Anadilde tıp eğitimi, her ulusa nasip olmayan bir ayrıcalıktır. Dünya üzerindeki ilk tıp fakültesi Gevher Nesibe’yi açan ulusumuz, duraklama dönemlerine rağmen anadilinde tıp eğitimini başarmıştır.
Bu başarı, tabii ki bir avuç bilimci ve devlet adamımızın olağanüstü çabalarıyla mümkün olmuştur. Ancak İkinci Dünya Savaşı ve izleyen yıllarda hız kazanan bir biçimde bilim kurumlarımıza, yeniden musallat olan “Nakilcilik” hastalığı, depreşmiştir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, şu anda ülkenin en uzak köşelerinden birinde çalışan bir hemşire bile ilaç kâğıdı yerine “Order”, nöbet yerine “Shift” diyor. Bu kelimelerin anlamlarını bilmiyor bile. İngilizceyi hiç bilmeseler bile, anlaşabilmek için tıp çalışanları, aralarında (Güya “Tıp Dili” olan), bu uydurulmuş melez lisanı kullanıyor.
TÜRÇE TIBBIN ÖNEMİ VE KONUNUN TARİHSEL BOYUTU
Olayı farklı bir açıdan değerlendirmek yararlı olabilir. Haçlı Seferleri sırasında Doğu’nun üstünlüğü karşısında ezilen Batı, önce onu taklide yeltendi. Tüm eserleri çevirtti, Endülüs’e ve Doğu’ya öğrenciler gönderdi. Doğu’dan çok sonra kendi üniversitelerini kurarken, Selçuklu medrese mimarisinin aynını uyguladı. Yalnız bir şeye çok dikkat etti, çok zorda kalmadıkça Doğu’ya atıf yapmadı. Süreç içinde taklidi bırakıp bilimsel özgüveni ve özgünlüğü sağladı, Arapça, Türkçe, Farsça, Süryanice terimleri Latinceye çevirerek aldı. Menenjiti ilk kez İbni Sina tarif etmişti, ama terimi İbni Sina’nın koyduğu “Uttaş” olarak almadılar. Latince beyin zarlarının iltihaplanması anlamına gelen “Meningitis” terimini türettiler. Descartes, ünlü dualizm (Ruh ve beden ilişkisi ) kuramında İbni Sina’dan ve onun “Uçan İnsan” (El Beşr-ut Tayr ) fikrinden, sinir sisteminin çalışmasına dair kuramlarından bol bol yararlanmış ama asla atıfta bulunmamıştır. İbni Sina, bugün kullandığımız kateterleri de tanımlamıştır. Kitabında “El Kassıtır” olarak geçer, Latinceye çevrilirken “Catheter” olmuştur. Bizim “Kateter”i nereden aldığımızı söylemeye gerek yok. Avrupa, işi daha da abartarak Onsekizinci Yüzyıl’da bazı dil kurulları oluşturmuş, Doğu’dan alıp da Latinceleşmemiş terimleri dillerine uyarlamıştır. Böylelikle bilimlerini borçlu oldukları Doğu bilim mirasının son izlerini de temizlemiş oldular. Böylelikle her şeyi kendilerine maledebilir, Batı’lı, beyaz ve Hıristiyan olmayanı hor görebilirdiler, öyle de yaptılar. İşte Batı, oluşturduğu bu bilim dilini, bizim gibi “Bihaber”lere eğitim/öğretim yoluyla, kendi üretimi olarak yeniden zerketmiştir.
ANADOLU’NUN TÜRKÇE TIBBA KATKISI
Bilim dilimiz oluşturulmaya çalışırken eski terimlerin atılması çok benimsenen bir uygulama olmuştur. Ancak yerlerine yeni kelimeler konulacakken; kendi kültür geçmişinde, halkının bilinçaltında olan kelimeler, anlam bütünlükleri ile köprü kurmak yerine, daha çok Avrupalıların kelimeleri alınmış, doğal olarak bu uygulama bilimcilerimizin ekserisine egemen olacak Batı Bilimi karşısında aşağılık duygusunun oluşmasına katkıda bulunmuştur. Biçerdöver, üçgen ya da kırmızı küre (Eritrosit) gibi yeni kelimelere hiçbir aydın itiraz edemez sanırım. Ama teşrih varken diseksiyon, tedvin varken kodifikasyon, cerrahi varken şirurji gibi kelimelerin kullanıma sokulması; dilde yenilik değil, yeni bir bağımlılık oluşturmuş; aydınımızın klasik kompleksini daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Oysa Türkçe Tıp, daha Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde bile yeşermeye başlamıştı. Ondördüncü Yüzyıl’da Konya’da yaşamış Celaleddin Hızır (Hacı Paşa) ve Onaltıncı Yüzyıl’da yaşamış Amasya Darüşşifası başhekimi Şerafettin Sabuncuoğlu’nun kitapları son derece dikkat çekicidir. Hacı Paşa’ın Seçilmiş Tedaviler (Müntehab-ı Şifa) adlı kitabı, bugün bile anlaşılabilen bir halk Türkçesi ile yazılmıştır. Bu kitaptaki Türkçeyi günümüzde tıp eğitimi olmayan sıradan bir insan bile anlayabilir. Sabuncuoğlu’nun kitabı ise; hem tamamen Türkçe olması, hem de tıbbi çizimler için tarihimizde ilk kez minyatür değil resim kullanması açısından, son derece önemlidir. Bu başarılara rağmen gerçek anlamda kurumsal bir tıp eğitimi kurulamadı, doktorlar usta-çırak yöntemi ile yetişmeye devam etti. Nihayet reformist padişah Sultan II. Mahmut, çağdaş Tıp Okulu’nu, Mühendis Okulu ile beraber kurmayı başardı. Bir ulusal bilim dili olmadığından, eğitim Fransızca olacaktı. Bu okuldan Türk çocukların mezun olması, doğal olarak, çok sonraları mümkün olmuştur.
