Bozkırda doğan çocuğun adının konması

EMPERYALİSTLER, BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI, TOPRAKLARIMIZI PAYLAŞMAK İÇİN ÇIKARDILAR

Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletlerarası bir pazar paylaşım savışıydı. Milli birliklerini sağlamada geciken Almanya ve İtalya, dünya pazarlarını daha önce aralarında paylaşmış, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Çin dışında dünyanın geri kalan Ezilen Milletlerini sömürgeleştirmiş olan İtilaf Devletlerinden, özellikle de Fransa ve İngiltere’den pazarların ve sömürgelerin yeniden paylaşımını istiyorlardı. Rica, minnetle olmayacağına göre bu sorunu savaş çözecekti. İşte Birinci Dünya Savaşı bu amaçla patlak verdi. 4 yıl süren bu savaşta sadece Osmanlı Devleti, vatan savaşı veriyordu. Çünkü savaşın esas konusu kendisiydi. Onun için bizim Milli Kurtuluş Savaşı’mız, 1914 yılında başladı ve 8 yıl sürdü.

Osmanlı Devleti, savaşın sonunda 1918 yılı güzünde, içinde bulunduğu blokla birlikte savaşı kaybetti ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Kurtuluş Savaşı’mızın birinci evresi böylece noktalandı. Ancak bu ikinci evre için sadece bir soluklanma arasıydı. Mola 50 gün ancak sürdü.

ZULMÜN VE BASKININ OLDUĞU YERDE KAÇINILMAZ OLARAK DİRENİŞ DE VARDIR

Mondros Ateşkesi, Osmanlı Devleti için bir idam fermanıydı.

İtilaf devletleri orduları başkent İstanbul başta olmak üzere yurdumuzun çeşitli bölgelerini işgale başladılar.

Osmanlı ordularını dağıttılar.

Ancak İstanbul hükümetleri ve Padişah işgale boyun eğse de Anadolu halkı isyan halindeydi.

Tarihinin hiçbir evresinde kölelik şemsiyesinin altına girmemiş, bağımsızlık ve hürriyetinden hiçbir zaman ve yerde taviz vermemiş Türk Milleti bu zillete boyun eğmeyecekti.

Emperyalist işgale karşı vatansever direniş de kaçınılmaz olarak başladı.

Mondros Bırakışmasından elli gün sonra 18 Aralık 1918 tarihinde Hatay Dörtyol’da Fransız askerine ilk kurşunu Mehmet Çavuş attı. Bunu izleyen beş ay içinde Anadolu her dağ başında çoban ateşlerinin yakıldığı bir direniş arenası haline geldi.

Çanakkale’de Türk’ün dirilişine önderlik etmiş olan Mustafa Kemal Paşa da 19 Mayıs 19119 tarihinde Samsun’a çıkmıştı.

Mevlanzade Rıfat, K. Mısıroğlu, H. Hüseyin Ceylan, N. Fazıl Kısakürek gibi Vahdettinci yazarlara göre Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için “göstermelik” bir görevle ve geniş yetkilerle Mustafa Kemal Atatürk’ü Anadolu’ya göndermiştir.

Mustafa Kemal’i Samsun’a 9’uncu Ordu Müfettişi olarak Damat Ferit Hükümeti ve Padişah göndermişti.

Burası doğru.

Ancak ‘Kurtuluş Savaşı’nı başlatsın!’ diye gönderdiği kuyruklu bir yalandır.

Karadeniz Bölgesinde Pontus davası peşinde koşan Rum çetelerinin zulüm ve saldırganlığı karşısında Topal Osman önderliğinde Türk çetelerinin direnişi başlayınca direnişin şiddetinden ürken Rumların feveranı karşısında işgal kuvvetlerinin baskıları ve işgal tehditleri karşısında ürken İstanbul Hükümeti’nin oralardaki kargaşalığı ortadan kaldırması, huzuru sağlaması ve silah ve cephaneyi toplaması için Mustafa Kemal’i geniş yetkilerle gönderdi Samsun’a.

