlık İş Başkanı Uzm. Dr. Gümüştaş Kıvılcım’a konuştu
- Genel Sağlık İş Başkanı Gümüştaş Kıvılcım’a konuştu
- Sağlık sektörü rahatsız; nasıl hasta iyileştirecek?
- KKTC Antalya Başkonsolosu’na Vatan Partisi ziyareti
- Yıllar sonra Burdur’da ana arterlerde yeniden ücretli otopark