Ancak Dr. Aziz İdris ve arkadaşlarının çabaları sonucu, Fransızca eğitime 1870’de son verilebildi. Türkçe Tıp Dili’nin oluşturulma çabaları sürecinde iki çalışma dikkat çeker, birincisi; Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmani’nin 1873’de basılan Lugat-ı Tıbbiye adlı sözlüğü ve Dr. Şefik İbrahim İşçil ile Ali Ulvi Elöve’nin 1944’de Bursa’da, bir TDK yayını olarak parça parça basılan tıp sözlüğüdür. “Türkçe Hekimlik Terimleri Üzerine bir Deneme” adlı bu sözlükte, on üç bini aşkın tıp terimi tanımlanmıştı.
Ancak, ilk tıp dergileri Fransızca basıldı, kongreler Fransızca yapıldı ve hatta reçeteler, daha uzun bir süre için hep Fransızca yazıldı. Öyle ki hocalarımız, bazı uygulamaları, anlamlarını hiç düşünmeden, sadece tercüme ettiler, bu nedenle bazı saçmalıklar günümüze dek ulaştı. Örneğin, tıbbi muayene yöntemi olarak akciğerleri incelemede kullanılan basit bir yöntem vardır, “Vocal Fremitus”. Hastanın genizden gelen bir “n“ sesi çıkaracak basit bir kelimeyi tekrarlarken, doktor ellerini hastanın sırtına koyar ve elleri ile titreşimi hissederek gerekli mesleki değerlendirmeyi yapar. Fransızcada bu iş için 40-41 kelimeleri söyletilir, İngilizcede 10-11. Doğal olarak her dil için bu sesi barındıran kelimeler farklıdır. Bizde ise hastalara (Tabii Türkçe olarak) 40-41 dedirtilmektedir! Türkçede genizden gelen “n” sesini çıkaracak binlerce kelime olduğu halde, işin kolayını kelimenin Fransızcasını tercüme ederek çözmüşler! Bence, anadilde tıp eğitimi neden gereklidir? Sorusuna en iyi cevap, maalesef halen ülkemizin pek çok yerinde sürmekte olan, bu uygulamadır.
KAYNAKLAR
1-) Avicenna. The Canon of Medicine ( Al-Qanun Fi’l Tibb ). Bahtiar Z (Adapt.) Great Books of the Islamic World, Chicago, 1999.
2-) Bölükbaşı O, Turgut M. Neurology in the writings of Avicenna and Early Islamic Beliefs, Journal of Neurology 1999; 246, Suppl.1: I/109.
3-) Bölükbaşı O, Çullu E: İbni Sina’nın Nöroloji ve Periferik Sinir Cerrahisine Katkıları. Sendrom, 12:3, 2000, s60-63.
4-) Bölükbaşı O. Ortaçağ ve Üniversitenin Misyonu. Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 9 Kasım, 2002.
5-) Hunke S. Allahın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde. Örs H: (Çev.). Şen-Al Matbaası.
6-) Mıhçıoğlu C . Türk Hekimlik Dili. Kültür Bakanlığı, 45:1993, Ankara.
7-) Sayık A (Derleyen). İbni Sina, Doğumunun Bininci Yıl Armağanı. Türk Tarih Kurumu, VII: 80, 1984, Ankara.
😎 Türk Hukuk Lugatı, Türk Hukuk Kurumu, Maarif Matbaası, 1944, Ankara..
PROF.DR. OKAN BÖLÜKBAŞI/ AYDINLIK
[3d-flip-book mode="thumbnail-lightbox" urlparam="fb3d-page"
id="12654" title="false" lightbox="dark"]
- Başkan Gümüştaş, yanardağ gibi patladı
- Dental Travmada İlk 60 Dakika Hayati Önem Taşıyor
- MAKÜ’nün Projesine TÜBİTAK Desteği
- Burdur Barosu’na Kadın Başkan
- Hizbullah’a düşmanlık yapan ‘Müslümanlar’ın hayali
- Vali Bilgihan’ın Bucak ziyareti
- Saadet, Gazze için meydanlarda
- Emeklilerin TÜİK öfkesi
- Yağmanın yeni adı orman parkı!