Aslında kombinezonu hazırlayan Harbiye Nezareti’ndeki arkadaşlarıydı. Kapıyı açan da Ali Fuat Paşaydı. Ali Fuat paşanın kardeşi İçişleri Bakanı Ali Kemal’in kızıyla evliydi. İş buralardan bağlandı. Bu olayların içyüzüyle ilgili Hasan İzzettin Dinamo’nun sekiz ciltlik Kutsal İsyan adlı eserinde çok geniş bilgiler bulunmaktadır.

Mustafa Kemal, görünüşte Padişah adına Karadeniz’deki huzursuzluğu ortadan kaldırmak, barış ve huzuru sağlamak, Osmanlı ordusunun kalan silah ve mühimmatını toplayıp İstanbul’a göndermek amacıyla Samsun’a çıktı. Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde ise “milli ve vicdani bir sır” bulunmaktaydı. Anadolu’da Millî Mücadele ateşini yakma amacındaydı. Samsun’a çıkar çıkmaz da bu gizli amacını hemen açık etmiş, uygulamaya geçmişti.

DOĞUDA BİR DİRENİŞ MERKEZİ ÖRGÜTLEYEREK BATIDA YUNAN’I DENİZE DÖKMEK STRATEJİSİ

Mustafa Kemal, Doğu’da bir direniş odağı oluşturmak, Anadolu’daki milli kuvvetlerin birliğini sağlamak ve buna dayanarak Batı’da Yunan güçlerini denize dökmek stratejisini uygulayacaktı. Öncelikli hedefi “milli bir hükümet” kurmaktı. Bu konuda kafalar genelde karışıktır. ‘Önce kurtuluş gerçekleşti, sonra kuruluşa geçildi’ fikri yaygındır.  Oysa önce kuruluş gerekliydi. Kurtuluş ardından gelecekti. Devrimci bir hükümet olmadan ne birlik sağlanabilirdi ne de devrimci bir kurtuluş ordusu kurulabilirdi. Çete savaşlarıyla da kurtuluş gerçekleştirilemezdi.

HEYETİ TEMSİLİYE, MİLLİ HÜKÜMETİN NÜVESİ

Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun-Amasya-Erzurum-Sivas sürecinde izlediği örgütlenme stratejinin köşe taşlarını Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongresi oluşturur. Sivas Kongresi’nde seçilen Heyeti Temsiliye, Millî Mücadeleyi yönetecek milli hükümetin ilk nüvesini oluşturuyordu.

Anadolu’da birleşen Müdafayı Hukuk örgütlerinin Heyeti Temsiliye önderliğinde İstanbul Hükümeti üstünde oluşturdukları baskı sonucu Milli Meclis (Osmanlı Mebusan Meclisi) İstanbul’da toplanmıştı. Emperyalist işgalciler belki Kemalist kuvvetleri yatıştırır düşüncesiyle toplanmasına göz yumdukları Meclisi Mebusan, ilk oturumunda Misakı Milli’yi ilan edince İngilizler tarafından dağıtıldı.

Bu fırsatı değerlendiren Mustafa Kemal, İstanbul’dan kaçıp gelen ve Anadolu’da yapılan seçimlerde seçilen milletvekilleriyle Milli Meclisi (Büyük Millet Meclisi’ni) 23 Nisan 1920’de Ankara’da topladı.

İngiliz emperyalizmi ve müttefikleri Meclisi Mebusan’ı dağıtmakla Mustafa Kemal’in değirmenine su taşımış, milli hükümetin Ankara’da kurulmasının önünü açmıştı. Böylece kuruluş tamamlanmış oldu.

MİLLİ EGEMENLİĞE DAYANAN MİLLİ

MECLİSİN KURULUŞU BİR DEVRİMDİ, CUMHURİYETİN TA KENDİSİYDİ

Ankara’da 23 Nisan 1920 tarihinde açılan ve kayıtsız şartsız milli egemenliğe dayanan Büyük Millet Meclisi, bir devrimdi; Cumhuriyet’in inşa edilmesiydi, Cumhuriyet’in fiilen kurulmasıydı.

