Dirilişten sıfır atık zirvesi paneline giden yol…

Engin Altan Düzyatan’ın sıfır atık konusunda konferans verdiği bir ülkenin kendisi iyi olsa bile çevresi her zaman kötü olmaya mahkûmdur…

Kamuoyunda oyuncu Hülya Koçyiğit’in damadı olarak gündeme gelen, ardından ise başta TRT’de yayımlanan Diriliş Ertuğrul dizisi olmak üzere Barbaroslar: Akdeniz’în Kılıcı gibi dizilerle ünlenen Engin Altan Düzyatan, iktidarın kullanışlı aparatlarından biri olarak her yerde boy göstermeye başladı. TRT için Afrika fonunda çekilen bir başka programda (Sen de Tanık Ol) macera adamı ve aktivist kimliğine bürünen Düzyatan, bugün de Emine Erdoğan’ın da açış konuşmalarından birini yaptığı Sıfır Atık Zirvesi’nin panelistlerinden biri oldu.

Çevre konusunda sorunun bir parçası olan şirketlerin katılımıyla iki ünlü ekonomi dergisi tarafından organize edilen zirvenin 15 Ekim 2021 tarihli (bugün) programında yer alan “Atık Dönüşümünün Geleceği” başlıklı panelde, “oyuncu-aktivist” kimliği ile panelist olarak yer alan Engin Altan Düzyatan’ın konuşmasını dinleme olanağımız olmadı.

Ancak “çevreciliğin”, “çevre üzerindeki sömürücü baskının kontrollü ve sürdürülebilir şekilde sürmesini sağlamak ve bunun için gerekli yasal düzenlemeleri yapmak” şeklinde özetlenebilecek günümüz algısına uygun bir konuşma yaptığını tahmin edebiliriz.

Emine Erdoğan’ın öncülüğünde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yürüttüğü sıfır atık projesi, çevre konusunda son 20 yılda benzeri görülmemiş yağma ve yıkımların yaşandığı Türkiye’de meseleyi yalnızca atıkları azaltmaya indirgemekten ibaret görmekten başka bir şey değil. Oysa atık üretiminin azaltılmasını sağlayacak bir düzenleme çok daha koruyucu bir önlem olacaktı.

Doğa üzerinde baskı kurup büyük tahribatlar yaparak zenginleşen şirketlerin denetim altına alınması yerine, zaten üretilmiş olan ve önemli bir kirlilik yaratan atıkların azaltılması sorumluluğunu kamuoyuna yükleyen bir anlayış bu. Tıpkı madencilik uğruna yok edilen ormanlar için “kestik ama yerine 5 katı kadar ağaç diktik” savunmasına sığınılması gibi rakamlar ve tabelalarla yürütülen, göz boyamaya dönük bir anlayış.

Bugün Türkiye coğrafyasında pırıl pırıl akan tek bir dere neredeyse kalmadı. Ülkenin dört bir yanındaki sulak alanlar birer birer yok ediliyor. Ülke tarihinin gördüğü en ağır orman yangınlarında milyonlarca ağacın yanında ciğerlerimiz de yandı. Yanan ormanlar kereste firmalarına ölü parasına ihale edildi, harıl harıl kesim yapılıyor şimdilerde.

Kıyılardan yaylalara, dağlardan ovalara benzeri görülmemiş bir saldırıyla ülke coğrafyasının altını üstüne getiren yağma, geleceğin teminatı olan doğal varlıkların şirketler eliyle kısa vadeli çıkarlar uğruna yok edilmesine hizmet ediyor…

Hepsi bir yana, sıfır atık söylemleriyle ortalıkta boy gösterenler ülkenin hemen her dere yatağının birer atık deposuna dönüştüğünü görmezden geliyor. İnşaat ve beton ekonomisinin başat sektör haline getirildiği bir ülkede, çevrenin şehirciliğe, kültürün turizme payanda yapıldığı bir yönetim anlayışıyla; doğa konusunda sıfırı tükettikten sonra sıfır atık masalı toplumu kandırmaktan başka bir şey değil.

Tarihi ve inancı çarpıtarak doğa üzerinde baskı kurmaya ve yağmaya dayalı politikalarla iktidarını sürdürmek isteyen bir yönetimin, Paris Anlaşması gibi yönelimlerle son yıllarda daha görünür olan çevreciliğe yaklaşımı da işte böyle oluyor. Ertuğrul Gazi ve yoldaşlarını mezarlarından ters döndüren tarihi çarpıtmalarla kitlelerin hamaset gazıyla afyonlanmasını sağlayan iktidar ve ortakları, çevre konusunda da “eğer çevrecilik yapılacaksa onun da biz yaparız” anlayışıyla sıfır atık zirvesinde buluşuyor.

Engin Altan Düzyatan’ın sıfır atık konusunda konferans verdiği bir ülkenin kendisi iyi olsa bile çevresi her zaman kötü olmaya mahkûmdur…

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.