Ancak adı konmamıştı. Toplum hazır olmadan, nesnel ve öznel şartları oluşmadan hiçbir toplumsal ve siyasi atılım gerçekleştirilemez. Bu nedenle Cumhuriyet, iki buçuk yıl Mustafa Kemal’in vicdanında milli bir sır olarak kaldı. Kurulan Milli Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kurulan ordu,

Osmanlı ordusu değil, ‘Büyük Millet Meclisi Orduları’ydı.

29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetimizin adını koyduk, ilan ettik.

Cumhuriyetimizi İstiklal Savaşı ile kurduk.

İstiklal Savaşı ile hem zalim emperyalistleri yendik hem de saltanatı yıktık.

Mustafa Kemal’in önderliğinde İstiklal Savaşı ile yurdumuzun bütünlüğünü sağladık.

Cumhuriyet Bayramı’nın şenliklerle kutlanması, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşunun hatıralarını, değerlerini ve kültürünü yaşatma iradesi ve kararlılığı demektir.

Cumhuriyeti’mizin kuruluşunun ve ilan edilişinin 100’üncü yıldönümünde, gene yurdumuz, Cumhuriyetimiz, hürriyetimiz çok yönlü tehdit ve tehlikeler altındadır. Cumhuriyet’in kuruluş ve ilan edişinin 100’üncü yılında gene Cumhuriyet mevzilerindeyiz.

Bugün Cumhuriyeti savunmak, Vatan Savaşı veren Mehmetçik ve polisimizle aynı saflarda olmak demektir.

Bugün Cumhuriyet için mücadele vermek, FETÖ gibi ABD işbirlikçisi yobaz örgütlerle, PKK/YPG/YPJ gibi ayrılıkçı piyon örgütlerin karanlık ağlarından kurtuluş mücadelesidir.

Cumhuriyetin parolası bugün de geçerlidir: “Türkiye şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz.”

Yunus Nadi’nin dediği gibi, “Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı demek, Türk devrim ve kurtuluşunun hatıralarını kutlama şenlikleri demektir. Yakın maziye ait bu hatıraları daima ve bütün tazeliğiyle muhafaza ederek canlı yaşatmak ise Türk istikbâl ve istiklâlinin her tehlikeden korunmasını teminat altında bulundurmak demektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi az kalsın Türkiye’yi de beraber sürükleyip yok oluşa götürecekti. Türklük ancak milli istiklâl fikrine dayanarak kendini kurtardı ve bu istiklâl, Cumhuriyet oldu. Daha doğrusu sonradan resmen de ilan edilen bu istiklâl esasen Cumhuriyetti. Bu noktaları vatandaşların ve bilhassa gençliğin göz önünde bulundurması lazımdır.” (Yunus Nadi, Cumhuriyet, 29 Ekim 1931)

Devletimizin (Cumhuriyetimizin) bugün ağır sorunları vardır.

Olağanüstü ağır bir geçitten geçiyoruz.

Dört bir yanımızdan ABD üs ve tesisleriyle kuşatma altındayız.

Bölgemizde Kafkaslar’dan ve Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e, oradan kuzey Irak ve Suriye üzerinden Hürmüz Boğazı’na, Gazze’ye uzanan bir hat üzerinde oluşan cephede Cumhuriyetimiz beka savaşı vermektedir.

Ukrayna -Rusya savaşı, bir Avrasya-Atlantik, bir ABD/Avrupa ve Rusya savaşıdır. Üçüncü Dünya Savaşının çanları burada çalmakta, savaşın yalımları bizi de yalamaktadır.

Önümüzdeki Cumhuriyet görevleri ve sorumlulukları, istiklalimizi ve toprak bütünlüğümüzü, milli güvenliğimizi iç ve dış hatlarda güvence altına almaktır. Bu görevlerin özü, Cumhuriyetimizin ekonomik temelini üretim odaklı bir ekonomi hedefine oturtmaktır.

Müstesna Cumhuriyetimizin ilan edilişinin 100’üncü yıldönümü kutlu olsun!

Bu Haberi Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.